İstanbul Coffee Festival bu yıl 11. yaşına giriyor. Sizce festival, Türkiye’de kahve kültürünün gelişiminde gerçekten öncü bir rol oynadı mı?
Kesinlikle. İstanbul Coffee Festival başladığında, kahve kültürü bugünkü kadar yaygın ve derin değildi. İlk yıllarda daha çok meraklı ve butik bir kitleye hitap ediyorduk. Bugün ise kahve, tıpkı müzik ya da edebiyat gibi kültürümüzün vazgeçilmez bir parçası. Festival, sadece yeni nesil kahve akımlarını tanıtmakla kalmadı, kahveyi bir yaşam biçimi olarak topluma kazandırdı. Bu anlamda öncü rol oynadığını rahatlıkla söyleyebilirim. 11 yıllık bu öykü sırasında, merkezinde kahvenin çekirdeğini alan tek etkinlik olmanın da gururunu yaşıyoruz. En önemlisi; kahve festivalleri takip edilen ve bir o kadar çok taklit edilmeye çalışılan tek etkinlik diyebiliriz.
Etkinliğin başladığı günden bu yana, sektörde nasıl bir yol alındı?
İlk festival yılından bugüne İstanbul’un 11., Ankara’nın 9. ve Antalya’nın 2. yılı ile bambaşka bir büyüme sergilendi. Büyüyen şüphesiz festivaller değil, aslında son 10 yılda kahve endüstrisi inanılmaz büyüdü.
İlk yıllarda ülkemizde kişi başı kahve tüketimi 450 gram iken, bugün 1,5 kg bandını geçmiş durumda. Bu olağanüstü büyük bir pazar dinamiği demek. İngiltere’den sonra Avrupa pazarındaki en dinamik ülkelerden bir tanesiyiz. Sektör inanılmaz yatırım almaya devam ediyor, istihdama devam ediyor. Şu an ICO (International Coffee Organization) rakamları baz alındığında, Avrupa çekirdek kahve pazarının %15’i bizde tüketiliyor.
10 yıl önce tek mağaza olup bugün onlarca noktaya ulaşan markaların büyümesine de tanıklık eden festival, sektör yan paydaşlarının da nasıl büyüdüğünü gözler önüne serdi; eğitimden servis hizmetlerine, baristalardan yarışmalara, mimariden masa-sandalye ve kafe ekipmanlarına değin hepsi ama hepsi inanılmaz gelişmeye başladı. Makineleşen Türk kahvesi öyküsü sektörün önemli ev aletleri üreticisi markası ile başladı, bugün farklı farklı 11 firmada üretim yapılıyor. O yıllarda barista önlükleri için tek makine çalışan atölye, bugün ülkemizin önemli sektörel tekstil ihracatçılarından birisi konumuna geldi.
Çıkış tarihinden bu güne, beklentilerinizin ötesine geçildi mi?
İlk yıl, açıkçası bu kadar büyük bir ilgi göreceğimizi biz de tahmin etmiyorduk. Şimdi geldiğimiz noktada kahve profesyonellerinden genç öğrencilere, sanatçılardan girişimcilere kadar çok farklı kesimleri bir araya getiren bir platform haline geldik. Beklentilerimizin ötesinde bir dönüşüm yaşandı; festival, yalnızca kahve değil aynı zamanda yaratıcılık, sanat ve yaşam tarzı alanında bir buluşma noktası oldu.Geçen yıl İstanbul Kahve Festivali’nin maliyet anlamında 30 milyon TL bandındaki yatırımına karşılık, 200’e yakın marka, sponsorlar, binlerce ziyaretçi ile ve tüm markaların bu festival için yaptığı harcamaları da baz aldığımızda festival, olduğu bölgede 4 gün içerisinde 250 milyon TL üzerinde bir ticari hacim yaratmakta.
Bu yıl 9 yıl aradan sonra Kadıköy’e dönüyorsunuz. Bu mekânsal değişimin ardında nasıl bir düşünce ve hedef vardı?
Kadıköy, İstanbul’un kültür ve sanat damarlarından biri. Festivalin ruhunu en iyi yansıtan bölgelerden biri olduğunu düşünüyoruz. 9 yıl aradan sonra tekrar burada olmak, kahveyi sadece bir içecek değil; müzikle, sanatla, tasarımla buluşan bir deneyim olarak sunma hedefimizle örtüşüyor. Kadıköy’ün enerjisi, festivalin kimliğine çok yakışıyor.

Festivalin sadece kültürel değil, ekonomik etkisi de oldukça konuşuluyor. Sizce organizasyon sektör açısından nasıl bir katkı sağlıyor?
Her yıl yüzbinlerce ziyaretçi kahve markalarıyla, üreticilerle ve bağımsız girişimcilerle buluşuyor. Bu, doğrudan bir ekonomik hareketlilik yaratıyor. Aynı zamanda kahve sektöründe yeni markaların doğmasına, bağımsız kahve dükkânlarının güçlenmesine ve hatta yerli üreticilerin görünürlük kazanmasına aracılık ediyoruz. Festival, Türkiye’nin kahve ekosistemini uluslararası standartlara taşıyan bir vitrin işlevi görüyor.
