Yıllar önce, bir koltukta, yalnızca sesi ve duygusuyla kurduğu o ilk samimi an, Türkiye’de müziği dinleme biçimimizi değiştiren bir dönemin sembolü oldu. Birçok müzisyene yol açtı. Şimdi Zeynep Bastık o anı yeniden sahneye taşıyor ama bu kez kendi şarkılarını ekleyerek, kendi hikayesiyle ve yüzlerce insanla göz göze…
Yeni akustik konser serisi, Zeynep Bastık’ın daha çok dönüşümünün sahnede vücut bulmuş hali. Serinin ilk iki konserini İstanbul’da yaptı, seyircisinden tam not aldı. Işıklar loş, kırmızı kadife perde ağır ama atmosfer şaşırtıcı biçimde canlı. Bu konserler, “akustik” kelimesinin teknik değil duygusal anlamına yaslanıyor gibi her şeyin yavaşladığı, sesin çıplak kaldığı, dinleyicinin gerçekten duyduğu... Bastık için bu konserlerin sadece bir konsept değil, bir tür iç muhasebe olduğunu “Akustik performanslar, içe dönmek, kalbi dinlemek ve nabzı düşürmek gibi duygularla yoğuruyor beni galiba” sözlerinden anlıyoruz.
Popun sürekli yön değiştiren rotasında, o bir harita çizmeye çalışmıyor. Kendi ritmine sadık kalıyor. “Bir şarkıyı sırf sevilir diye söyleme ihtimalim yok” cümlesi belki de Zeynep Bastık’ın bugünkü yerini en iyi özetleyen manifestosu. Bu akustik seride, o ilk koltuğun dinginliğiyle Harbiye’nin büyüklüğü arasında, hem müzikte hem kimlikte bir denge kuruyor. Bana kalırsa bu denge, artık onun asıl sahnesi.
Akustik konser serisi İzmir, Bursa, Konya, Kayseri ve Ankara’da da devam edecek. Öncesinde Zeynep Bastık ile konuştuk, akustik meselesinin kalbine indik.
Akustik konser serisi bana biraz ‘o koltukta oturan’ Zeynep Bastık’a selam çakmak gibi hissettiriyor. Bu sefer başkalarının değil, kendi eserlerini bir koltukta değil yüzlerce insanla göz göze, hep bir ağızdan söyleyerek…
Hem kendi şarkılarımı hem de başkalarının sevdiğim şarkılarını söylemeye uzun yıllar devam edeceğim gibi görünüyor. Ve bunu da kendi dönüşümüm, yolum ve vizyonum nasıl şekillenirse o şekilde seyirciye sunmaya devam edeceğim. O tarafı bırakmaya niyetim yok. Birden fazla tarz, konsept ve de personayla devam ettirmek istediğim renkli bir kariyer yolum var gibi geliyor.
Kırmızı kadife, sarı spotlar, tiyatral bir atmosfer… Sahneniz, bir pop konserinden çok duygusal bir oyun sahnesine benziyor. Melisa İnci’yle sahne tasarımında akustik fikrini nasıl mekansallaştırdınız?
Koltuk hikayesiyle başlayan akustik setup’ın gelişmiş versiyonuna ihtiyacımız vardı. O sebepten, dönüştüğüm ve olgunlaştığım halimin yıllar sonraki geri dönüşünü çok daha romantik ve modern bir nostaljiyle harmanlamaya karar verdik. İzleyicilere bir konserden daha fazlasını yaşatmak, bir deneyim sunmak istedik. Ortaya, hem repertuvarla hem styling ile hem de dekorla, mekan ve zamanın gerçekliğini unutturan romantik, pırıltılı ve nostaljik bir sentez çıktığını düşünüyorum.
Harbiye sahnesi hem müzisyenler hem de müzik dinleyicisi için önemli bir yer. Ancak sizin için Harbiye’nin özel bir yeri olduğu fark ediliyor. Öyle mi?
Harbiye bu zamana kadar tüm performans sanatçıları için her zaman büyülü, prestijli bir sahneydi; hala da öyle. Yaratıcılığını ve hünerlerini sergileyebilme fırsatı ve iştahı sunuyor her şeyden önce. O yüzden, benim için her zaman bambaşka bir ruhu yansıtıyor.
