Okyanuslar, iklim krizine karşı en büyük müttefikimiz. Küresel oksijenin yüzde 50-80’ini sağlayan okyanuslar, atmosferdeki karbonun yüzde 25’ini yutuyor. Milyarlarca insanın gıda ve geçim kaynağını oluşturuyor ve dünya ekonomisine her yıl 2,5 trilyon dolar katkı sağlıyor.
Bugün okyanuslar için bir dönüm noktasındayız. Yüksek Denizler Antlaşması, Fas’ın geçen hafta verdiği onayla 60 ülke barajını aştı. Böylece Ocak 2026’dan itibaren, gezegenin mavi kalbini korumak için bağlayıcı uluslararası hukuk devreye giriyor. Antlaşma, henüz yolun başında olsa da gezegenin mavi kalbinin yeniden atması için tarihi bir fırsat sunuyor.
2030 HEDEFİ: YÜZDE 30 KORUMA
Mevcut durumda yalnızca yüzde 1’i korunan yüksek denizler, dünya okyanuslarının üçte ikisini kapsıyor. Antlaşma ile birlikte 2030’a kadar bu alanların en az yüzde 30’unun ‘Deniz Koruma Alanı’ haline getirilmesi hedefleniyor. Yani 2030’a gelindiğinde, Atlantik’in derinliklerinden Pasifik’in açık sularına kadar milyonlarca kilometrekarelik alan artık insanın değil, doğanın olacak. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, “Bu anlaşma, denizlerin sürdürülebilir kullanımı için bağlayıcı kurallar koyuyor. Dünya, işbirliği yapabildiğini gösterdi” yorumunu yapıyor.
REKOR SÜREDE ONAY
Normalde böylesi bir antlaşmanın parlamentolardan geçip onaylanması yıllar alıyor. Ancak Yüksek Denizler Antlaşması, rekor sürede 60 ülke tarafından onaylandı. İngiltere, bu ay içinde tasarıyı parlamentoya sundu. Türkiye ise henüz imza atmış değil. WWF Genel Direktörü Kirsten Schuijt, gelişmeyi “Okyanusların geleceği için dev bir başarı” olarak nitelendiriyor.
Greenpeace International’ın başındaki Mads Christensen ise “Artık sömürü çağı bitmeli. Okyanuslar bekleyemez, biz de bekleyemeyiz” diyor.
BUNDAN SONRA NE OLACAK?
Ocak 2026’dan itibaren ülkeler, hangi bölgelerin koruma altına alınacağını önerecek. Bu öneriler taraf devletlerin oylamasına sunulacak. Ancak kritik bir tartışma var: Çevresel etki değerlendirmelerini ülkeler kendileri yapacak, son kararı yine kendileri verecek. Bu durum, şeffaflık ve denetim açısından soru işaretleri yaratıyor. Antlaşmalar kağıt üzerinde kaldığı sürece bir anlam ifade etmiyor. Uygulama ve denetim mekanizmaları ne kadar şeffaf ve kapsayıcı olursa, okyanusların “mavi kalbi” o kadar güçlü atacak.
Yüksek Denizler Antlaşması gezegenin mavi kalbini koruma yolunda umut verici bir imza ve aynı zamanda yalnızca diplomatik bir metin değil, insanlığın geleceğe karşı verdiği bir söz niteliğinde.
Çünkü okyanusların geleceği, aslında bizim nefesimizin, gıdamızın ve gezegenin istikrarının geleceği demek. Yani mesele balıklardan ibaret değil; mesele hepimizin yaşam desteği olan bir sistemi ayakta tutabilmek.
HERKESİN DENİZİ
Yüksek denizler hiçbir ülkenin egemenliği altında olmayan, ulusal kara suları ve Münhasır Ekonomik Bölgeler (MEB) dışında kalan uluslararası sular anlamına geliyor. Dünya okyanuslarının yaklaşık üçte ikisini oluşturan yüksek denizlerde, her ülkenin gemi işletme, balıkçılık ve bilimsel araştırma yapma hakkı bulunuyor.
TEHLİKENİN BOYUTU
Uluslararası Doğa Koruma Birliği verilerine göre;
- Her on deniz türünden biri yok olma riskiyle karşı karşıya.
- Okyanuslar, her yıl 2,5 trilyon dolarlık ekonomik değer yaratıyor.
- İnsanların soluduğu oksijenin %50-80’i okyanuslardan geliyor.
- Atmosferdeki karbonun %25’i okyanuslar tarafından yutuluyor.
- Bilim insanları, iklim değişikliğinin tetiklediği ısınma, aşırı avlanma ve plastik kirliliği birleştiğinde, “okyanusların taşıma kapasitesinin tükenme noktasına geldiğini” söylüyor.