Sosyal etki yaratmak; günümüzde yalnızca “iyilik yapmak” ile tanımlanabilecek bir kavram değil. Ölçülebilir, sürdürülebilir ve topluluğun gerçek ihtiyaçlarına cevap verebilen modellerle anlam kazanıyor. Bu dönüşüm, özel sektör ile vakıf yapıları arasındaki geleneksel sınırları yeniden tanımlıyor. Kale Grubu, kurucusu İbrahim Bodur’un toplumsal sorumluluk anlayışını bugünün dünyasında yeniden yorumlayarak, topluluklarla birlikte öğrenmeyi ve üretmeyi odağına alan örnek bir strateji izliyor. Bu stratejinin nasıl şekillendiğini, grup içindeki kurumların birbirine nasıl ilham verdiğini ve yerel kalkınmadan sanata, sosyal girişimcilikten etki yatırımlarına uzanan çok katmanlı bir sosyal fayda ekosisteminin nasıl kurulduğunu Kale Grubu Kurumsal İletişim ve Etki Yatırımları Bölüm Başkanı, KSV Genel Müdürü Rana Birden’den dinliyoruz.
Kale Grubu’nun 30 yıla yayılan vakıf tecrübesi, sosyal fayda yatırımlarında süreklilik ve topluluk temelli etki yaratma açısından size nasıl bir stratejik avantaj sağlıyor?
Bugünün dünyasında toplumsal beklentiler hem hızlı değişiyor hem de daha fazla derinlik, şeffaflık ve katılımcılık talep ediliyor. Bu toplumsal beklentinin karşılığını kendi içimizde değerlendirdiğimizde ortaya “İyi Bak Dünyana” hareketi çıktı. “İyi Bak Dünyana” sınırları olmayan, üretim, kullanım, ekoloji, sosyal yaşam dâhil olmak üzere daha iyi bir yaşamın inşası için gerekli tüm ekosistemi kapsayan bir hareket. Uzmanlıklar, beceriler ve deneyimler doğrultusunda iş birliğini teşvik ederek, yeni ve yaratıcı çözümler geliştirmek için ekosistemimizin gücünü kullanıyoruz. Tüm paydaşlarımızla bir topluluk yaklaşımıyla başlattığımız bu hareket ile köklerimizden gelen değerlerle bugünden geleceği kurgulayan bir dünyayı kurguluyoruz. Kale Grubu’nun sürekliliğe dayalı sosyal fayda yaratma yaklaşımının merkezinde güven inşa etmek var. Güven ise toplulukla birlikte düşünme, üretme ve dönüştürme yeteneğimizi besliyor. İyi Bak Dünyana hareketinin lokomotif gücü Kaleseramik Vakfı da sosyal faydaya yönelik çalışmalarımızı dönemsel bir yaklaşım olarak görmeyip topluma karşı duyduğumuz sorumluluğun ve bu topraklara duyduğumuz aidiyetin en somut yansıması. İbrahim Bodur’dan bize miras kalan topluma karşı sorumluluk anlayışı Grup DNA’mıza işlemiş durumda. Bugün baktığımızda sosyal fayda yaratırken en güçlü kaslarımızdan biri; geçmişte kurduğumuz ilişkilerin, ürettiğimiz ortaklıkların ve edindiğimiz öğrenimlerin bizi daha esnek, daha duyarlı ve daha vizyoner kıldığını görüyoruz. Bu da bizi günü kurtarmaktan çok, topluluklarla birlikte yarını kurgulayan bir aktör haline getiriyor.
Etki yatırımları kavramı özel sektörde giderek daha fazla konuşuluyor. Sizce bir özel sektör şirketi, sosyal yatırımlarını vakfıyla birlikte yönettiğinde ne gibi sinerjiler veya çatışmalar doğabiliyor?
Bu ikisi arasındaki ilişki doğru bir zemine oturtulduğunda çok değerli sinerjiler doğması mümkün. Bir yandan özel sektörün stratejik bakış açısı, kaynak ve süreç yönetimi becerisi devreye girerken; diğer yandan vakıfların toplumsal duyarlılığı yüksek, daha kapsayıcı ve uzun vadeli bakabilen yapısı, bu yatırımları etkili ve daha anlamlı hale getiriyor. Biz Kale Grubu olarak, bu iki yapının birbirini tamamlayıcı gücüne inanıyoruz. Grubumuzun verimlilik ve sürdürülebilirlik odaklı yaklaşımı ile Vakfımızın toplumsal faydayı önceliklendiren vizyonu bir araya geldiğinde, ortaya ölçülebilir sonuçların yanı sıra topluluğun gerçek ihtiyaçlarına cevap veren, sahiplenilen, kalıcı etkiler çıkıyor. Bununla birlikte zaman zaman yol haritası ya da stratejide iki tarafın ters düşmesi de olası. Örneğin; şirket daha kısa vadeli, somut çıktılara odaklanırken; Vakıf daha köklü, derinleşmiş sosyal süreçlere yatırım yapmak isteyebilir. Burada önemli olan, bir denge mekanizmasını devreye sokmak. Hem stratejik hem de yatırımların değerler odaklı yönetilmesi boyutu var. