‘Doğadan Destek Almanın Gizemli Sanatı’, insana varlığını hatırlatan türden bir kitap… Destek Yayınları etiketiyle raflardaki yerini alan bu eser, doğa ve insan ruhu arasında kurulan sembolik bağları işaret ediyor ve doğayı ‘yaşamın öğretmeni’ olarak konumlandırıyor. Yoga eğitmeni ve yazar Çetin Çetintaş, okura, kendi yaşam yolculuklarında karşılarına çıkan işaretleri ve sembolleri fark etme, yorumlama becerisi de kazandırdığı kitap ile bir nevi doğanın sesini duyuruyor.
Kitap üzerine sohbet ettiğimiz Çetintaş ile söyleşimize geçmeden, altını çizdiği önemli bir noktayı da aktarayım: “Bilgi üzerine çalıştıkça değerini ortaya çıkarır. Okurlarımın kitapta öğrendikleri her bilgiyi pratik ederek, üzerine tefekkür ederek yaşamlarında canlı tutmasını hatırlatmak isterim. Aksi taktirde bilgi yol gösterici olmaktan çıkıp, yük olur.”
‘Doğadan Destek Almanın Gizemli Sanatı’ kaleme aldığınız 11. kitabınız. Bu sefer ne anlatıyorsunuz okura? Kitabın çıkış noktası ne?
Bu kitap, aslında unuttuğumuz bir hatırlayışın kapısı. Doğayla aramızdaki bağı çoğu zaman sadece fiziksel bir çevre ilişkisi olarak algılıyoruz. Oysa doğa bir öğretmen, bir ayna ve hatta bir rehberdir. Bu kitapta okura doğayla kurabileceği içsel ilişkiyi anlatıyorum. Dağlar, nehirler, bitkiler, hayvanlar hepsi bize yaşama sanatını farklı şekillerde aktarıyorlar. Özellikle kitapta yer alan arketipler, insana nitelikleriyle ilgili ciddi bir farkındalık yaratıyor. Kitabın çıkış noktası ise oldukça sade: Biz doğanın dışında değiliz. Kendisiyiz.
Bu kitapta okuru nasıl bir yolculuk bekliyor peki? Yani kitabı bitiren biri nasıl bir farkındalık ya da aydınlanma yaşayacak sizce?
Modern dünyanın gürültüsünden sıyrılıp toprağın altındaki sessiz bilgeliğe, rüzgârın taşıdığı sezgiye, bir hayvanın bakışında yansıyan farkındalığa doğru bir yolculuk bu. İnsana varlığını hatırlatan türden… Okur, sayfaları çevirdikçe doğaya dışarıdan bakan biri olmaktan çıkıp, onun yaşayan bir parçası olduğunu hatırlamaya başlayacak. Ve bu farkındalık, sadece bir bilgi değil; bir hal dönüşümü. Belki kitabın sonunda şehirde yürürken bir taşın formuna, bir karganın ötüşüne, ya da bir yağmur damlasına bambaşka bir farkındalıkla bakacak. Çünkü o zaman dış dünya, iç dünyanın dili haline gelecek.
Kitapta da sıkça gördüğümüz ‘dönüşüm’ kavramına ayrı bir yer açmak isterim. Bence çoğumuzu korkutan bir kelime dönüşüm. Bir insan buna nasıl hazır olur? Ya da bu fark edebileceğimiz bir durum mu?
Mevcut benliğimizin, alışkanlıklarımızın, düşünce kalıplarımızın, hatta bazen kimliğimizin çözülmesi anlamına gelir dönüşüm ve bu çözülme hali insan fark etmese bile herkesi ürkütür. Çünkü insan zihni belirsizlikten korkar. Bildiği şeyler doğru olmasa bile, tanıdıktır. O yüzden eski kalmak, güvenli hissettirir. Dönüşüm zor değildir; bizim direncimiz onu zorlaştırır. Asıl soru şudur: Gerçekten bırakmaya hazır mıyım? Bazen bırakmak için yeterince yorulmuş olmamız gerekir. Bazen de içimizdeki öze karşı özlemin artık daha fazla ertelenemeyecek kadar büyümesi…
Doğanın insanla hem doğrudan hem de dolaylı yollarla iletişim kurduğu vurguluyorsunuz. Hayatı o kadar hızlı yaşıyoruz ki, bazı şeyleri görmek ya da duymak için yavaşlamak gerekiyor. Ama modern çağ buna pek izin vermiyor. Ya doğanın sesini hiç duyamazsak… Ne bekliyor bizi böyle bir durumda?
