A Simple Favor’da, çocukları aynı okulda okuyan yemek vlogger’ı Stephanie ile gizemli PR’cı Emily arasında sıra dışı bir arkadaşlık başlamış, ardından işler cinayet, ihanet ve bolca yalanla karışmıştı. Stephanie, Emily’nin kaypak kocası Sean’a yakınlaşmış, Emily ise kendi ölümünü sahneleyerek herkesi kandırmıştı. Ancak Stephanie’nin dedektifliğe soyunmasıyla, Emily kendisini parmaklıklar ardında bulmuştu.
Devam filmi, Stephanie’nin yaşadıklarını kitaplaştırarak belli bir şöhrete ulaşmasıyla açılıyor. Ancak bir imza gününde onu tuhaf bir sürpriz bekliyor: karşısında Emily var. Aralarındaki fırtınalı geçmişe rağmen, Emily hiçbir şey olmamış gibi davranıyor ve Capri’deki düğününde nedime olmasını teklif ediyor. Bu bir tuzak mı, yoksa yeni bir kitap için fırsat mı? Stephanie artık daha temkinli; Emily’nin her an yeni bir oyun kurabileceğini biliyor. İkili arasındaki ilişki hâlâ belirsiz: ne tam dost ne tam düşman.
Capri’de geçen yeni macerayı ve karakterlerin geçirdiği dönüşümü konuşmak üzere, filmin yaratıcısı Paul Feig ve başrol oyuncularından Henry Golding ile bir araya geldik.

Öncelikle, devam filmi için tebrikler. Gerçekten çok keyif aldım.
Paul Feig: Tabii ki, keyif alınması muhtemel. Sonuçta burası Capri. Başka bir şey söylememe gerek yok, başarı garantili…
Henry Golding: Aynen öyle. Capri’de olduğumuza göre zaten her şey tamam.
Paul, Stephanie ve Emily her şeyin üstesinden geldikten sonra neden birbirlerine geri dönmeye devam ediyorlar? Bir yönetmen olarak, bu toksik ilişkiyi sürdürmek sizin için en çok hangi yönüyle ilgi çekiciydi?
Paul Feig: Bu iki karakteri seviyorum çünkü tüm farklılıklarına, kaygılarına ve birbirlerini öldürmeye çalışmış olmalarına rağmen, bir araya geldiklerinde adeta bir bütün insan oluyorlar. Birbirlerinin eksik yönlerini tamamlıyorlar. Bu yüzden bu karakterler için hikâyeler geliştirmek, diyaloglar yazmak çok keyifli. Çünkü aralarındaki etkileşim, bu filmlerin atan kalbi.
İkisiyle çalışmak da öyle. İlk filmde yakaladıkları bir kimya vardı ve aradan beş yıl geçtikten sonra, “Umarım hâlâ o kimya vardır, umarım değişmemiştir” diye düşündüm. Ve ilk çektiğimiz sahnede, hemen o büyüyü hissettik. Onlar, sanki birbirine yazılmış yıldız oyuncular gibiler.
Blake ve Anna'nın birbirine zıt enerjileri var. İkisini birbirine gölge düşürmeden nasıl dengede tuttunuz?
Paul Feig: Her karakteri kendi bireyselliğiyle ele alıyorsunuz. Oyuncular da oynadıkları karakterlere kendi kişiliklerinin başka bir yönünü katıyorlar. Gerçek hayatlarında pek sergileyemedikleri, hatta sergileseler toplumda yadırganabilecek yönleri. Ya da bazen utangaçlık ya da hayatı belli bir düzende yaşama isteği nedeniyle gizledikleri tarafları oluyor. Oyunculuk bence insanın bu diğer taraflarını keşfetmesi için bir şans. Bu da bu karakterleri canlandırırken ortaya çıkan ayrı bir heyecan.
Henry, Sean karakterinin bu filmdeki değişimi, özellikle rahatlaması ve kendini bırakması seni nasıl etkiledi?
Henry Golding: Daha önce oynamaktan keyif aldığım bir karakterin ayakkabılarına tekrar adım atmak gibiydi. Ancak şimdi, o zamankinden çok farklı bir oyuncuydum. Bu beş yıl içinde edindiğim tecrübeyle karaktere yeni bir bakış açısı kazandırmak güzeldi. Paul ile bir araya gelip, “Bu karakteri nasıl geri getiririz ama ilk filmden daha eğlenceli ve ilginç hale nasıl getiririz?” diye konuştuk. Ve dedik ki, hadi onu bir sarhoş yapalım! Diğer karakterlerle arasında daha rahat, daha mizahi bir ilişki kurmasını sağladık. Onu tamamen başka bir ışıkta göstermek istedik. İşte bu, bu filme geri dönmenin en keyifli yanlarından biriydi.
Peki, Sean etrafında gelişen olayların kurbanı mı, yoksa olaylar üzerinde biraz daha fazla kontrolü var mı? İlk filmde Sean için gerçekten empati kurmuştuk ne de olsa Emily tarafından epey hırpalanmıştı.
Henry Golding: Kesinlikle haklısınız. Bence Sean bir tür cezaya düşkün. Sorunları seviyor gibi. Sorunların içinde yaşamaktan keyif alıyor. O öyle bir karakter ki, bir türlü bu karmaşadan kopamıyor. Dünyası Stephanie ve Emily’nin çevresinde öylesine dönüyor ki, bazen ne yapması gerektiğini kendisi de bilmiyor. O karmaşayı seviyor, orada kalmak istiyor.
Bu filmde sizin için en eğlenceli sahne hangisiydi?
Paul Feig: Açıkçası, herkesin Quisisana Hotel’in lobisinde yeniden bir araya geldiği sahne çok eğlenceliydi. Bu, çekimlerin ilk sahnelerinden biriydi. Tüm ekiple, Henry, Anna, Blake ve yeni eklenen Michele Morrone ve Alex Newell ile yeniden buluşmak çok heyecan vericiydi. O an, “İşte film bu” dedik. Yeni dinamikleri hissedebiliyordunuz.
Henry Golding: Kesinlikle katılıyorum. Aynı sahne benim için de çok özeldi.
Ben sete biraz daha geç katıldım, o yüzden herkesin bu sahneyle başlangıç yaptığını sonradan fark ettim. Capri’deki ilk haftamızdı. İlk gün birkaç tekne sahnesi çekmiştik ama diyaloglu sahneler henüz başlamamıştı. O yüzden herkesin bir araya gelip kaldıkları yerden devam ettiği o an, ama karakterlerine küçük dokunuşlarla yeni bir tat kattıkları haliyle, çok keyifliydi.
