Sonbaharın serin rüzgarları ve yağmurlu günlerini yaşadığımız bu günlerde, sıcak havasıyla içimizi ısıtan bambaşka bir coğrafyada buluyorum kendimi… Bu hafta yolum, artık sadece lüksün değil, aynı zamanda dünya turizmi ve ekonomisinin de merkezi haline gelen büyüleyici şehir Dubai’ye düştü. Uçağın tekerlekleri piste değdiği ilk andan itibaren, aklımda tek bir soru belirdi ve peşimi bir türlü bırakmadı: Arap Yarımadası’nın güneydoğusunda yer alan bu şehir, nasıl oldu da bir zamanların küçük balıkçı köyünden, Orta Doğu’nun en kozmopolit ve göz alıcı şehirlerinden biri haline geldi?
DÜNYANIN EN GÜVENLİSİ
Dubai için bir proje şehri desek yanlış olmaz. Doğru strateji, ülke yöneticilerinin “Neden en iyisi biz olmayalım?” vizyonu, şehri tam anlamıyla bir dönüşüme sokmuş durumda. 200’den fazla millet ve 150’den fazla konuşulan dil… Düşünebiliyor musunuz? Şehirdeki nüfusun %85’inin yabancılardan oluşması kafamda ilk başlarda soru işaretleri oluştursa da güvenlik açısından endişeye mahal yok. Kiminle konuşsam buranın “dünyanın en güvenli şehri” olduğunun altını özellikle çizdi. Peki, diğer gelişmiş dünya ülkeleri her geçen gün güvenlik sorunları yaşarken Birleşik Arap Emirlikleri’nin en popüler ve en büyük ikinci emirliği bu düzeni nasıl sağlıyor?
Dubai’de yasa dışı davranışlara karşı sıfır tolerans politikası uygulanıyor. Caydırıcı politikalar, güvenlik güçlerinin hızlı ve etkili olması güçlü denetim mekanizmalarının temelini oluşturmuş durumda. Kısacası bir kadın ve turist olarak burada kendinizi güvende hissetmemeniz söz konusu değil.
TATİLCİLER İÇİN DENİZ SEZONU BAŞLIYOR
Yılın yarısı yüksek sıcaklıklar nedeniyle ‘ölü sezon’ olarak nitelendirilse de şehrin kazanç destinasyonu büyük çoğunlukla turizm. Elbette petrolün etkisi de yadsınamaz fakat Dubai bu konuda ABD’nin en hareketli şehirlerinin popülaritesini bile elinden almış durumda. Sıcaklardan söz etmişken, eğer bir seyahat gerçekleştirmeyi düşünüyorsanız ve dışarıda vakit geçirmek, deniz sezonunu yakalamak sizin için ön plandaysa programınızı Kasım ve Aralık aylarında yapmak doğru tercih olacaktır. Diğer türlü, şehrin sıcağı dayanılmaz bir noktaya gelirken soğutucuların içerilerde son seviyede çalışması dengenizi biraz şaşırtabilir. Aman dikkat!
Seyahatimin ikinci günü, ışıl ışıl binalara ve tertemiz sokaklara alışmış bir halde buluyorum kendimi ve düşüyorum yollara… İlk durağım, elbette her turist gibi, Burj Khalifa. İnşası 2010 yılında tamamlanan bu gökdelen, hala dünyanın en yüksek yapısı unvanını elinde tutuyor. Tam 828 metreye ulaşan bu devasa yapının 122. katına, 'At.mosphere' isimli restorana çıktığımda ise yalnızca manzaraya değil, aynı zamanda Dubai’nin gastronomi sahnesine de yukarıdan bir giriş yapıyorum. Bulutların arasından şehre bakarken, camdan yansıyan gökdelen siluetleriyle birlikte önüme gelen zarif tabaklar, bu şehrin yalnızca mimaride değil, mutfakta da iddialı olduğunun ilk göstergesi oluyor.
TABAKLARA YANSIYAN ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK
Gastronomi yolculuğum yalnızca Burj Khalifa’nın tepesindeki zarif tabaklarla sınırlı kalmıyor elbette. Farklı kültürlerin kesişim noktası haline gelen bir şehirde mutfağın da bu çeşitliliği yansıtması kaçınılmaz. Arap coğrafyasına özgü baharatların belirgin şekilde hissedildiği yerel yemekler, şehrin lüks restoranlarında da aynı tutkuyla ve özenle sunuluyor. Bu noktada, geleneksel unsurları çağdaş estetikle buluşturan özel mekanlardan biri olarak öne çıkan ‘Gerbou’, Emirati mutfağını yeniden keşfetmek isteyenler için dikkat çekici bir adres. Menüde, geleneksel tariflere modern dokunuşlarla hayat veriliyor. Özellikle, zamana meydan okuyan Emirati yöntemlerinden biri olan 'yer altı çukuru pişirme tekniği' ile hazırlanan yemekler hem derin hem de dumanlı aromalarıyla damağınızda unutulmaz bir iz bırakıyor. Bu teknik, gelenek ve inovasyon arasında lezzetli bir köprü kuruyor.
