Sakıp Sabancı Müzesi, 13 Eylül’den bu yana Amerikalı feminist sanatçı ve akademisyen Suzanne Lacy’nin ‘Birlikte/Together’ sergisini ağırlıyor.
Sakıp Sabancı Müzesi’ni en son Alman sanatçı Georg Baselitz’in ‘Son On Yıl’ sergisi için ziyaret etmiştim. Peşinen söyleyeyim; feminist sanatın yanı sıra katılımcı toplum odaklı performans sanatının öncülerinden biri olan Suzanne Lacy’nin sergisi, şimdiye kadar bu müzede gördüğüm sergilerden her yönüyle farklı. Nazan Ölçer’den müdürlük görevini devralan Profesör Ahu Antmen’in de farklı müzecilik anlayışını ortaya koyuyor. Antmen, bence müze müdürü olarak ilk sergisinde hayli cesur.
Suzanne Lacy sergisini birlikte gezme fırsatını bulduğum Antmen, müzede İstanbul Bienali’ne paralel sergilerin genellikle Akbank sponsorluğunda düzenlendiğini ancak bu kez Sabancı Vakfı ile çalıştıklarını söylüyor.
“Vakıf toplumsal cinsiyet eşitliği başta olmak üzere çeşitli sosyal değişim projelerini hayata geçiriyor. Bu bağlamda Lacy’nin sergisinin içeriğiyle Sabancı Vakfı arasında birebir bir ilişki var. Bu sergiyi vakıf ile yaparsak doğru bir birliktelik olur diye düşündük” diyor ve ekliyor:
“Sabancı Vakfı’nın özellikle Birleşmiş Milletler Kalkınma Programları çerçevesinde yaptıkları o kadar yaratıcı projeler var ki... Bir anlamda o projeler sanatın alanına giriyor; çünkü sanatsal performans gibi. Vakfın amacı insanları dinleyerek, onlara farklı kanallar açarak, çeşitli eğitim programlarına yönlendirerek toplumsal dönüşümü sağlamak. Suzanne Lacy’nin sanatının temelinde de toplumsal dönüşüm var.”
Türkiye’deki ilk sergisinde, katılımı, dayanışmayı ve birlikte öğrenmeyi bir sanat biçimine dönüştüren Lacy’nin yıllara yayılan eserlerini görmek mümkün.
YENİ TÜR KAMUSAL SANAT
Ahu Antmen ile sergi gezimiz sırasında ‘kamusal alanda sanat’, ‘sanat kimin içindir’, ‘yeni müzecilik anlayışı’ gibi sanatla ilintili pek çok kavram da gündeme geliyor.
Suzanne Lacy, 1970’li yıllarda önemli bir akım olan feminist aktivizmden gelen bir sanatçı.
80’lerden itibaren de ‘yeni tür kamusal sanat’ diye tarif ettiği bir alanda çalışmaya başlıyor.

Bu alanın ne olduğunu Antmen şöyle açıklıyor: “Kamusal sanat dediğimiz zaman genellikle aklımıza şehrin merkezinde bir kahramanın heykeli gibi bir şey gelir; figüratif bir sanat düşünürüz. Suzanne Lacy’nin ‘yeni tür kamusal sanat’ diye tarif ettiği işlerinde çok sayıda insan bir araya geliyor, birlikte canlı tablolar oluşturuyorlar. Teatral diye tanımlanabilecek kurgunun ardında toplumsal meseleleri konuşarak bir dönüşüm tetikleme fikri yatıyor.”
Suzanne Lacy, dünyanın çeşitli ülkelerinde -öncelikle kadınlar ve gençler olmak üzere- farklı kesimlerden gönüllüleri buluşturduğu performanslarında kimlik, özgürlük, şiddet, istihdam, ekonomik çıkmazlar, göçmenlik, yaş alma gibi hayatın gerçeklerini ele alıyor.
Sanatçının Sakıp Sabancı Müzesi’nde yer alan işleri arasında Kaliforniya, San Diego’daki La Jolla sahilinde 154 kadının toplandığı ‘Fısıltı, Dalgalar, Rüzgâr’, Minnesota Minneapolis’te bir alışveriş merkezinde 430 kadının canlı bir dayanışma motifi oluşturdukları ‘Kristal Örtü’, New York Brooklyn’de bir sokakta 400 kadını buluşturan ‘Kapıyla Sokak Arasında’ ve Ekvator’un başkenti Quito’da binlerce kadının gördükleri şiddetle ilgili yazdıkları mektupları okumak üzere 300 erkeğin bir boğa güreşi arenasında toplandığı ‘Kendi Elinle’ işleri görülebilir.
