Naif, doğayı insanla buluşturan, kocaman bitkili resimleri kimi zaman bana Gümrükçü Rousseau’yu anımsatan Güneş Acur’un Bebek’te yeme-içme mekânı Kiff’teki sergisinden Taner Ceylan’ın instagramda paylaştığı post sayesinde haberdar oldum.
Kiff’e girer girmez ilk izlenimim Acur’un eserlerinin sarı duvarlı mekâna ne kadar uyum sağladıkları oluyor.
Acur’un yağlı boya, sulu boya, mürekkep ve zaman zaman cut out tekniğiyle ürettiği eserler bir galeride bu kadar etki yaratır mıydı emin değilim?
Kiff’de beni bekleyen Güneş Acur ile sanatını konuşmadan önce ‘Yeryüzünde Birlikte’ sergisi için neden böyle bir mekânı seçtiğini soruyorum.
Acur “Çünkü burada bir mekân dahiliyeti var. Yani hem mekânsal durum var, hem izleyici durumu var. Siz bir galeride düz duvarı asılı eserlere izleyici olarak bakar çıkarsınız. Oysa burada eserlerle daha çok vakit geçirebilirsiniz. Galeride sanatla izleyici arasında bir mesafe vardır. Bir çizgi vardır. O çizgiyi böyle bir adım öteye taşıyıp eseri daha kolay ulaşılabilir kılıyoruz. Mesela bu resmi çok beğendiniz ve buna sahip olmak istiyorsunuz. Burada evinizi hayal edebilirsiniz, mekânın içinde kendi evinizi kurgulayabilirsiniz. Yani yaşadığım bir alanda benimle nasıl yaşayacak bu resim?
Öte yandan böyle bir mekân yeni izleyici kazanmanızı sağlıyor. Buraya gece gündüz 18 yaşını doldurmuş herkes eğlenmeye sohbet etmeye geliyor. Evlerinde tek bir resim asma alışkanlığı olmayanlar da olabilir aralarına. Bu sayede göz alışkanlığı kazanıyorlar. Bu sayede resim sanatını değişik çevrelere de yaymış oluyoruz. Sanatçı olarak biz hep kapalı olanlarda durursak o zaman anlattığımız hikâye gerçekliğini kaybediyor” diyor.
Serginin genç küratörü Nilay Yerebasmaz aynı zamanda Kiff’in sanat koordinatörü.
Aynı yerde daha önce Gülşen Pazarbaşı, Ece Haskan gibi sanatçıların pop up sergilerini yapmış.
NEDEN SERAMİK YERİNE RESİM?
İstanbul doğumlu Güneş Acur, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü’nden mezun.
Aynı zamanda aynı üniversitede Arkeoloji, Restorasyon ve Sanat Tarihi Bölümlerinden de dersler almış.
Uzun yıllar başta Efes olmak üzere pek çok kazıya restoratör olarak katılmış.
15 yıl Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümünde 'Küçük Buluntu Restorasyon ve Konservasyonu' dersini veren Güneş Acur Efes’te Yamaç Evleri’nin restorasyonu dahil duvar resimlerinde, mozaik tabanlarda çalışmış.

“Aklınıza hangi dönem geliyorsa hepsinin restorasyon ve konservasyonunda çalıştım. Helenistik, Roma, Bizans, Osmanlı. Bu alanda iyi bir kariyerim oldu” diye anlatıyor.
Peki mezun olduğu seramik, resim sanatları bu kariyerin neresinde?
“Mezun olduktan sonra atölye gerekiyordu seramik için. Atölye kurmak da o kadar şey bir şey değil. O sırada Hacettepe'deki hocalarım bana asistanlık teklif ettiler, sanat tarihi bölümünde. Akademisyenliği düşünmüyorum sanat alanında ilerleyeceğim kararı aldığımda restorasyon ve konservasyon alanında uzmanlaşma önerisi aldım ve Efes’e gittim. Ama kazılarda olduğum sürece sanatı hiç bırakmadım. Seramik yerine resmi seçmemin nedeni kazıya gittiğimde de resim de çalışabilmem. Seramik için bir ortam yaratmanız gerekiyor. Bu da kazı alanında mümkün değil” diyor Güneş Acur.