Türkiye’de kahve tüketimi son yıllarda ciddi oranda arttı. Sizce bu artış, toplumsal ilişkileri ve günlük yaşam biçimimizi nasıl etkiliyor?
Türkiye ve Anadolu toprakları, Osmanlı döneminden itibaren 500 yıldır bu lezzetin içinde yaşıyor. Adımız ile anılan kendi kahve demleme tekniğimiz mevcut. Bu bağlamda tüm yükü lezzet ve kültürel miras omuzlarına yüklemek biraz haksızlık olabilir. Kahve ve tarihsel olarak kahvehanelerin rolü aslında çok değişmedi. Kahve çok güçlü bir sosyal içecek ve bu kanaldaki rolü sektörün metrekare yatırım büyüklüklerinde kendini gösteriyor. Tutarlı fiyatta bir içecek ile uzun sohbetlere ev sahipliği yapabilen başka bir sosyal iletişim platformu ben bilmiyorum açıkçası. Kahveye buluşmak, önemli bir konu konuşulacaksa dahi “bir kahve içip ondan sonra da konuşalım” tadında sosyal yaşamda güçlü rol oynayan bir büyüklüktür.
Restoran, bar, pub, yeme-içme, canlı müzik mekânları vb. birçok yerin fiyatları bugün gerçek anlamda birçok kişiyi zorluyor. Burada, lezzetli ve dinçleştiren bir kahve ile sohbete eşlik etmek ise tutarlı bir fiyat ile doğru bir bütçe dengesi sağlıyor. Öte yandan Türkiye’den önünü kesmez isek çok iyi ve çok başarılı kahve markaları çıkıyor ve çıkacak da. İddia ediyorum, Avrupa ana karasının en yüksek standartta kahve sunan ülkesiyiz.
Festivalin sahne ve sanat programı da dikkat çekiyor. Kahveyle sanat arasındaki ilişkiyi siz nasıl tanımlıyorsunuz?
Bizim için kahve, başlı başına bir sanat. Ama bunun ötesinde kahvenin ilham verici gücü var. Bir şarkının çıkış noktasında, bir tablonun ilk fırça darbesinde ya da bir öykünün ilk cümlesinde çoğu zaman bir kahve eşlik eder. Festivalin sanat programını da bu bağlamda kurguluyoruz. Kahve, yaratıcılığın ortağıdır diyebilirim.
Peki, sizce İstanbul Coffee Festival’i diğer kahve festivallerinden ayıran şey nedir?
Biz sadece kahveyi değil, onun etrafında oluşan tüm kültürü anlatıyoruz. Kahveyi müzikle, sanatla, edebiyatla, sokak kültürüyle buluşturuyoruz. Dolayısıyla bu festival, yalnızca kahve meraklılarının değil; kültür ve sanatla iç içe olmak isteyen herkesin kendini ait hissedebileceği bir alan yaratıyor.
Kahvenin tarihsel olarak da İstanbul’da çok özel bir yeri var. Sizce festival, bu mirasla nasıl bir bağ kuruyor?
İstanbul, kahvenin Avrupa’ya açılan kapısı oldu. Biz de festivalde bu mirası günümüzün çağdaş kahve kültürüyle buluşturuyoruz. Geleneksel Türk kahvesinden üçüncü dalga kahveye kadar geniş bir yelpazeyi kucaklıyoruz. Böylece kahvenin geçmişle gelecek arasında bir köprü olduğunu göstermeye çalışıyoruz.
Festivalde genç kuşakların ilgisi çok yoğun. Sizce kahve, yeni neslin kültürel kimliğinde nasıl bir yer ediniyor?
Gençler için kahve sadece bir içecek değil; kendini ifade etme biçimi. Bir kahve dükkanında ders çalışıyor, müzik dinliyor, arkadaşlarıyla buluşuyorlar. Bu mekânlar, onların kültürel üretiminde de rol oynuyor. Festivalde genç kuşakların enerjisini görmek bize çok şey katıyor, hatta programlarımızı da onların bu dinamizmine göre şekillendiriyoruz.
Son olarak, önümüzdeki yıllarda bu organizasyonu nasıl bir geleceğin beklediğini düşünüyorsunuz?
Hedefimiz daha çok uluslararası iş birlikleri ve daha fazla kültür-sanat odağı. İstanbul’u küresel kahve sahnesinin önemli merkezlerinden biri haline getirmek istiyoruz. Önümüzdeki yıllarda festivalin sadece kahve değil; aynı zamanda gastronomi, tasarım, sürdürülebilirlik ve yaratıcılık ekseninde daha da büyüyeceğini söyleyebilirim.
14 Eylül’e kadar Tepe Nautilus’ta gerçekleşecek İstanbul Coffee Festival, bu yıl da kahve kültürünü müzik, sanat ve deneyimle buluşturuyor.
Madrigal – 12 Eylül, Cuma
Ceza – 13 Eylül, Cumartesi
Haluk Levent – 14 Eylül, Pazar