Portekizli görsel sanatçı Joana Vasconcelos’un sanatıyla ilk kez uzun yıllar önce İstanbul’da Haliç Kongre Merkezi’nde yapılan Artinternational İstanbul Sanat Fuarı’nda karşılaştım.
Neşe saçan, renkli ve cafcaflı, hem muzip, hem düşündüren, çoğunlukla tavandan asılan, bazen dantel bir elbise giydirilmiş bir hayvan olarak karşıma çıkan işlerini sevdim. Sanat etkinliklerinde gözüm işlerini aradığı için Joana Vasconselos, yurt içi, yurt dışı sanat fuarlarında, bienallerde sürekli karşıma çıktı.
Venedik Bienali’nde ışıklı çiçeklerden oluşan ‘Garden Of Eden’ enstalasyonu, geçen yıl Arter’in ‘Farz Et Ki Yoksun’ sergisinde Ömer Koç koleksiyonundan Marilyn adlı dev iskarpinleri, Sevda-Can Elgiz’in davetinde yemek yediğimiz cam masanın altındaki dantel kostümlü sevimli kurbağalar Vasconselos’un uçsuz bucaksız hayal gücünün meyveleri.
Anne ve babasının sürgünde olduğu Paris’te 1971 yılında doğan, Portekiz’de yaşayan ve çalışan sanatçı, Portekiz’in tekstil, seramik, işlemelere yansıyan zengin geleneksel kültürünün izlerini taşıyan anıtsal enstalasyonlarıyla tanınıyor. Sekiz yaşından beri karate yapan, siyah kemer sahibi Joana Vasconcelos kendisini ‘samuray kadın’ olarak tanımlıyor. Yaptığı dev işlere bakınca tanım pek uygun!
Contemporary İstanbul’a katılan Dubai merkezli AWC Contemporary Gallery’de üç işi olan Joana Vasconcelos ile galerinin kurucuları iç mimar-koleksiyoner Haldun Kilit ile heykeltıraş Mert Ege Köse’nin verdiği davette yan yana düştük, tatlı tatlı sohbet ettik.
Tencere ve kapaktan Marilyn iskarpini
İstanbul’a sanat etkinlikleri için sıkça geliyorsunuz sanırım. İstanbul gönlünüze yakın bir şehir olmalı?
İstanbul’a ilk gelişim Rosa Martinez’in küratörlüğünü yaptığı 5. İstanbul Bienali sayesindeydi. Daha sonra sizin Haliç’te hatırladığınız sanat fuarına katıldım, İstanbul Modern’de bir sergim oldu. İstanbul’a beşinci gelişim olmalı. İstanbul’a tutkunum diyebilirim. Yaşadığım Lizbon’a o kadar benziyor ki. Üç yaşına kadar Paris’te yaşadım, devrim olduğunda sürgündeki anne babamla Lizbon’a döndüm.
Yoğun bir el emeği var anıtsal yerleştirmelerinizde, son derece değişik malzemeler kullanıyorsunuz. Sanatınızı nasıl tarif ediyorsunuz?
Aslında mücevher tasarımı ve çizim eğitimi gördüm. Daha sonra lisans üstü eğitimime çağdaş sanat dalında devam ettim. 30 yıllık kariyerime mücevher tasarımcısı olarak başladım. Daha sonra opera sahnesi tasarımıyla, operaya aksesuar üretimiyle devam ettim. Anıtsal yerleştirmeler sanatıma öyle yerleşti. Malzeme ve tema çeşitliliğini seviyorum. Kumaş, örgü, tığ, ferforje, seramik kullandığım malzemelerden bazıları. Objeleri alıyorum ve bağlamından kopartıp bambaşka bir objeye dönüştürüyorum. Dantel kumaşla kapladığım kurbağa gibi. Kimi küratörler bu yaptığım işe ‘Yeni Objektivizm’ diyorlar. Yani obje yeni bir boyut kazanıyor. CI sırasında bahçede duran dev ferforje çaydanlığı gördünüz mü? İçine girip çayınızı içebilirsiniz. Arter’de gördüğünüz Marilyn isimli dev iskarpinleri, kadınların hiçbir karşılığı olmayan ev işlerine atfen tencere ve kapaklarından ürettim.
