Genellikle İstanbul Bienali dönemlerinde kapılarını açan tarihi Abdülmecid Efendi Köşkü’ndeki ‘Folia’ başlıklı sergiyi küratörler Selen Ansen ve Eda Berkman ile gezdik.
Köşkün önünden en üst katlara uzanan, nesli tükenen bitki meraklısı Brezilyalı Camila Rocha’nın devasa metal yeşil-kırmızı parlak eğreltiotu, köşkün içerisinde nasıl sihirli bir alemle karşılaşacağımızın ilk işareti. Hazırlık süreci yaklaşık iki yıl süren ‘Folia’ sergisiyle ilgili Selen Ansen, “Büyülü Bahçe teması Ömer Koç’un fikriydi. Bu fikrin bizde neler çağrıştırdığını Eda ile birlikte uzunca düşündük” diyor.
Folia’nın iki anlamı var: Biri latince yaprak anlamında yani direkt doğayı, bahçeyi çağrıştıran bir sözcük. Diğeri ise ‘delilik’ ancak Eda Berkman’ın dediği gibi “Bu deliliğin aslında doğayla bağlanan bir tarafı var. Doğanın o coşkunluk hali, hem hiç durmadan üreme ve hiç durmadan çürüme halleri bir nevi çılgınlık aslında!”
Bahçenin sihir, oyun, büyü, masal, hayal, doğayla ilişkisine vurgu yapan sergideki eserlerin bir kısmı Ömer Koç Koleksiyonu’na ait, diğerleri kurumlardan, yerli/yabancı sanatçılardan ödünç alınmış.
Bazıları mekana özgün üretilmiş ya da uyarlanmış. Köşkün hemen girişinde mermer kaidelerin üzerindeki büst şeklindeki eserler Ecem Yerman, Kukuli Velarde, Zoe Williams, Gerard Mas ve Sena’ya ait.
Mermer havuzlu ana salonda sizi fıskiyeli küçük mermer havuzun üzerinde bakır tele sarılmış kurumuş çiçeklerden Rebeca Louise Law’un, bir benzerini geçtiğimiz nisan ayında Londra’da Saatchi Galeri’de gördüğüm müthiş yerleştirmesi karşılıyor.
Havuzun yanında ve karşısında Yaşam Şaşmazer’in kağıt hamuru, çamur, toprak, bitki lifleri gibi malzemelerde ürettiği, toprağa karışmaya hazır iki insan bedeni ölüm gerçeğini gözümüze sokuyor. Zaten Belçikalı sanatçı Tamar Kasparian’ın toprak eseri de Şaşmazer’ın hemen yanı başında.
Gece ve Gündüz ile Nadire Kabineleri
Şaşmazer’in yosun, toprak, strafor ile ürettiği, yan odadaki çini şömeniden salona ‘sızan’ dev yosun yığını ‘Terra Serpens’ biraz da istilacı bir doğayı çağrıştırıyor. Bu sergi için özel ısmarlanmış.
Yosunu adeta kusan çini şömenin yanındaki odacıkta Mehtap Baydu’nun, sergi için uyarlanmış, bahar çiçeklerinden oluşan şiirsel güzellikteki ‘Güllük Gülistanlık’ eserini görebilirsiniz. Esere yakından bakınca çiçeklerin yaprakları ten dokusunda. Zira eser sanatçının kendi bedeninin bölgelerinden aldığı kalıplardan oluşmuş. Üzerlerinde porselen tozu serpiştirilmiş, sapları bronz döküm.
Baydu’nun ‘Haiku Bahçesi’nin karşısında, köşkün bir av köşkü olarak yapılmış olmasına atfen Anne Wenzel’in öldükten sonra iç organları dışarı çıkmış bir geyiğin heykeli…
Yine giriş katında karşılıklı aydınlık ‘Gündüz Odası’ ve karanlık ‘Gece Odası’, doğanın her halini zapt eden eserlerle dolu ve ‘Nadire Kabineleri’ havasında.
Yağlıboya, suluboya tablo, heykel, kağıt ve seramik işlerin her birinin hikayesi ayrı.
Erol Akyavaş, Camile Rocha, Ahu Akgün, Tufan Baltalar, Necla Rüzgar, Sena ‘Nadire Kabineleri’nin sanatçıları arasında.
Köşkün birinci katına çıkan merdivenlerin yanı başında Brezilyalı heykeltraş Henrique Oliveira’nın ‘Miasmas’ ile Defne Tesal’ın jüt iplikle ördüğü ‘İçimde Oturanlar’ eserleri yerleştirilmiş.
Birinci kata da tırmanan mekana özgü ‘Miasmas’ eğilip bükülmüş bir ağaç görüntüsünde. Eserin üzerindeki hafif ahşap kaplama Brezilya’nın ünlü gecekonduları yani favelalarında kullanılan bir malzeme.
Merdivenden çıkarken size eşlik eden Alix Marie’nin ‘Proteus’a Sunular’ eseri yeşil ellerin tuttuğu balmumundan yapılmış protea çiçekleri…
“Eseri merdivenden çıkarken size çiçekler sunuluyormuş gibi yerleştirdik” diyor Selen Ansen. “Proteus istediğinde şekil değiştirebilen, her türlü canlının kılığına giren tanrı. Dolayısıyla, bu yerleştirmenin niyeti iyi mi, kötü mü tahmin etmek zor” diye ekliyor.
Canan bambaşka alemlere sürüklüyor
Köşkün birinci katında en çok neyi sevdim derseniz, daha yeni yeni Mardin’de Arura Oteli’nin galerisinde karşıma çıkan sanatçı Canan’ı. Abdülmecid Efendi Köşkü’ndeki eseri Şehretün’nar…
İşine masalı, sihri, büyüyü, renk cümbüşünü, pırıltıyı katmasına bayıldığım Canan’ın bir odayı dolduran eserinde uçan kelebekler, ışıltılı bir ağaca konmuş dev kuşlar, cinler, yarı hayvan yarı insan yaratıklar sizi bambaşka alemlere sürüklüyor.
Arter’de devam eden ‘Basınç Altında, Suyun Üzerinde’ karma serginin sanatçıları arasında olan Diyarbakır doğumlu sanatçı Fatoş İrwen’in ‘Folia’ birkaç eseri yer alıyor. Bunlardan biri ‘Zaman Hasadı.’
Sanatçının yere döktüğü toprağın üzerine kurumuş pamuk saplarını yerleştirerek ürettiği eser yanmış bir pamuk tarlasını andırıyor. Ancak beyaz pamuk yerine sapların üzerinde saçlardan yapılmış minik toplar var. Saçlardan yapılan ufaklı, irili toplar Fatoş İrwen’in alametifarikası. Zira uzun zaman geçirdiği Diyarbakır zindanlarında kullanabileceği tek malzeme kendi ve diğer tutukluların saçları. Eser Mezopotamya’nın yok olmuş bereketli topraklarını temsil ediyor.
Köşkün zarif bezemeleriyle hoş bir tezat oluşturan Brezilyalı sanatçı Maria Nepomuceno’un ipli, boncuklu eserleri, Douglas White’ın eski kamyon lastiklerinden ürettiği siyah palmiye ağaçlarını sergiye damga atan başka eserler.
Benim gibi sergiyi gezerken ‘Alice Harikalar Diyarı’nda duygusunu yaşamak istiyorsanız Abdülmecid Efendi Köşkü’nün yolunu tutun.