CHANEL
Sadece Paris Moda Haftası’nın değil, bütün moda haftalarının en beğenilen defilesiyle başlayalım. Fransız-Belçikalı tasarımcı Matthieu Blazy, Chanel’deki ilk defilesi için Grand Palais’de, rengarenk gezegenlerle dolu yeni bir evren yaratmıştı: Karl Lagerfeld’in çok sevdiği görkemli tematik şov ambiyansını anımsatan bu sahne, Blazy’nin Chanel’deki pusulasının ön izlemesiydi adeta.
Gabrielle 'Coco' Chanel’in ‘özgürlük ve modernlik’ duygusundan ilham alan koleksiyon, markanın özünü bozmandan, yeni, günümüze uygun siluetlerle dopdoluydu. Blazy, markanın geleneksel tweed takımlarını yeniden yorumlamış, marka logosunu gözümüze sokmayan düğmeler ve farklı zincir detaylarını eklemiş. Takımladığı gömlekler ise Parisli gömlek ustası Charvet tarafından özel olarak hazırlanmış. Zira tasarımcıyı büyüleyen detaylardan biri, Chanel’in İngiliz polo oyuncusu ve milyoner Boy Capel ile olan ilişkisi olmuş: Blazy, Gabrielle’in Capel’in kıyafetlerini giydiği fikrinden yola çıkmış.
Defilenin ilerleyen bölümlerinde, Blazy’nin bir önceki işi olan Bottega Veneta’daki malzeme ustalığını hatırlatan dokular öne çıktı. Bunları muhteşem detaylarla bezeli aksesuarlar ve kuvvetli işçilikle takımlamış Blazy… Özellikle siyahi model Awar Odhiang’ın üzerinde görülen tüylerle bezenmiş kapanış elbisesi dikkat çekti. Küçük bir not: Chanel tarihinde sadece üçüncü kez siyahi bir model kapanışı yapıyor.
Tasarımcı Business of Fashion’a verdiği röportajda, “Bu hayatımda bir kere yapabileceğim bir çıkış. Ya kodlara sadık, temiz ve modern bir Chanel defilesi yapacaktım ya da sanki bu son defilemmiş gibi büyük oynayacaktım. Ben ikincisini seçtim” dedi. İyi ki de ikincisini seçmiş. Moda tutkunlarını yepyeni bir Chanel evreni bekliyor. Ve bu evrene taşınmak için sabırsızlanıyoruz.
BALENCIAGA
Valentino’da elegan koleksiyonlarıyla moda dünyasının en sevilen isimlerinden biri haline gelen Pierpaolo Piccioli, Balenciaga’daki ilk defilesiyle adeta bir ‘ferman’ yayınladı. Öyle ki markanın ruhuyla uzaktan yakından uyuşmayan ancak ticari açıdan ses getiren koleksiyonlar sergileyen tasarımcı Demna’nın devrinin bittiğinin fermanıydı bu. Artık çöp poşetinden elbiseler, koli bandından taytlar, patates çuvalından çantalar yok. Piccoli, markanın yaratıcısı Cristóbal Balenciaga’nın çizgisine uygun, kadın siluetini muhteşem gösteren tasarımları sergiledi. Balenciaga’nın efsanevi 1957 tarihli 'Sack Dress' modelinden yola çıkarak, klasik formları çağdaş bir romantizmle yeniden yorumladı. Geniş hatlı siluetler, püskül ve tüy detayları, çiçek aplikeleriyle birleşti. Ön sırada Meghan Markle’ın oluşu da sosyal medyayı yaktı geçti. Balenciaga tasarımına bürünmüş Düşes, tarihinde ilk kez bu kadar asil görünüyordu.
