Bu kitabı birlikte yazmaya sizi motive eden şey neydi?
ONUR ALP YILMAZ: Aslında bu kitap, bir ortak farkındalıktan doğdu. Ben uzun süredir televizyon yayınlarında ve yazılarımda dünyanın sınıfsal olarak yeni bir döneme girdiğini, hem Türkiye’de hem de küresel ölçekte yaşanan ‘merkez siyasetin çöküşü’nün sadece ideolojik değil, sınıfsal bir mesele olduğunu vurguluyordum. Yani aşırılıkların yükselişi, kutuplaşma, merkez partilerin erimesi gibi olguların arkasında, orta sınıfın makul ve makbul olanı temsil eden o omurgasının dağılması yatıyordu. İpek Özbey de gazeteci olarak sahada, tam bu dönüşümün insan hikâyelerini gözlemliyordu. Benim bu tartışmaları siyaset bilimci olarak teorik, kamuoyu araştırmacısı olarak ise pratik düzlemde dillendirmem onun dikkatini çekti. Böylece iki farklı alan -benim siyaset bilimi arka planım ve onun gazetecilik gözlemleri- aynı noktada buluştu.
“Orta sınıfı anlamadan demokrasi krizini anlayamayız” diyorsunuz. Bu tez, yazım sürecinde nasıl şekillendi?
İPEK ÖZBEY: Bu, yazarken ulaştığımız değil, bizi yazmaya iten sezgiydi. Merkez çökerken, o merkezin toplumsal karşılığı olan orta sınıf da çöktü. Kapitalizm demokrasiyle bağını kopardı; sermaye küreselleşirken demokrasi ulusal sınırlarda sıkıştı. Bugün demokrasinin neden kırılganlaştığını anlamak istiyorsak, gelir adaletinden eğitime kadar aşınan o orta zemine bakmalıyız. Merkez yalnız siyasette değil, toplumun vicdanında da çöktü.
Orta sınıfın artık ‘kültürel kimlik’ ve ‘tüketim biçimi’yle tanımlandığını söylüyorsunuz. Bu, sınıf bilincini nasıl etkiliyor?
O.A.Y.: Artık sınıfı maaş değil, yaşam tarzı belirliyor. İnsanlar ne iş yaptıklarından çok nerede kahve içtikleriyle tanımlanıyor. Bu, ‘sınıfsızlık yanılsaması’ yaratıyor. Neoliberal kültür kimlikleri ve sembolleri kullanarak sıkışmayı unutturuyor. “Ben kimim?” sorusu “ne tüketiyorum?”a dönüştü. Bu bireyi yalnızlaştırdı; kolektif çıkarın yerini kişisel başarı aldı. Ortaya bir ‘vitrin bilinci’ çıktı: Herkes statüsüyle meşgul, kimse eşitsizlikle yüzleşmiyor.
Kitapta “borçlandır ve yönet” kavramını kullanıyorsunuz. Bu mekanizma bugün orta sınıfın davranışlarını nasıl şekillendiriyor?
İ.Ö.: Günümüz kapitalizminin en sessiz yönetim biçimi bu. İnsanlar baskıyla değil, krediyle özgürleştirilerek kontrol ediliyor. Orta sınıf artık gelirini artırmak için değil, mevcut standardını korumak için borçla yaşıyor. Borçluluk hem ekonomik hem siyasal bir rıza üretimi; borçlu insan itiraz etmez. Bizim ifademizle: “Borç, bugünün otoriterliğini baskıyla değil, gönüllülükle sürdürüyor.” Türkiye’de orta sınıfın hali, ekonomik statüden çok psikolojik bir denge rejimi.
“Orta sınıf olmadan demokrasi olmaz” diyorsunuz. Bunu biraz açar mısın?
O.A.Y.: Demokrasi sadece sandıkla değil, o sandığın arkasındaki ekonomik ve kültürel dengeyle yaşar. Bu dengeyi hep orta sınıf sağlamıştır. Orta sınıf daraldıkça, demokrasi biçimsel bir kabuğa dönüştü. İnsanlar oy veriyor ama artık hak talep eden değil, lütuf bekleyen yurttaşlar. Liyakatın yerini sadakat, kamusal faydanın yerini çıkar aldı. Bu yüzden demokrasi krizi, sandığın değil orta sınıfın çözülmesinin sonucudur.
