Yepyeni bir heyecan… ‘Tabula Rasa’ albümünüz dinleyicilerle buluşuyor. 6 yıl boyunca beklediğinizi söylediğiniz bu albüm ile başlayalım sohbetimize.
Tabula Rasa, 11 eserin buluştuğu bir albüm. Ben klasik müzikten geliyorum ve biraz özüme dönmek istedim; klasik müzik ağırlıklı çalıştım bu albümde. Müzik herkes için bir terapi. Birkaç yıldır çok üzücü olaylar yaşadık, istedim ki hayatı yeniden biraz daha güneşli hissedelim. Uzun bir süredir yani 6 yıl kadar müzik özelinde yeni şeyler çalışmamıştım. Yaklaşık 1,5 yıl boyunca çok sevdiğim isimlerle bir araya gelerek bu albümü oluşturduk. Albümdeki her şeye hakimim. Kendim çalıştım, kendi prodüksiyon şirketimden çıkardım, klipleri kendim yönettim, senaryolarını kendim yazdım. Bu bana güç, özgürlük ve motivasyon veriyor.
‘Tabula Rasa’ Latince yeni bir sayfa ve yeni bir başlangıç demek. Biliyorsunuz ki ben de anne oldum; yeni sayfalar açıldı hayatımda…
Nasıl gidiyor annelik?
Affedersiniz ama ben çok iyi bir anneyim. Her şeyi hallediyorum. Evimi bile süpürebiliyorum! (Gülüyor) Önümüzdeki günlerde bir turnemiz olacak, bebeğim de yanımda olacak. Tabii o sırada nasıl olur bilemiyorum. Annem ve babam bana destek olacak.
Müziğe çocuk yaşta başladığınızdan beri birçok farklı kültürü ve sahneyi deneyimlediniz. Bugün Karsu’yu en çok hangi kültürel katman şekillendiriyor?
Amsterdam’da 160 farklı ülkeden insanlar var, farklı kültürler var; bu isteseniz de istemeseniz de sizin DNA’nıza geçiyor. Benim en iyi arkadaşlarım Bosnalı, Ganalı… Biz hepimiz aynıyız fakat oturduğunuzda sohbetiniz sırasında elbette kültürel farklılıklardan konuşabiliyorsunuz. Örneğin, “Sizin oralarda düğünler nasıl oluyor?” veya “Sizin yemeklerde neler var?” gibi konuşmalar olabiliyor. Elbette müzikte de oluyor ister istemez. Her kültür insana farklı bir şey katıyor.
Masamda çok tabak var
Hollanda’da büyüyen, Türkiye’de ise çok sevilen bir sanatçı olarak iki ülke arasında kimliğinizi ve müziğinizi nasıl dengelediniz?
Hiçbir zaman, “Kimler benim müziğimi dinler?” diye düşünerek müzik yapmadım. Öyle yapsam zaten bir plak şirketiyle çalışıp, insanların istediklerine göre müzik yaparım. Zannediyorum ki bir aşçı da gelen misafirler ne sever diye mutfağa girmez. Burada önemli olan benim ne anlatmak istediğim, benim yaşadıklarım, benim ilhamım… Yaratıcılık insanın içinden geliyor. Dolayısıyla müziğimi dinlemek isteyenler buyursun gelsin, masamda çok tabak var. Diğer türlü kendimi kısıtlarım ve özgürlüğümü kaybederim.
“Özgür bir müzisyenim” diyorsunuz yani?
Tamamen. Benim menajerim annem, prodüksiyon şirketi benim. Bir toplantı yapmam gerektiğinde oturup kendi kendime düşünüyorum ne yapsam ne etsem diye.
Kariyeriniz boyunca caz, klasik, Türk müziği, pop gibi çok farklı türleri harmanladınız. Bu özgür tavır bir avantaj mı, yoksa müzik endüstrisinde sizi bazen zorlayan bir durum mu?
Türkiye’de çok kısa bir sürede kabul edildim müziğimle. Ama Avrupa’da bu uzun bir zaman aldı. Orada seni bir kutuya koymak istiyorlar. “Sen nesin? Caz mı yaparsın? Pop mu yaparsın?” gibisinden bir kategoriye sokmak istiyorlar. Avrupa’da radyolarda çok çalınmıyorum bu yüzden. Çünkü bir radyo caz radyosuysa pop ritimli şarkıları çalmak istemiyor. Tüm bunların içerisinde yerimi bulmak biraz zordu. Türkiye’de böyle değil, buradaki müzik özünü kaybetmiyor ve bunu seviyorum.
