‘Bilim Kadınları İçin’ programı 23. yılını doldurdu. Programın en büyük başarıları ve sizi en çok etkileyen anlar hangileriydi?
İREM KARAODA TANRIKULU: Programı 23 yıldır kesintisiz olarak sürdürmemiz en büyük başarılarımızdan biri. Bu istikrarlı devamlılık sayesinde Türkiye, 140’tan fazla ülke içerisinde programı en çok destekleyen ilk beş ülke arasına girdi. Türkiye’de ise en uzun soluklu kurumsal sosyal sorumluluk projelerinden biri olarak bugüne kadar 128 bilim kadınının ödüllendirerek onların başarılarını taçlandırmakla kalmadık; toplumda görünürlüklerini artırarak rol model olmalarına da destek olduk. Her biri, bilimin ilerlemesine yaptıkları katkılarla yalnızca akademide değil, toplumda da ilham kaynağı haline geldi.

Şimdi bir de kitapla taçlandı…
İ.K.T.: ‘Bilim Kadınları İçin: Bilimin İzinde Cesur Türk Kadınlarının Hikâyesi’ kitabı ile başarı hikâyelerinin kalıcı hale gelmesi ve gelecek nesillere miras olarak bırakılması ‘Bilim Kadınları İçin’ programının duygusal açıdan en özel dönüm noktalarından biri oldu. Bu kitap, programın yarattığı etkiyi sadece akademik çevrelerle sınırlı bırakmayıp, toplumun geneline yayma ve genç kızlarımıza "sen de yapabilirsin" mesajını verme stratejimizin en güçlü adımı...
Peki, kitap işbirliği nasıl filizlendi?
MİLİTAN GÜCÜM: Kırmızı Kedi olarak yayıncılığa başladığımız günden bu yana, düşüncenin, bilimin ve sanatın, aydınlanmadaki yerini savunduk. Bizim için kitap yayımlamak yalnızca bir kültürel faaliyet değil; toplumun bilincine, özgürlüğüne ve eşitliğine katkı sunan bir eylem... Kadın ve bilim ilişkisi, aslında modern dünyanın vicdanıdır. Bilim, kadının zekâsıyla, sezgisiyle ve emeğiyle birleştiğinde, insanlık için dönüştürücü bir güç haline gelir. Biz bu projeye sadece bir yayın değil, bir sorumluluk gözüyle baktık. Çünkü bu kitap, bilime yön veren kadınların hikâyelerini duyurmanın ötesinde, toplumun geleceğine dair bir söz veriyor: “Eşitliğin olmadığı yerde ilerleme de olmaz.” Kırmızı Kedi için bu işbirliği, tam da bu yüzden çok anlamlı. Aydınlanmanın kadınla, bilimin vicdanla, yayıncılığın da toplumsal sorumlulukla birleştiği bir noktada duruyoruz.

Kitapta yer alan hikâyelerden sizi en çok etkileyen veya ilham veren öykü hangisi oldu?
İ.K.T.: Her hikâye, bilimin farklı alanlarında azim, merak ve kararlılıkla ilerleyen kadınların ilham verici yolculuklarını anlatıyor. Bu nedenle, tek bir hikâyeyi seçmek benim için gerçekten zor. Çünkü kitap içerisinde bulunan her hikâye birbirinden özel. Ancak özellikle, zorluklara rağmen bilimin peşini bırakmayan ve bugün genç kızlara örnek olabilecek bilim kadınlarının hikâyeleri bizi en çok etkileyen bölümler arasında. Çünkü, “Dünyanın bilime, bilimin kadınlara ihtiyacı var.”
M.G.: Bu kitabı hazırlarken beni en çok etkileyen şey, Türkiye’de ne kadar çok özel kadının sessizce, büyük bir özveriyle çalıştığını görmek oldu. Laboratuvarlarda, üniversitelerde, araştırma merkezlerinde, isimleri çok bilinmeden, ama bilime sarsılmaz bir inançla emek veren kadınlar… Onların hikâyelerini dinledikçe hem gurur hem şaşkınlık hissettim. Çünkü çoğu, görünür olmayı değil, fayda üretmeyi seçmişti.
Bilim ve kadın teması, sizce toplumda ne kadar görünür? Bu görünürlüğü artırmak için neler yapılabilir?
M.G.: Ne yazık ki hâlâ yeterince görünür değil. Kadınların başarıları genellikle ‘istisna’ olarak anılıyor, oysa bu başarılar sistematik bir emeğin ürünü. Görünürlüğü artırmak için önce dilimizi, sonra alışkanlıklarımızı dönüştürmemiz gerekiyor. Kadın bilim insanlarını, mühendisleri, araştırmacıları sadece özel günlerde değil, her gün konuşmalıyız. Medyada, eğitimde, yayınevlerinde kadınların bilime katkılarını öne çıkaran projelere daha çok alan açmak şart.
İ.K.T.: UNESCO verilerine göre dünya genelinde araştırmacıların yalnızca üçte biri kadınlardan oluşuyor; ulusal bilim akademilerinde bu oran %12 seviyesinde. Türkiye’de de benzer bir tablo var: Kadın araştırma görevlilerinin oranı %55 olsa da profesör düzeyinde bu oran %35’e düşüyor. Yani kadınlar bilim yolculuğunun başında güçlü şekilde yer alsa da üst kademelerde kadın temsiliyeti azalıyor. Literatürde “sızdıran boru sorunu” olarak tanımlanan bu durum, kadınların akademide ilerledikçe görünürlüklerini kaybettiğini gösteriyor. Bu nedenle biz, ‘Bilim Kadınları İçin’ programı ile yalnızca bireysel başarıları ödüllendirmeyi değil, sistemsel bir değişime öncülük ederek bilimin toplumsal dönüşümün merkezinde yer almasını hedefliyoruz. Kadınların bilime katılımını destekleyen projeler, mentorluk programları ve erken yaşta bilimle tanışmayı teşvik eden sosyal sorumluluk çalışmalarının görünürlüğü artırmak açısından çok önemli olduğunu düşünüyoruz.
Kitabın genç okurlara “Sen de yapabilirsin!” mesajını vermesi sizin için ne ifade ediyor?
İ.K.T.: Bu mesaj, ‘Bilim Kadınları İçin’ programının özünü yansıtıyor. Çünkü biz bu programı yalnızca bir ödül platformu değil, genç kuşaklara ilham veren bir toplumsal dönüşüm aracı olarak görüyoruz. Kitapta yer alan 34 kadın bilim insanının hikâyesi, bilimin azim, merak ve cesaretle şekillenen bir yolculuk olduğunu gösteriyor. Her biri, genç kadınlara kendi potansiyellerine inanma cesaretini aşılıyor.
Bizim için bu mesaj, bilimi toplumun her kesimine ulaştırma vizyonumuzun en anlamlı ifadesi. Çünkü bilimin geleceğinin, gençlerin bilime olan ilgisi ve özgüveniyle şekilleneceğine inanıyoruz. Bu kitap sayesinde genç okurlara “Sen de yapabilirsin” düşüncesini hissettirebilmek, L’Oréal Türkiye olarak bilimin dönüştürücü gücünü paylaşma ve yeni rol modeller yaratma misyonumuzun kalbinde yer alıyor. Bu, sadece bir iyi niyet beyanı değil, aynı zamanda ülkemizin bilimsel potansiyeline yaptığımız stratejik bir yatırımdır.