Geçen hafta Antalya, bu hafta Sinop... Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde sanat-kültür adına neler olup bittiğini yakından izlemeye devam…
Sinop bu yıl 20. yılını dolduran sanat bienali ‘Sinopale’nin yanı sıra altı yıldan beri şehrin 3006 yıllık bir geleneğini tanıtmak amacıyla ‘Lakerda Festivali’ni düzenliyor. Yıllardır katılmak için can attığım festivali bu yıl sponsorlardan biri olan Beylerbeyi İçecek Pazarlama’nın davetiyle nihayet gördüm, yaşadım ve tattım. Peşinen söyleyeyim ki ‘Lakerda Festivali’ bir yeme-içme festivalinin çok ötesinde antik çağlardan günümüze yemek kültürünün, şehir belleğinin ve yaşamının, arkeolojinin, çevrenin ele alındığını bir festival. Sinop Kültür ve Turizm Derneği başta olmak üzere bir avuç gönüllünün, Belediye’nin ve sponsorların desteğiyle, Sinop Üniversitesi akademisyenlerinin, yeme-içme yazarlarının ve ‘Aylak Lakerda’nın kurucusu Aylin Örnek’in katkılarıyla hayata geçirdikleri festival, aslında tüm şehre yayılan bir şenlik.
Bizi havalimanında karşılayan lakerda üreticisi Aylin Örnek’in başındaki palamut kuyruğu şeklindeki taç, şenliğin ilk işareti. Sinop’un en eski geleneklerinden biri olan Helesa Yürüyüşü’nde elden ele dolaşan palamut kuyruğu tacı, ‘Antik Dönem Ticareti ve Gastronomide Karadeniz Lezzetleri’ sunumundan sonra, kapanış gecesi soluğu dans pistinde alan ünlü tarihçi, dilbilimci ve yemek kültürü yazarı Andrew Dalby ile birlikte festivalin sembolüydü desem yeridir.
DIYOJEN’İN İZİNDE MUTLU BİR ŞEHİR
Yıllar önce bir Avrupa Birliği projesi nedeniyle ziyaret ettiğim Sinop’u, eski Buzhane olan Sabahattin Ali Kültür Merkezi’ndeki panellerden arta kalan zamanda Sinop Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları bölümünden Doç. Dr. Handan Özçelik Bozkurt sayesinde keşfettim. Aynı zamanda rehber olan Bozkurt’a göre, Sinop, ilçesi Gerze’nin sahip olduğu ‘Yavaş Şehir’ unvanını paylaşabilir. Zira bir şehir düşünün ki, AVM’si yok, özel hastanesi yok, geçimini öncelikle balıkçılıktan sağlıyor. Şehrin olanakları kısıtlı ama TUİK araştırmalarına göre, birkaç yıl peş peşe Türkiye’nin en mutlu şehri seçilmiş.
Bozkurt, kıyıları boyunca balıkçı teknelerinin yan yana dizildiği, havasında tatlı bir huzurun olduğu Sinop’un en mutlu şehirler listesinde birinci sırayı hiç kaptırmamasına getirdiği yorum ilginç: “Miletliler döneminde Sinoplu filozof Diyojen’i bilirsiniz elbet. En basit şekilde yaşayarak bile mutlu olunabileceğini söylerdi. Nitekim köpeğiyle birlikte bir şarap fıçında yaşıyor. Kendisinden ne istediğini soran Büyük İskender’e ‘gölge etme başka ihsan istemem’ diyor. Sanki Diyojen’in felsefesinin etkileri devam ediyor. Sinoplular az şeyle yetinen, rahat, huzurlu insanlar.” İşte bu huzurlu insanlar müthiş bir tarihi mirasın üzerinde oturuyorlar. Doç. Dr. Bozkurt’a göre, Sinop şehir merkezi 3. derece arkeolojik sit alanı. Aynen Antakya’da olduğu gibi herhangi bir yerde kazı yaptığınızda tarih fışkırıyor. M.Ö 7.yüzyılda İyon kökenli Miletliler tarafından kurulan Sinop, limanı nedeniyle antik çağların en önemli ticaret merkezi.
ANTİK ÇAĞLARDAN BUGÜNE BALIK KÜLTÜRÜ
Aynı zamanda Karadeniz’in en büyük amfora üretim merkezi. ‘Lakerda Festivali’nin konuşmacılarından Bilkent Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanlığı’ndan emekli Prof. Dr. Dominique Kassab Tezgör, Sinop’ta pek çok amfora atölyesinin ortaya çıkarıldığını anlatıyor. Sinop’ta amfora atölyeleri kazılarının bilimsel başkanlığını yürütmüş olan Prof. Tezgör, amforaları “antik çağların ambalajı” diye tarif ediyor.
Bu ambalajlarla zeytinyağı, şarap ve tuzlu balık, Sinop’tan Kapadokya’ya, Avrupa limanlarından Rusya’ya kadar taşınmış. Amforalara istiflenen tuzlu balık ya da tuzda balığa/ lakerdaya 3006 yıllık denmesinin nedeni... Sinop’un en ünlü amforaları ‘Sinop Kırmızısı’ diye bilenen kırmızı topraktan yapılan havuç şeklinde olanlar. Bazılarında ‘yunus üzerinde kartal’ mührünün olduğu amforalar Sinop’ta bin yıl boyunca üretiliyor ve şehrin Akdeniz ve Karadeniz ticaretinde söz sahibi olmasını sağlıyor.