Çok kez konserlerinizi izleme fırsatı yakaladım. Konser izleyicisiyle her zaman göz göze performans sergiliyorsunuz. Akustik konser ile diğer konserler arasında, izleyiciyle göze göze gelmek arasında fark var mı?
Akustik konserlerde ilgini dağıtacak etken sayısı çok az. Gerçekten müzik dinlemekle ve yorumla baş başa kalıyor seyirci. Biraz yalın ve çıplak bir his. Böyle olunca etkileşim olarak da çok daha göz göze ve sarılır gibi hissediyorum seyirciyle.

Akustik performanslar enstrümanları değil, duyguları yeniden akort etmek aslında. Sizin bu konserlerinizde yeniden akort ettiğiniz duygu hangisiydi?
İçe dönmek, kalbi dinlemek ve nabzı düşürmek gibi duygularla yoğuruyor akustik performanslar beni galiba.
Şarkıları akustik hale getirmek incelikli bir süreç. Sizce akustik cover demek şarkının orijinal halini soymak mı, yoksa yeniden giydirmek mi?
Bazen soymak, bazen giydirmek bence. Aranjeden önce, dikkat ettiğim şey, parçanın benim yorumumla farklılaşması. Aranje kısmı daha sonra geliyor. Orada da şarkının trafiğine, grafiğine ve enerjisine göre üzerinde oynamalar yapmaya başlıyoruz. Sevmediğim ya da bilmediğim bir şarkıyı sırf sevilir diye söyleme ihtimalim yok mesela. Mutlaka dinleyici kulağımı da doyurmuş olması gerekiyor.
Konser bittiğinde alkışlar, ışıklar sönüyor… Sahne personası bittiğinde yaptığınız ilk şey nedir?
Ekip arkadaşlarımla kutlamak! Birbirimizi ve kendimi tebrik etmek ‘Aferin Zeyno!’ demek kendime. Ve sevdiklerimle akşamın üzerine konuşup, yorumları duymak; iyi veya kötü... İyi konserlerin adrenalini sebebiyle konser bittiğinde eve gidip uyumam çok mümkün olmuyor genelde.
Doğru yolda olduğunuzu nasıl anlıyorsunuz? Elbette birilerinden fikir alıyorsunuzdur fakat bunu hissetmek, bir anda yakalamak başka bir şeydir.
İç huzurum yerindeyse doğru yoldayımdır. Olması gereken bir rotaya ayak uydurmaya çalışmıyorum. İnsan olarak, daha sonra da bir sanatçı olarak kendimi mutlu ve huzurlu hissediyorsam doğru yoldayım. Uzun zamandır, birilerinden ya da çoğunluğun düşüncelerinden etkilenen biri değilim. Kendimle yarışıp kendimle büyüyor ve büyütüyorum tüm hayatımın personlarını. İyi gidiyor şimdilik.
Sektörde kadın müzisyenlerin sadece vokal değil, aynı zamanda kendi prodüktörleri, menajerleri, karar vericileri olmaya başladığı bir dönemdeyiz. Sizin için müzikteki bağımsızlık tanımı ne? Gerçekten özgür hissettiğiniz anlar hangisi?
Ben Tolga (Akış) ile belirginleşen ve büyüyen kariyer yolculuğumda başından beri özgür ve bağımsız hissediyorum zaten. Sektöre dair çoğu şeyi birlikte gelişerek öğrendiğimiz için şu an geldiğimiz yerle başladığımız yer arasında, tam şu an daha özgür bile hissettiğimi söyleyebilirim. Geleneksel sektör mantaliteleri, sözleşmeleri, kuralları sınırlarıyla hiçbir zaman işimiz olmadı. Ama böyle şanslı olmayabilirdim elbette. O nedenle özellikle kendi kendini gerçekleştirebilen, özgürce sanatını icra edebilen, bağımsızlaşarak güçlenen tüm kadın sanatçılar için çok seviniyorum, devrin değiştiğini hissettiriyor bu durum. Umarım bu cesaret gelecek nesillere de sirayet eder.
Sırada neler var? Akustik serilerine yenileri eklenirken, farklı fikirler de pişiyor mu?
Bir sürü fikirler geliyor ama gerçeklik süzgecine girince bazen ciddi filtre yiyor bazıları. Güzel iş birlikleri, yeni şarkılar, YouTube’un yeni serileri, bol bol konser şeklinde özetleyebilirim genel gidişatı.