Versailles Sarayında ilk kadın sanatçı
Çok şaşırtıcı bir eser. Versailles Sarayı’nın barok salonlarında da sergilendiğini hatırlıyorum. İnanılmaz bir tezat idi. Bu esere dayanarak feminist bir sanatçı olduğunuzu söyleyebilir miyiz?
Düşündüğümü söyleyeceğim açıkça. Dünyada dengenin önemli olduğuna inanıyorum. İnsanlık iki cinsten oluşuyor: Kadın ve erkek. Sadece erkeklerin hükmünün geçtiği bir dünyada dengeden söz edemeyiz. Bu yüzden savaşlar var. İnsanlığın diğer yarısının yani kadınların sesleri eşit derecede yüksek çıkmak zorunda, dengenin sağlanması için. Kadın sanatçı olarak bazı şeyleri ilk kez hayata geçirmiş olmam tesadüf değil. Versailles Sarayı’nda solo sergi açan ilk kadın sanatçıyım. 2012 yılındaki sergi Jeff Koons ve Takashi Murakami’dan sonra üçüncü sergiydi ve1,6 milyon ziyaretçiyle rekor kırmıştı. Guggenheim Bilbao Müzesi’nde solo sergi açan ilk Portekizli sanatçıyım. Öte yandan anıtsal yerleştirme dediğinizde kadın sanatçıların sayısı pek fazla değil. İstanbul Modern’de sergisi devam eden Japon Chiharu Shiota bunlardan biri. Jenny Holzer, Rachel Whiteread artık eskisi gibi üretmiyor.
Dünyanın pek çok müzesinde eserleriniz var, yeni sergileriniz açılıyor. Bu anıtsal eserleri hayata geçirmek nasıl mümkün oluyor?
İşyerim Venedik’te Palazzo Grassi, Londra’da Royal Academy of Art, Yorkshire Heykel Parkı’nda, Manchester Art Gallery’de, Moskova’da Hermitage Müzesi’nde, Paris’te Versailles Sarayı, Palais de Tokyo’da, Şanghay’da Long Müzesi gibi sanat mekanlarında sergilendi. Gülbenkyan Vakfı, Rothschild Vakfı, Pinault, Vuitton koleksiyonlarında yer alıyor. Yılda neredeyse 45 sergi yapıyorum. Lizbon’da 62 kişinin çalıştığı (yüzde 60’ı kadın) atölyemde büyük bir üretim var anlayacağınız. Dört kata yayılmış 3 bin metre kare. Atölyem herkese açık. Siz de dilediğiniz an gelebilirsiniz. Haldun Kilit birkaç kez geldi.
Valentino ve Dior ile işbirliği
Anıtsal yerleştirmeleri yapmak ne kadar zamanınızı alıyor?
Tasarımı yaptıktan sonra bazen bir, iki yıl bazen üç yılımızı alıyor. Benimle çalışan mimarlar, mühendisler var. Sürekli üretim halindeyiz. Yeni işler üretmeyi seviyorum. İspanya, Valencia’da İVAM için bir sergi hazırlığındayım. Valencia Modern Sanat Enstitüsü İspanya ve Avrupa’nın en önemli modern ve çağdaş sanat merkezi. Ayrıca Valentino Modaevi’ye bir proje üzerinde çalışıyorum. Valentino’nun yeni koleksiyonu ile diyalog halinde olacak işler üretiyorum.
Sanırım daha önce Dior ile de işbirliği yapmıştınız?
Evet. Dokuz yıldan sonra geçen bahar aylarında Dior’dan ayrılan modaevinin ilk kadın kreatif direktör Maria Grazia Chiuri’nin daveti üzerine 2023-2024 sonbahar/kış koleksiyonun dekorunu hazırlamıştım. Koleksiyonun lansmanı ‘Valkyrie Miss Dior’ adını verdiğim anıtsal bir yerleştirme eşliğinde yapılmıştı. Paris’te Tuileries Bahçesi’ndeki gösterideki yerleştirme 24 metre uzunluğunda ve yedi metre uzunluğunda ve 1 ton ağırlığındaydı. Ahtapot gibi pek çok kolu olan yerleştirme kreasyonlarla müthiş bir diyalog halindeydi. Moda dünyasıyla çalışmak en büyük hayalimdi. Bunu gerçekleştirmiş olmaktan ötürü çok mutluyum.