İstanbul’a gelmeden önce Basel’de Tinguely Müzesi’nde sergilenen ‘Kendi Elinle’ videosunda kadına şiddeti erkeklerin ağzından -üstelik maçoluğun simgesi bir boğa güreşi arenasında- dinlemek hayli ilginç.
Bu arada gönüllü erkeklerin arenadaki performanstan önce ‘erkekliğin ne olduğu’ meselesini, eğitim gördükleri atölyelerde masaya yatırdıklarını not düşeyim. Aksi takdirde bir erkeğin ağzından kadınların gördüğü şiddeti duyamazdık.
MÜZECİLİĞİN DÖNÜŞÜMÜ
Bu ‘yeni tür kamusal sanatıyla’ ilgili olarak ‘Sanat değişim yaratmanın en etkili biçimi olmayabilir ama çok ilginç bir biçimi’ diyen Suzanne Lacy, nicedir tartışılan “sanat sanat için mi yoksa toplum için mi” sorusunu tekrar aklıma düşürüyor.
Ahu Antmen bunun ‘bir türlü içinden çıkamadığımız bir soru’ olduğunu belirterek şöyle diyor:
“1970’lerin Lacy’si, bireysel performanslarıyla “sanat toplum, toplumsal değişim içindir” mesajını veriyordu. Ama daha sonraki yıllarda bu mesajı bireysel performanslarla değil, Ekvator’da olduğu gibi çok büyük boyutlu toplumsal performanslarla veriyor. Sonuçta sanat, sanat için mi, sanat toplum için mi sorusuna her dönemin getirdiği farklı bir yaklaşım var.”
68 hareketinden gelen Suzanne Lacy, sanatını da dönüştürmeyi başarmış. “50 yıllık bir kariyerden söz ediyoruz ve Lacy hâlâ çok güncel” diyen Ahu Antmen’e, gördüğüm işlerin Sabancı Müzesi’nde sergilenmesinin cesur bir çıkış olduğunu söylüyorum.
“Biraz cesur oldu, farklı bir sergi. Zira daha geleneksel, resim ve heykel gibi pratikler bekleyen izleyicilerimiz var. Bu işler var olmayla, katılımla, okumayla, dinlemeyle ilgili. Bunlar yeni müzeciliği tanımlayan şeyler. Müzecilik de artık daha farklı toplumsal katmanları, konuları katılımcı bir biçimde bünyesine çekmeye çalışan bir yapı. Yani müzeler artık daha çok toplumsal hizmet vermek istiyor” diye yanıtlıyor. Lacy’nin farklı dönemlerde yaptığı performansları, kolektif deneyimleri Sabancı Müzesi’nde izlemek müzeciliğin dönüşümünü de gösteriyor aslında.
PİYASA KAYGISI YOK
Suzanne Lacy’nin kendisini ‘feminist sanatçı’ olarak tanımlamasından yola çıkarak, toplumsal cinsiyetle ilgili çalışmaları olan Ahu Antmen’e ‘feminist sanatçı’ tanımını yapmasını rica ediyorum. “Toplumsal cinsiyet düzenini irdeleyen, sorun eden ve görünür kılan bir sanatçı olarak tarif ederim” cevabını alıyorum.
Akla gelen ilk isimlerden biri, çoğu işi erkek düzenine bir başkaldırı olan Şükran Moral.
Ahu Antmen’in feminist sanatçı olarak verdiği örnekler arasında Nur Koçak, Canan, bazı işleriyle Füsun Onur ve Gülsüm Karamustafa gibi isimler var.
Antmen, feminist sanatçıların sanatsal dağarcığa getirdiği müthiş bir zenginliğin altını özellikle çiziyor: “Kumaş kullanımı, dikiş, gündelik hayattan her türlü malzeme olabilir. İçerik, malzeme, biçim olarak büyük bir zenginlik, bir açılım getiriyorlar. Bu Türkiye’deki sanatçılar için de geçerli.”
Kimi sanatçıların kendilerini feminist kategorisine sokmak istemediklerini söyleyince, “Sanat dünyasında kendisini feminist olarak konumlandırmak bazen riskli bir pozisyon, çünkü kısıtlayıcı. Suzanne Lacy açıkça söylüyor, zira onun varoluşu feminizm üzerinden. Piyasa kaygısı yok” diye yanıt veriyor.
Ahu Antmen’in feminist sanatla ilgili şu tespiti önemli:
“60’lı, 70’li yıllarda feminist sanat inanılmaz bir yükseliş yaşadı. Kitaplarla beraber. Şu anda da öyle; hatta bazı erkeklerin artık kendisini feminist olarak nitelendirmesi mümkün ve bunu görüyoruz. Marjinalize edilen bir konum değil şu anda. Ama bu dalga geçer, çünkü sanat dünyasında moda gibi trendler var. Bu dalga geçtiği zaman yine feminist sanat bugünkü kadar vurgulanmaz.”