6’ncı Lakerda Festivali kapsamında düzenlenen Helesa yürüyüşü, halkın katılımıyla gerçekleşti; gelir Mehmetçik Vakfı’na bağışlanacak.
Türkiye’nin çeşitli müzelerinde görebileceğimiz Sinop üretimi amforalara Batı’daki pek çok müzede da rastlamak mümkün. ‘Homeros’u Yeniden Keşfetmek’, ‘Tehlikeli Tatlar: Tarih Boyunca Baharatlar’, ‘Antik Çağ Yemekleri’, ‘Bizans’ın Damak Tadı’ gibi kitapları olan tarihçi, dilbilimci ve yemek kültürü yazarı Andrew Dalby bizi antik çağlara doğru bir lezzet yolculuğunu çıkartıyor. Gastronominin babası diye bilinen, M.Ö 4. yüzyılda Sicilya’da yaşamış Yunanlı şair Arkestratos’un metinlerinden söz ediyor. Zira ‘Lüks Hayat/Hedypatheia’ şiirinde Akdeniz dünyasında en iyi lezzetin nerede olduğuna dair ipuçları veren şair, balık ve deniz mahsulleriyle ilgili en eski metinlerin sahibi ve bu metinleri bizi aktaran kişi Dalby. Can kulağıyla dinlediğim Dalby, eski metinlere dayanarak Sinop’u kuran Miletlilerden önce bu topraklarda yaşayan halkların balıkçılığa hakim olduklarını, hamsi, sardalya, palamut, yengeç, istiridye, kum midyesi gibi deniz ürünleriyle haşır neşir olduklarını anlatıyor. Özellikle palamudun, doğu Karadeniz’den Sinop’a ulaştığında lezzetinin de tam kıvamına geldiği çok eski çağlarda keşfediliyor. Anlayacağınız Sinop’ta antik çağlardan bugüne ulaşan muazzam bir balık kültürü var.
RADAR ÜSSÜNDEKİ AMERİKALILAR
Bu arada festivali düzenleyenlerin 1952-1992 yılları arasında Soğuk Savaş döneminde şehirdeki Radar Üssü’nde görevli dört Amerikalıyı festivale davet etmeleri etkinliğe bambaşka bir boyut katıyor. Düşünün 1960’ların, 1970 ve 80’lerin şehrini yabancılarından gözünden dinliyorsunuz. ‘Amerikan Radarının Şehir Kimliğine Etkisi’ panelinde konuşan Amerikalı emekli asker Kevin Reichley’in gösterdiği eski siyah beyaz Sinop fotoları şehrin geçirdiği değişimi gözler önüne seriyor. Radar döneminde 300 kadar Amerikan askerinin aileleriyle Sinop’ta oturduğu anlatan Reichley burada kurduğu dostlukları günümüze kadar sürdürmüş. En son iki yıl önce şehre gelen Reichley bugün artık hayatta olmayan arkadaşlarıyla hasret gidermiş. Kaybettiği arkadaşlarının salonda olmaları oldukça dokunaklıydı.
Yüreğimize dokunan başka bir konuşmacı ise Hızır7GÜN belgeseline konu olan müzisyen/balıkçı Şerafettin Çaylı oldu. Doğum yeri olan Sinop’un Çaylıoğlu köyüne yerleşen Şerafettin Çaylı bir kartpostal güzelliğindeki köyünü tehdit eden maden ocaklarına karşı verdiği mücadeleyi anlatırken gözler yaşarıyor. Maden ocağına direnme bir yana antik çağlardan bu yana balıkçılıkla geçinen köy halkı Karadeniz’de son dönemde yaşanan balık kıtlığından ötürü mesleğini de yitirmek üzere.

Lakerda yarışması jüri üyeleri Maria Ekmekçioğlu, Ahmet Güzelyağdöken, Seray Öztürk, Elvan Uysal Bottoni, Levon Barış, Tan Morgül gibi gastronominin bilinen isimleri…
Karadeniz eski dönemlerde olduğu artık balık kaynamıyor ve en önemlisi lakerdanın ana malzemesi olan palamut ve torik giderek azalıyor. Bir yarımadada, kalıntılarına şehrin değişik yerlerinde rastlayacağınız bir kalenin içine konumlanan Sinop ile ilgili anlatacak o kadar çok şey var ki. Örneğin Doç. Dr. Handan Özçelik Bozkurt’un etraflıca anlattığı, Sabahattin Ali, Zekeriya Sertel, yazar Refik Halit Karay, gazeteci Burhan Felek, Komünist Parti’nin kurucusu Mustafa Suphi gibi isimlerin yattığı Sinop Cezaevi… Başlı başına bir yazı konusu.
Festivalin ilk gününden son gününe dek bizlere eşlik eden Sinop Kültür ve Turizm Derneği Başkanı Saim Gürbüz, eski başkan Ahmet Çobanoğlu ve geziler boyunca beni her konuda bilgilendiren Sinop Üniversitesi Turizm Fakültesi öğretim üyesi Dr. Alpay Tırıl’a buradan teşekkür ederim.