Kitapta “kamusal ahlakın aşınması” vurgusu çok çarpıcı. Sizce bugün orta sınıfın ahlaki pusulası neyi gösteriyor?
İpek Özbey: Burada bireysel yozlaşmadan değil, sistemin dayattığı yeni ahlak rejiminden söz ediyoruz. Cumhuriyet’in orta sınıf ethosu -liyakat, emeğin değeri, ölçülülük- yerini “fırsatı yakalayan kazanır” anlayışına bıraktı. Eskiden hak ederek yükselmek makbuldü; şimdi torpil, gösteriş, haksız kazanç normalleşti. Bu bir “ahlaki yarılma.” İnsanlar doğruyu biliyor ama onu yaşamanın artık “mantıklı” olmadığını düşünüyor. Dürüstlük kamusal bir değer değil, kişisel tercih haline geldi.
“Başarmak” ile “dürüst olmak” arasındaki dengenin bozulduğunu söylüyorsunuz. Bu durumun kültürel kökleri neler?
O.A.Y.: Cumhuriyet modernleşmesinin ahlaki taşıyıcısı orta sınıftı; “iyi insan” olmak “başarılı olmaktan” daha kıymetliydi. 1980 sonrası neoliberal dönemle bu denklem tersine döndü. Dayanışmanın yerini rekabet, kamusal faydanın yerini kazanç aldı. Artık dürüstlük bir erdem değil, “stratejik bir tercih.” Bu sadece ekonomik değil, kültürel çöküştür. Neoliberal kültür “senin değerini piyasa belirler” dedi; böylece toplum da kendi vicdanını kaybetti.
Orta sınıfın yükselişi neden düşüşe dönüştü?
O.A.Y.: Çünkü orta sınıfı var eden dinamikler -kamusal eğitim, refah devleti, kurumsal demokrasi- zayıflatıldı. 1950-70 arası planlama ve eğitimle güçlenen orta sınıf, 1980 sonrası neoliberal dönemde çöktü. Devlet güvence değil, kredi verir hale geldi. Eğitim hak olmaktan çıkıp yatırım aracına dönüştü. Emek işe yaramıyor, liyakat karşılık bulmuyor. Modernleşme artık adalet değil, eşitsizlik üretiyor. Bu sadece ekonomik değil, kültürel ve siyasal kopuştur.
Yeni orta sınıf kim?
İ.Ö.: Artık orta sınıfı gelir değil, çalışma biçimi ve aidiyet tanımlıyor. Eskinin orta sınıfı kamusal kurumlarla var olurdu; yenisi güvencesiz ama özgür görünümlü. Beyaz yakalılar, freelance çalışanlar, dijital kuşaklar kendini “özgür” sansa da prekaryalaşmış durumda. Önceki kuşak kolektif yükselmişti; bugünkü bireysel performansla ayakta. Bu yüzden örgütlenmek yerine kişisel markalaşmayı tercih ediyorlar. Politik farkındalıkları yüksek ama dayanışmaları zayıf. Özgürlükle güvencesizlik, bireysellik ile yalnızlık arasında gidip gelen bir kuşak bu.
Popülizm orta sınıfın krizinden mi besleniyor?
İ.Ö.: Evet. Popülizm, güvencesini kaybetme korkusu yaşayan orta sınıfların ideolojisi haline geldi. Refah devleti çözülünce bu kesim aşağıya düşme ihtimaliyle yüzleşti. Artık geçmişteki istikrarı kimliksel aidiyetler ve güçlü liderler üzerinden telafi etmeye çalışıyor. Popülizm, kaybedilen güvenin yerine duygusal bir otorite koyuyor.
Peki sizce umut var mı?
O.A.Y.: Biz sadece bir çöküş hikâyesi değil, bir yeniden inşa çağrısı yazdık. Orta sınıfı devletin tercihleri, kamusal değerler yaratır. Türkiye’nin yeniden üreten, planlamaya dayalı bir ekonomiye dönmesi şart. Güvenceli istihdam, emeğin hakkı, kamusal eğitim, liyakat ve adil kent yaşamı olmadan demokrasi güçlenemez. Kültürel olarak da yeniden kamusal ahlakı inşa etmeliyiz: Başarıyı hileyle değil, çabayla tanımlayabildiğimiz gün orta sınıf yeniden doğar. Umut hâlâ var, yeter ki adalet ve liyakati ortak zemin yapabilelim.
