30 yıl önce Paris’te doğan bir Türk markası Dice Kayek. Biraz başa sararsak, bu serüvenin temelleri ilk nasıl atıldı?
AYŞE EGE: Dice Kayek’in yolculuğu, Paris’te tasarlanan zarif bir gömlek koleksiyonuyla başladı. Klasik beyaz gömleğe getirilen özgün yorum, markanın kimliğini şekillendiren ilk adım oldu. Zamanla bu çizgi, kültürel referanslarla derinleşti; Türk el işçiliğinin zarafetiyle Paris’in modern estetiğini bir araya getiren bir tasarım diline dönüştü. Türk kültürünün zenginliğini, Paris’in sofistike moda anlayışıyla birleştiren bu yolculuğumuz hem Doğu’yu hem Batı’yı yansıtan güçlü tasarımlarla devam ediyor.
Gömlek koleksiyonundan başlayan süreç, kültür ve sanatın iç içe geçtiği bir moda anlayışına nasıl dönüştü?
A.E: Biz, hiçbir zaman sadece bir gömlek veya giysi tasarladığımızı düşünmedik. Bizim için, her bir giysi bir anlatı biçimi. Her koleksiyonumuzda bir hikâye anlattık. Bugün geldiğimiz noktada, bizim için bir elbise, bir sanat eseri veya bir sergiyle aynı derinliğe sahip olabiliyor.
Markanın çizgisini hiç bozmadığını görüyoruz. Moda endüstrisi hızlı tüketim furyasına kapılmışken sektöre ilham veren bir pencereden bakabilmek size tam olarak ne katıyor?
A.E: Moda çoğu zaman hızlıca tüketilen bir şey gibi görülüyor ama aslında bir dönemin ruhunu, kültürünü ve toplumunu yansıtan çok güçlü bir anlatı biçimi. Bizim için tasarım, sadece giyilebilir bir obje yaratmak değil; kalıcı, anlamlı ve zamansız bir hikâye anlatmak demek. Dice Kayek olarak modaya bu perspektiften yaklaşmak, geçici trendlere kapılmadan kendi dilimizi korumamıza olanak sağladı. Sade ama güçlü silüetler, kültürel bağlamdan beslenen detaylar ve yüksek işçilikle şekillenen her parça, bizim bu zamansızlık arayışımızın bir yansıması. Bu yaklaşım, sektöre sadece estetik değil; düşünsel bir derinlik de katıyor.
El işçiliği, detaycılık ve mücevherler de sizin için oldukça önemli…
ECE EGE: Evet, bizim için el işçiliği, detaycılık ve mücevher benzeri süslemeler yalnızca estetik tercihler değil; aynı zamanda birer anlatım aracı. Her bir parça, ustalık ve özenle adeta bir sanat eserine dönüşüyor. El ile uygulanmış işlemeler, dikiş detayları veya süslemeler, bizim için bir elbisenin ruhunu ortaya çıkaran unsurlar. Biz bu detaylarla sadece bir kıyafet değil, aynı zamanda sanat ve bir hissi anlatan bir parça oluşturuyoruz.

Dice Kayek elbiselerinin tasarım süreci nerede başlar? Bir kumaşta mı, bir şehirde mi, yoksa bir duyguda mı?
E.E: Birçok koleksiyon ve tasarımlarımızda olduğu gibi, bu süreç çoğu zaman kültürel köklerimizden beslenen duygular ve hikâyelerle başlar. Bu bazen bir mimari yapı, bazen bir şehir, bazen de hislerden ilham alır.
Zamana meydan okuyan bir tasarım yapmanın sırrı nedir?
E.E: Moderniteyle gelenekselliği harmanlayarak, geçmişin özünü anlayıp onu bugünün diliyle yeniden yorumlayabilmek diyebilirim…
Peki, gelelim ‘Istanbul Contrast’ koleksiyonuna. Paris’teki başarısına yıllar sonra yenisini ekledi. Koleksiyondan dört elbise St. Petersburg Hermitage Müzesi’nde sergilenecek. Nasıl gelişti bu süreç?
A.E: Dice Kayek olarak geçmişte ‘Victoria and Albert Museum ve Musée des Arts Décoratifs’ gibi kurumlarla gerçekleştirdiğimiz projelerde bu etkileşimi birebir yaşadık. Bir giysinin sadece bir moda objesi olmadığını; bir hikâye taşıyabileceğini, bir hafızaya dokunabileceğini bu ortamlarda daha güçlü bir şekilde anlatabiliyoruz.
St. Petersburg Hermitage Müze serüvenimiz ise, bu anlayışın uluslararası bir yansıması oldu. ‘Istanbul Contrast’ koleksiyonumuz, Doğu ile Batı’nın kesişim noktasındaki İstanbul’un tarihsel ve kültürel katmanlarından ilham alarak oluşturulmuştu. Bu koleksiyon, daha önce Victoria and Albert Museum ve Musée des Arts Décoratifs gibi prestijli kurumlarda gördüğümüz ilgiyi Hermitage’a taşıdı. Dört elbisenin kalıcı koleksiyon kapsamında sergilenecek olması, bizim için yalnızca estetik değil, kültürel bir değer taşıyor. Çünkü bizce bir elbise, ait olduğu coğrafyanın sesini ve ruhunu taşıyorsa; o zaman zamanın ötesine geçebiliyor.
Global müzelerde yer alıyor olmak marka için yeni bir gelişme değil ama her ülkenin kültürel hayatında yer alıyor olmak yeni bir nefes olmalı. Neler hissediyorsunuz?
A.E: Bir elbisenin, giysinin yalnızca bir moda objesi olmadığını, bir hikâye taşıyabileceğini veya bir hafızaya dokunabileceğini bu ortamlarda daha güçlü bir şekilde aktarabiliyoruz. Bu nedenle dünyanın farklı yerlerinde birçok müze ve kurumlarda bir giysiyi izleyiciyle birleştirmek bambaşka bir bağ kuruyor bu da bizim için çok kıymetli.
Koleksiyondan seçilen bu dört elbiseyi anlatır mısınız bize? İstanbul’u nasıl ifade ediyor?
A.E: Bu dört elbise, Topkapı Sarayı’nın mimari detaylarından Ayasofya’nın kubbelerine, Bizans mozaiklerinden Osmanlı süsleme sanatına kadar uzanan bir ilhamla tasarlandı. Her biri, İstanbul’un tarihi katmanlarını hem yapısal hem de duygusal bir biçimde yansıtıyor. Altın işlemeler, kubbe formunda kurgulanan hacimler ve zarif silüetler; kentin geçmişiyle bugünü arasında bir köprü kuruyor.
Bu elbiseler, sadece birer tasarım objesi değil, aynı zamanda İstanbul’un çok katmanlı kimliğini taşıyan heykelsi anlatılar gibi. Hermitage Müzesi’nde sergilenecek olmaları da bu kültürel derinliğin evrensel bir dille buluşması anlamına geliyor.
Şu sıralar üzerinde çalıştığınız bir koleksiyon var mı?
A.E: Paris Fashion Week için heyecan verici projelerimiz var. Dünyanın birçok prestijli noktasında satışlarımız devam ediyor. Amerika’da Neiman Marcus ile özel bir koleksiyon hazırlama sürecindeyiz. Aynı zamanda Le Bon Marché için de özel bir pre-koleksiyonumuzu mağazalara sunuyoruz. Bunun yanı sıra, uluslararası müzelerle yeni sergi projeleri üzerine de görüşmelerimizi sürdürüyoruz.