BOTTEGA VENETA
Bottega Veneta’nın yeni baştasarımcısı Louise Trotter, Milano Moda Haftası’nda gerçekleştirdiği 'ss26' defilesiyle markanın yıllardır sıkı sıkıya sarıldığı ‘sessiz lüks’ trendine nazikçe veda etti. Tasarımcı, markanın köklü zanaatkârlık mirasını korurken, modern çizgilerle birleşen daha cesur bir estetik dil yaratmış. Koleksiyonun merkezinde Bottega Veneta’nın ikonik dokumaları vardı ama Trotter bu dokuyu dramatik silüetlerle yeniden yorumlayarak el işçiliğiyle işi bambaşka bir yere taşımış. Özellikle geri dönüştürülmüş fiber cam ipliklerden üretilen, ışıkla oynayan kazaklar izleyicilerin en çok konuştuğu parçalardandı. Trotter, bu malzeme için "Kürk hissi veriyor ama cam gibi hareket ediyor" diyerek yenilikçi yaklaşımını tanımladı Vogue’a verdiği söyleşide…
Koleksiyon, moda dünyasında hem teknik ustalığı hem de duygusal derinliğiyle övgü topladı. The Cut’da yayımlanan makale şu cümlelerle bezeli: “Defile, Bottega Veneta tarihinde yeni bir sayfa açarken, Trotter’ın markanın ilk kadın yaratıcı direktörü olması bu başarıya ayrı bir anlam kattı. Bu sunum markanın ‘geleceğe açılan yeni bir kapısı’. Ve şu kesin ki, kadın tasarımcılar, kadınların ne istediğini daha iyi anlıyor.” İtirazımız yok!
LOEWE
Modanın dinamik ikilisinden kendilerine yakışır sıradışı bir başlangıç. Jack McCollough ve Lazaro Hernandez’in Loewe’deki ilk defilesi, Paris’te, Parc Cité Internationale Universitaire’de özel olarak inşa edilen bir kutu içinde gerçekleşti. Girişte Ellsworth Kelly’nin 1989 tarihli 'Yellow Panel with Red Curve' adlı eseri asılıydı; bu tablo, ikili için yeni dönemlerinin görsel dili oldu.
Amerikalı tasarımcılar, ‘sade ama heykelsi formlar ve temel renkler’le Kelly’nin sanatını yorumladılar. Kalıplı deri mini elbiseler, parlak renkli siluetler, hacimli polo tişörtler ve dokusu aşınmış gibi görünen denim kumaşlar, koleksiyonun öne çıkan parçalarıydı. Bof’a verdikleri söyleşide tasarımların ruhunu şöyle anlattılar: “Kelly’nin eserlerinde yer alan canlılık ve dokunsallık Loewe’nin köklerinde zaten var. Bu renk yoğunluğu ve duyusallık, markanın İspanyol ruhuna çok yakın; optimizmi ve enerjisi de bizi en çok etkileyen şey oldu.” Loewe’nin son yıllarda yaşadığı ‘yeniden doğuş’ evresi, ikiliyle bambaşka bir yerlere gidiyor. Eğer paraya kıyıp, dolabınıza eklediyseniz Loewe hasır plaj çantalarınıza gözünüz gibi bakın. Daha çok kullanacaksınız!
DIOR
Moda haftasının en çok beklenen şovlarından biri şüphesiz Jonathan Anderson’ın Dior’daki ilk kadın giyim koleksiyonunun sunumuydu. İhtişamlı defile, belgeselci Adam Curtis’in korku filmi tadındaki kısa filmiyle başladı: Slogan şu: “Dior’un evine girmeye cesaret eder misin?” Anderson, bu zamana kadar modaevinde görev yapmış tüm tasarımcıları gösterdiği filmde ‘ustalara saygı’ sunarken adeta, geçmişin ağırlığını geride bırakmak istiyordu.
Anderson, markanın efsanevi ceketini mini etekle tamamladı, 1952 tarihli La Cigale elbisesinden esinlenen trapez formlar ve katmanlı paltolar tasarladı. Dantel başlıklar, fiyonk denizine dönüşen elbiseler, denimi couture’la buluşturan anlar… Maskülen ama bir o kadar da dişi bir şıklık anlayışı. Hepsi Dior’un hayal gücüyle gerçeğin dengesinde yer alıyordu. Özellikle çanta ve ayakkabıların güzelliği uzun süre konuşulacak.
Defile, cesur ve konuşulan bir çıkış oldu. Loewe’de yaptığı gibi, Anderson yine markayı sadece kıyafetle değil, yeni bir dille anlatmayı başardı. Charlize Theron’lu ön sıra defileyi ayakta alkışladı. Dior, Churi’nin son yıllarda sıkı sıkıya sarıldığı Antik Yunan temalı tanrıça elbiselerinden çok farklı bir yere gidiyor, yeni bir tarih yazıyor. Buna şahit olmanın keyfi içerisindeyiz.