Dünyanın en prestijli etkinliklerinden Cannes Film Festivali, bu yıl sinema kadar kıyafet yönetmeliğiyle de gündemde. Festival yönetimi, kırmızı halı kurallarında köklü bir değişikliğe giderek transparan ya da aşırı volümlü elbiseleri. Yeni yönergelere göre davetlilerin “edepli giyinmesi” bekleniyor. Yani artık Bella Hadid’in 2021’de giydiği şeffaf Saint Laurent elbisesi ya da Elle Fanning’in büyük kuyruklu couture görünümü gibi dramatik tercihlere veda ediyoruz. Fransa gibi laik, özgürlükçü ve bireysel ifade hakkını anayasa düzeyinde koruyan bir ülkede bu karar, sadece moda çevrelerinde değil, kültürel ve siyasal düzlemde de tartışma yarattı. Cannes’da çıplaklık yasaklanabilir mi? Bu, sanatsal ifadenin sınırlarını daraltan bir sansür mü, yoksa ev sahipliği yapılan kamusal alanda adabı muaşerete uygun bir kural mı?

Sınır nerede başlar?
Festival yetkilileri, bu yeni kuralların “mantıklı” sebeplere dayandığını belirtiyor: Uzun kuyruklar koltuklara oturmayı zorlaştırıyor, neredeyse çıplak kıyafetlerse diğer konukları rahatsız edebiliyor. Ancak satır aralarındaki mesajlar daha derin. Bu karar, 2015’te düz ayakkabı giydiği için kırmızı halıya alınmayan kadınları ya da 2022’de göğsünü açarak Ukrayna savaşı protestosu yapan aktivistin ardından yaşananları hatırlatıyor.
Fransa bir yandan özgürlüğü kutsarken, diğer yandan “görgü” ve “estetik” adına sınırlamalara başvurabiliyor. Bu da bizi şu soruya getiriyor: Kültürel özgürlük nerede biter, kurum itibarı nerede başlar?
Kırmızı halı, sadece bir fotoğraf zemini değil; yıllardır bireysel ifade, cinsiyet politikaları, beden çeşitliliği ve sosyal hareketler için bir vitrin. Rihanna'nın hamileliğiyle gururla taşıdığı transparan görünümü, Kristen Stewart’ın topuklu ayakkabı yasağına karşı terlik giymesi gibi anlar bunun örneğiydi. Şimdi bu alanın sınırlandırılması, pek çok stilist ve tasarımcı için yaratıcı özgürlüğün tırpanlanması anlamına geliyor.
Eleştirmenler, bu tür kuralların aslında kadın bedeni üzerindeki kontrol arzusunun modern bir versiyonu olduğunu savunuyor. Üstelik bu tür kısıtlamalar, Cannes gibi bir platformda ‘saygı’ adı altında giyinme özgürlüğüne ket vuruyor.
Cannes örneği, Fransa’nın çok iyi bildiği bir çelişkiyi yeniden görünür kılıyor: Özgürlükle düzen, bireysel haklarla kamusal temsil arasındaki ince çizgi. Ünlü Fransız yazarı Roland Barthes’ın dediği gibi: “Moda hem bireyseldir hem kolektiftir; hem özgürdür hem de kuralcı.”
Cannes’ın yeni kıyafet rejimi bu paradoksun tam ortasında duruyor. Kimileri için bu karar bir “estetik düzeltme”, kimileri içinse açıkça bir sansür.
Moda, sadece bir giyim meselesi değil, politik bir duruş ve varoluş şekli. Cannes Film Festivali gibi kültürel kurumlar, yalnızca filmleri değil, bu duruşları da sahneye taşır. Yeni kural seti, bu yıl kırmızı halıyı biraz daha tek tip, biraz daha sessiz bir hale getirebilir. Ancak bu, sorulması gereken esas soruyu değiştirmez: “Çıplaklık mı rahatsız edici, yoksa onu sansürleme arzusu mu?”