“Benim çok şeye itirazım var; savaşa, aşka, aşkın biçimlerine… İtirazı olmayan, düzenle uyuşan kişi, yazar olamaz.“ Pınar Kür, Gülenay Börekçi’ye verdiği bir röportajında yaşama karşı olan duruşunu en sade ama net haliyle böyle özetlemiş.
82 yıldır bu dünya üzerinde yürüyen, yoluyla nicelerine iz bırakan kıymetli yazar Pınar Kür, aramızdan ayrıldı. “Yazmasam delirirdim” diyenlerin çağından geliyordu o. Ama onun yazısı sadece iç dökmek değildi; hesaplaşmaydı, sorgulamaktı, öfkeydi, tutkuydu...
15 Nisan 1943’te Bursa’da doğdu. Edebiyat aşkı DNA’sında vardı: Gazeteci ve yazar İsmet Kür ile tiyatro sanatçısı Cahit Irgat'ın kızıydı; Teyzesi Halide Nusret Zorlutuna… Hürriyet’ten Zeynep Bilgehan’a geçen yıl verdiği söyleşisinde aile dinamiklerini şöyle anlatıyor: “Müzisyen bir aileden olsaydım müzisyen olurdum herhalde, ailenin içinde bir kabiliyet varsa şu şekilde veya bu şekilde çıkıyor. Biz de yazarlık yoluna gitmişiz, çok lazımmış gibi!”
Yazı yolu ilkokul öncesinde şiirlerle başladı. İlk yazıları Doğan Kardeş dergisinde yayımlandı. Atatürk İlköğretim Okulu’na başladı, sonra annesinin inisiyatifi ve tayinle eğitim hayatına Londra’da devam etti. Liseyi New York’ta okudu, üniversiteye Queens College’da edebiyat okuyarak başladı. Akabinde Boğaziçi Üniversitesi'nde eğitim alan Kür, ardından Sorbonne Üniversitesi'nde karşılaştırmalı edebiyat alanında doktora yaptı.
1976’da yayımlanan ilk romanı Yarın Yarın ile başladı edebiyattaki yürüyüşü. Ardından gelen Asılacak Kadın, Bir Cinayet Romanı, Bitmeyen Aşk, Hayalet Hikâyeleri... Her biri bir dönem aynası, her biri bir kadın çığlığıydı. Kadınların bastırılmış arzularını, toplumun dayattığı rolleri, görünmeyen ama hep hissedilen sınırları cesurca kaleme aldı.
Edebiyatın erkek diline inat, kadın cinselliğini, arzularını, yalnızlıklarını açık yüreklilikle anlattı. Zaman zaman yargılandı, sansüre uğradı, görmezden gelindi. Ama asla susmadı. “Yazarken kimseye hesap vermem” diyen Pınar Kür, yazıyla olan ilişkisinde daima özgürdü. En büyük gücü, hiçbir kalıba sığmayan sesi ve o sesin arkasındaki hakiki isyanıydı.
Yeni neslin yolunu aydınlattı
Sadece bir yazar değil, aynı zamanda tutkulu bir çevirmen ve bir akademisyendi. Jean-Paul Sartre’dan Virginia Woolf’a, Joyce Carol Oates’tan Albert Camus’ye kadar edebiyatın dev isimlerini Türkçeye kazandırdı. Galatasaray Üniversitesi’nde yıllarca yaratıcı yazarlık dersleri verdi, yeni nesil yazarların yolunu aydınlattı.
Onu tanıyanlar, öfkeli ama incelikli, sert ama duygulu, keskin ama derin bir karakterden bahseder. Hayatla derdi vardı Kür’ün, belki de bu yüzden kalemini biley gibi kullanırdı. Kadın olmanın, yazan kadın olmanın, susmayan kadın olmanın bedelini ödedi. Ama hiçbir zaman pişman olmadı.
“Beni en çok kadınlar okusun isterim” demişti bir söyleşisinde. Okuduk. Yüreğimiz daralarak, kızarak, ağlayarak, kendimizi bularak okuduk. Şimdi onun ardından kelimeler yetim kaldı.
Pınar Kür gitti. Ama sesini kısmaya çalışan zamana rağmen, onun kelimeleri hâlâ yankılanıyor: “Bir kadın yazarsa, başka bir kadın yalnız olmadığını anlar.” Ve bu cümle, onun bize bıraktığı en büyük miras. Toplumsal tabulara, erkek egemen edebiyata ve sessizliğe karşı duran Pınar Kür, kelimeleriyle hep ayakta kaldı. Bu dünyadan bir yazar değil, bir isyan geçti.
Romanları
Yarın Yarın (1976)
Küçük Oyuncu (1977)
Asılacak Kadın (1979)
Bitmeyen Aşk (1986)
Bir Cinayet Romanı (1989)
Sonuncu Sonbahar (1992)
Cinayet Fakültesi (2006)
Beşpeşe (2004) - Sadık Bey (2016)
Öykü kitapları
Akışı Olmayan Sular (1983) - Sait Faik Hikâye Armağanı
Bir Deli Ağaç (1992)
Hayalet Hikâyeleri (2004)
Söyleşi kitabı
Aşkın Sonu Cinayettir - Mine Söğüt - 2006 - Pınar Kür ile söyleşi.