Öte yandan Dubai’de, Uzak Doğu mutfağının da güçlü bir temsiliyeti söz konusu. Şehirdeki Asya restoranları, yalnızca tatlarıyla değil; sunumlarındaki estetik ve sadelikle de öne çıkıyor. Bu anlamda beni en çok etkileyen adreslerden biri ‘Baoli’ oldu. Hem atmosferi hem de menüsündeki özgün tatlarla, adeta Asya’ya kısa bir yolculuk yapmış gibi hissettiriyor.
Restoranların girişlerinde, Michelin yıldızları ya da Gault&Millau gibi prestijli rehberlerden alınmış ödüller göze çarpıyor; adeta her biri “burada sadece yemek yemeyeceksiniz, bir deneyim yaşayacaksınız” der gibi.
ESKİ VE YENİ TEK BİR KAREDE
Günümün devamında Dubai Frame’in seyir terasına çıkıyorum. Asansörden indiğim an cam duvarların ardından uzanan manzara, şehrin iki yüzünü bir arada sunuyor. Sağ tarafımda modernliğin vücut bulmuş hali; gökdelenler, otoyollar, dev alışveriş merkezleri... Şehir gökyüzüne doğru uzanıyor sanki! Sol tarafıma döndüğümde ise bambaşka bir Dubai karşılıyor beni. ‘Old Town’ olarak bilinen bölge, alçak yapıları ve geleneksel mimarisi ile Arap kültürünün izlerini taşıyor. Bu iki görüntü, sadece fiziksel bir ayrımı değil, aynı zamanda bir duruşu simgeliyor.
Dubai, gelişmiş ülkelere yalnızca mimarisiyle değil, vizyonuyla da kafa tutarken, köklerinden kopmamayı başarmış bir şehir. Geçmişle geleceği aynı çerçevede buluşturması ise ona farklı bir kimlik katıyor. Bir çerçevenin içinde hem geçmişi hem geleceği görebildiğiniz başka kaç şehir vardır, bilmiyorum. Ama Dubai, bu dengeyi kurarken ziyaretçisine sadece bir şehir değil, bir zaman yolculuğu da sunuyor. Ve ben, bu yolculuğun sonunda kendime tek bir cümle kurabiliyorum: Küllerinden doğan bu şehir, yalnızca bugünün değil, yarının dünyasında da adından çok daha fazla söz ettirecek.
TEKNOLOJİ MERAKLILARI BU MÜZEYİ GÖRMELİ
Dubai, sadece bir şehir değil; moderniteyle gelenekselliğin, doğayla teknolojinin iç içe geçtiği benzersiz bir deneyim. Eğer siz de bu şehri keşfetmeyi planlıyorsanız, birkaç önerim var.
Dubai'nin ikonik yapılarından biri olan Museum of the Future, yalnızca mimarisiyle değil, sunduğu interaktif deneyimlerle ziyaretçilerini büyülüyor. Yapay zekâdan uzay kolonilerine, sürdürülebilirlikten insan sağlığına kadar birçok konuyu kapsayan sergilerle geleceğe dair ilham verici bir yolculuk yapabilirsiniz. Özellikle teknoloji meraklıları ve çocuklu aileler için mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri.
Kültürel dokuları keşfetmek için ise Al Seef ideal bir başlangıç noktası. Yürüyüş yapabileceğiniz marina kenarı, geleneksel sokaklar ve el sanatlarıyla dolu butik mağazalar sizi bekliyor. Yorulduğunuzda bölgedeki restoranlarda özellikle Doors Freestyle Grill veya Al Fanar gibi yerlerde yerel lezzetleri mutlaka deneyimleyin.
ÇÖLÜN ORTASINDA LÜKS: SONARA CAMP DUBAİ
Şehrin modern yüzünün ötesine geçmek ve doğayla baş başa kalmak istiyorsanız Sonara Camp’i listenizin üst sıralarına alın. Gündüz deve gezileri, okçuluk ve şahin gösterileriyle eğlenceli zaman geçirebilir; akşamları ise yıldızların altında özenle hazırlanmış Akdeniz-Arap füzyon mutfağının tadını çıkarabilirsiniz.
Bir adım daha ileri gitmek isteyenler için, kampın konaklama bölümü olan The Nest by Sonara çölün ortasında unutulmaz bir gece deneyimi sunuyor. Gökyüzü safarisi ve çöl sessizliği eşliğinde uyanmak, bu seyahatinizden size kalan en özel an olabilir.