Bu soru, aslında kitabın kalbindeki, en kırılgan sorulardan biri. Doğayla bağ kurmak sadece ağaçlara dokunmak değil, kendimize dokunabilmeyi de gerektiriyor. Ve evet, modern hayat çoğu zaman bu bağı unutturacak kadar gürültülü. “Ya doğanın sesini hiç duyamazsak?” O zaman ne olur biliyor musun? Hayat devam eder... Ama eksik. Çünkü doğanın sesi, sadece kuş ötüşü ya da rüzgâr hışırtısı değildir. Doğanın sesi, bazen içimizde yükselen bir sezgi, bazen “burada bir şey yanlış” hissidir. Onu duymadığımızda, yönümüzü kaybetmiş gibi oluruz ama nedenini bir türlü anlayamayız.
Peki, bu kitabı okuyanlar kendi yaşam yolculuklarındaki arketipleri anlamak konusunda farkındalık yaşayacak mı? Arketiplerin farkındalığı nasıl ortaya çıkar?
Bu kitabı okurken kişi fark eder ki: “Bu duyguyu daha önce yaşadım.” “Bu döngü bana tanıdık geliyor.” “Aslında bu, hayatımda tekrar eden bir tema.” İşte o an, okur kendi yaşam hikâyesine bir harita gibi bakmaya başlar. Kurban değil; kahraman olduğunun farkına varır. Arketip dediğimiz şey de budur zaten. Ruhun iç yolculuğunda oynadığı evrensel roller.
Size yol gösteren, şifa veren arketipiniz nedir?
Her dönemde değişiyor. Öyle de olmalı. Son zamanlarda kullandığım arketip ‘akbaba’ idi. Fakat şu zaman diliminde ‘at’ arketipini kullanıyorum. O dönemde içinden geçtiğimiz hikayeye göre arketipleri belirlememiz ve hizmeti bittiğinde de değiştirmemiz önemli bir detay.
Bugün en azından ülkemize baktığımızda insan eliyle katledilen doğa, insan eliyle katledilen hayvanları görüyoruz. Bir anlamda ‘öğreticimizi’ yok ediyoruz. bu devam ederse ne bekliyor bizi gelecekte?
Doğa bir kaynak değil, bir bilgelik alanıdır. Doğayla, hayvanlarla kurduğumuz bağ, aslında kendimizle kurduğumuz bağın aynasıdır. Ve biz bu bağı kopardıkça, yalnızlaşmakla kalmıyoruz; körleşiyoruz. Kendi özümüze, yaşamın sınırsızlığına karşı körleşiyoruz. İnsan doğadan koparsa, önce ruhsal boşluk, sonra bedensel hastalık, ardından toplumsal çözülme ve nihayetinde gezegensel kriz yaşar. Ama tüm bunlar, aslında bir aydınlanma çağrısıdır. Çünkü dünya bizi cezalandırmaz. Dünya sadece dengeler. Ve biz dengeyi ne kadar zorlar, ne kadar yok sayarsak… Dünya da o kadar güçlü bir ders verir.
Sırada ne var peki sizin için?
Öncelikle bu kitabın okurlarıyla bolca buluşma sürecim var. Okurların kitapla da ilişkilerini derinleştirecek Doğa Destek Kartları çok yakında çıkacak. Daha önceki kitabın uzantısı olan Hayvan Destek Kartları gibi hem pratik hem teorik çok destek olacak bir uzvu olacak kitabın. Bu kitapta okuyucunun derinleşmesi benim için çok önemli, çünkü bu kitabı anladıkça insan da kendini anlamaya başlıyor…