Geçen yıl kaybettiğimiz Efes Kazı Başkanı arkeolog Sabine Ladstatter, kendisini restorasyonun başına getirmeyi önermiş ancak Güneş Acur kariyerine sanat alanında devam etmek istediği için öneriyi geri çevirmiş.
HALA BİR RÜYA ALEMİNDE YÜZÜYORUM
Karşımdaki sanatçı ressam, seramikçi olmanın yanı sıra malzemeleri çok iyi tanıyan bir restorasyon ve konservasyon uzmanı hatta opera sanatçısı kız kardeşinin kostümlerini diken becerikli bir terzi.
Belki o yüzden cut out tekniğiyle yaptığı eserleri kusursuz.
Kiff’teki sergisi 7 Eylül’e kadar devam edecek olan Güneş Acur ile “sanat dilini” konuşuyoruz.
“Her şeye çocuksu bakıyorum. Çocukken oturduğumuz apartmanın yanında kendiliğinden otların yetiştiği kocaman bir bahçe vardı. O otların altına süzülür yatardım. Devasa ormanlar gibi gelirdi bana yattığım yer. Kendimi böcek filan hayal ederdim. 50 yaşıma geldim değişen bir şey yok hala bir rüya aleminde yüzüyorum. Doğaya çok yakınım ve olabildiğince doğal kalmak istiyorum” diye anlatıyor.
Geri dönüşümlü malzeme kullanıyor ve kimi zaman malzemelerini kendi üretiyor.
Örneğin eserlerinde kullandığı kağıt hamurunu kendi üretiyor.
Pancar gibi yediğimiz bitkilerden, baharatlardan renkler elde ediyor.
“Bitki ressamı değilim ama gördüğünüz gibi bitki çalışıyorum. Bire bir çalışmıyorum kendi yorumumu katıyorum. Bu eserlerin bazılarında gördüğünüz bitkiler endemik. Büyükada’da yaşayan annemle yürüyüş yaparken gördüğüm yabani bitkilerin fotoğrafını çekiyorum” diyor.
İşlerini ‘natüralist’ olarak tanımlayıp tanımlamayacağı sorusuna ise şöyle cevap veriyor:
“Bir akıma dahil olmak istemiyorum. Çünkü hayat akışkan ve dünya çok hızlı değişiyor. Doğayı çiziyorum zira doğa en büyük şey. Size karşılıksız veriyor. Her yerden veriyor. Gerçekten doğa kadar insana iyi gelen bir şey yok. İnsanın ihtiyaçları da değişmiyor. Süreçler hep aynı. Sadece hızımız ve nüfusumuz değişiyor. Form değişiyor. Çünkü insan nüfusu çoğaldıkça hayat mimari, sanat, felsefe zincirleme böyle kanallar açılarak devam ediyor.
Ben işte o kadar kanallara açılmadan, zihnimde kanallar açılarak çevreme kendi dünyamdan bakmak istiyorum”.
OLİMPOS SERGİLERİ’NDE PORTRE KISMINDA YER ALDI
Şimdiye kadar beş kişisel sergi açan, bir kaç kez Contemporary İstanbul’a katılan ve uluslararası müzelerde eserleri yer alan Güneş Acur, Taner Ceylan’ın Olimpus’taki zeytinliğinden ilham alarak hayata geçirdiği ‘Olimpus Sergileri’ projesinin sanatçıları arasında.
Şimdiye kadar 4 edisyonu hayata geçen ‘Olimpus Sergileri’ resmin portre, nu, natürmort gibi temalarıyla ilerliyor.
Güneş Acur projenin portre kısmında yer almış.
2011 yılında TÜYAP sırasında ‘Her Ay 3 Gün İnisiyatifi’ni başlatan Güneş Acur bazı sanatçı arkadaşlarıyla ayda üç gün atölyelerini açmaya başladıklarını anlatıyor.
Biraz da Nişantaşı’ndaki galericilere tepki olarak doğan inisiyatifi Edirne’den Diyarbakır’a yaymayı amaçlayan sanatçı maalesef başarılı olamamış.
“Türkiye’nin her yerinde sanatçılar var seslerini duyuramayan. Birlikte bir dili oluşturup, birlikte söylemde bulunduğunuz zaman çoğalabilirsiniz” derken ne haklı!
Ama burası Türkiye, güzel şeyler asla sürdürülebilir olmuyor.