Festival ve konser sahnelerinde çok güçlü bir performansınız var. Sahnede kendinizi en özgür hissettiğiniz an ne zaman oluyor?
Konser bittiği an en özgür hissettiğim an. Çünkü ekibimle üzerinde çalıştığım tüm püf noktalar hedefine ulaşmış oluyor. İnsanlar dans etmeye başlıyor konser bitiminde, çok rahatlamış hissediyorum.

Dünya sahneleri ile Türkiye sahnelerini karşılaştırdığınızda; seyirciyle kurduğunuz bağ açısından en büyük farklar neler?
Hollanda ve Almanya’daki seyirciler sanki biraz mesafeli. O durum beni bazen zorluyor çünkü seyirci heyecanını müzisyenlere ne kadar hissettirirse sanatçı o heyecanı onlarla birlikte yaşıyor. Avrupa’da bu yüzden bir heyecan eksikliği olabiliyor ama yine de bizim verdiğimiz enerjiyle oraları coşturabiliyoruz.
Son yıllarda müzik dinleme alışkanlıkları dijitale kaydı. Sizce Spotify/YouTube kuşağı ile sizin müziğiniz nasıl buluşuyor?
Bu bence kesinlikle bir avantaj. Çünkü sınırsız bir şey oldu bu. Ben de kullanırken inanılmaz ilham alıyorum. Bir dükkana gidip o albümü bulup almak bence hala olması gereken romantik bir şey ama dinlemek istediğiniz parçayı anında yanınızda bulabilmek çok daha büyük bir kolaylık. Bir tıkla dinleyicinizle buluşabilmek harika! Biraz da bu yüzden sosyal platformları çok seviyorum.
Yemek yapmak ve müzik yapmak arasında benzer bir bağ kuruyorsunuz. Bu metaforu biraz açabilir misiniz?
Enstrümanlar, melodiler hepsi birleşip bir şarkıyı oluşturuyor. Yemekte ise birçok malzeme birleşip bir tabak oluşturuyor. Kesinlikle benzer!
Evlerden enstrüman topladık
Peki, Hatay’da bir müzik okulu açtınız. Oradaki hikâyeyi çok merak ediyorum, nasıl gelişti her şey?
Ben bir yemek kitabı yazdım ve onun geliriyle Hatay’a bir şeyler yapmak istedim. Büyük bir proje olsun ki çok sayıda kişi yararlanabilsin istedim. Bana en yakın olan şey müzik ve bir müzik evi açalım dedik. Eşimle birlikte Amsterdam’da 30 evi gezerek kullanılmayan enstrümanları topladık. Annem, kayınvalidem… Hepsi evleri gezerek tahminen 100-150 enstrüman toplamamıza yardım etti. Türkiye Konsolosluğu ve Hollanda Konsolosluğu’nun yardımıyla onları Hatay’a yolladık. Şu anda yaklaşık bin 100 öğrencimiz var. İnanılmaz güzel haberler alıyoruz onlardan. Müzik, öğrencilere terapi gibi geliyor. Anneler için dikiş-nakış yeri açtık, Hatay’da sporla ilgilenen genç kızları destekliyoruz.
Ülkece büyük bir kabus yaşadık ama ailesinden kayıplar yaşayan sizler için daha zordu elbette bu süreç. Hatay için bir şeyler yapıyor olmak size iyi geliyor mu?
En başından beri elimizden gelen her şeyi yapmaya çalıştık. Hollanda hükümeti de bu konuda bize çok destek oldu. Yaralarımızı sarabilmek mümkün değil, dört nesli kaybettim. Fakat şu an Hatay için, çocuklar için bir şeyler yapabiliyor olmak güzel.
Önümüzdeki dönemde Karsu’dan nasıl bir proje, belki beklenmedik bir işbirliği ya da farklı bir tarz göreceğiz?
Projeler var ama tam netleşmeden söylememeliyim. Zaten büyük bir projenin içerisindeyim, anne oldum!
Yeni albümünüzün bir konser serisi başlayacak o zaman değil mi?
Evet, çok heyecanlıyım! 30-31 Ekim’de İstanbul Kongre Merkezi’nde, 2 Kasım’da Eskişehir Atatürk KSKM’de, 4 Kasım’da Bursa Merinos AKKM’de, 6 Kasım’da İzmir Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu’nda ve 8 Kasım’da Ankara Congresium’da dinleyicilerimi yeni albümümle buluşturacağım. Herkesi bekliyorum!