Mimarlık, kimi zaman geleceği çizen bir mühendislik; kimi zaman da hayal gücünün fiziksel forma bürünmesi olarak tanımlanabilir. Modern çağın en cesur hayal kurucularından biri olan Frank Gehry, 96 yaşında aramızdan ayrıldı. Ardında bıraktığı miras, yalnızca binalarla ölçülebilecek bir şey değil; bir çağın ruhuna verilmiş en farklı cevaplardan biri…
“Yerçekimine bile meydan okudu” demişti Barack Obama, ona Başkanlık Özgürlük Madalyası’nı takdim ederken. Gerçekten de Gehry, mimarlığı baştan tanımladı; titanyumu, paslanmış metali, karton tüpleri malzeme olmaktan çıkarıp bir sanatsal başkaldırının alfebesine dönüştürdü. Kanada’da başlayan hayatı, Los Angeles’ta yeniden şekillendi. Ancak 1970’lerde Santa Monica’daki kendi evine yaptığı radikal dokunuş tüm ezberleri bozdu. Dalgalanan çatı hatları, zincirli çitler, sıradanın içinden fışkıran bir mimari provokasyon… O ev, yıllar sonra MoMA’nın ‘Deconstructivist Architecture’ sergisinde yer alacak ve bir hareketin fitilini ateşleyecekti.
BILBAO ETKİSİ: BİR ŞEHRİN KADERİNİ DEĞİŞTİRDİ
1997’de açılan ‘Guggenheim Bilbao’, yalnızca mimari bir dönüm noktası değil; şehir ekonomisini tamamen dönüştüren kültürel bir katalizördü. Amerikalı mimar ve eleştirmen,
“Zamanımızın en iyi binası, zamanımızın en büyük mimarından…” sözleri ile tanımladı bu eseri. Bugün hâlâ gazeteciler ve şehir plancıları aynı soruyu soruyor: “Mimarlık bir kenti dönüştürebilir mi?” Gehry, cevabı metal panellerin kıvrımlarında çoktan vermişti.
AVRUPA’DAN ORTA DOĞU’YA UZANAN SANATSAL İMZA
Los Angeles’taki ‘Walt Disney Concert Hall’, metalin akışkanlığıyla müziğin duygu dalgalarını aynı bedende buluşturdu. Seattle’daki ‘Museum of Pop Culture’ (eski adıyla Experience Music Project) bir eleştirmenin diliyle “Okyanustan sürünerek çıkmış ve ölmüş bir yaratık” olsa da, Gehry tam da bunu isterdi: Tepkisizliğe değil; sarsıntıya yol açmak. Almanya’daki ‘Vitra Design Museum’, Paris’teki ‘Fondation Louis Vuitton’, Prag’daki ‘Dancing House’, Avustralya’daki ‘UTS Business School’, Panama’daki ‘Biomuseo’… Gehry’nin coğrafyası yoktu; her zaman hayalinin aktığı yere gitti. Yakında kapılarını açması beklenen ‘Guggenheim Abu Dhabi’ ise onun son büyük kültür yapısı olarak tarihe geçecek.
YAŞLI BİR ASİNİN BİTMEYEN ÜRETKENLİĞİ
Mimarlık tarihinin ünlü figürleri çoğunlukla uzun yaşadı: Niemeyer 104, Pei 102… Gehry de bu geleneğin bir parçasıydı. Ama eleştirmenler, özellikle son yıllarda, şu haklı soruyu yüksek sesle sormaya başladı: “Ne zaman durmalı?” Bazıları için Gehry, yaş aldıkça kendi parodisine dönen bir marka. Bazıları için ise yaşlanmayı reddeden üretkenliğin ilham verici sembolü. Belki de cevap, Gehry’nin kendi sözlerinde gizlidir: “Zamanın ruhuna ve her küçük detaya karşılık vermek için buradayım.”
BİR OKULU DEĞİL CESARETİ TEMSİL ETTİ
Gehry hiçbir akıma ait olduğuna inanmadı. ‘Deconstructivist’ sıfatını da ‘starchitect’ etiketini de reddetti. Onun için önemli olan risk almak, sınırı zorlamak, alışılmışı kırmaktı. Bir Picasso benzetmesi boşuna yapılmadı: Başarının kalıplaştırmasına direndi; sürekli yeniyi aradı. Peki, ondan geriye ne kaldı? Sadece titanyum paneller, kıvrımlı cephesi olan yapılar mı?
Hayır… Ondan geriye kalan en değerli şey: Mimarlığın kuralları yeniden yazılabilir. Gehry, yerçekimine meydan okudu; ama ruhlara meydan okumayı daha çok sevdi. Bugün şehir siluetlerine baktığımızda, hayal gücünün de bir yapı malzemesi olduğunu biliyorsak, onun sayesindedir.

Gehry’nin 10 Dersi
- Kural yoksa korku da yoktur. Alışılmışı sorgula.
- Sıradan malzeme de devrimci olabilir. Yeter ki doğru elle buluşsun.
- Şehirler yaşayan organizmalardır. Onlara ilham ver, büyüsünler.
- Mimarlık yalnızca bina değildir. Bir duygu, bir sahne, bir anlatıdır.
- Risk al. İyi mimarlık çoğu zaman konfor alanının dışındadır.
- Eleştiriyi sahiplen. Tartışma, etkili işin doğal sonucudur.
- Malzeme hissedilir olmalı. Dokunulduğunda bir hikâye anlatmalı.
- Yaş sınır değil. Üretim, nefes aldığın sürece devam eder.
- Marka değil, mimar ol. Ün, sonuçtur; amaç değil.
- Hayal kurmayı bırakma. Çünkü vizyon her yapının temeli.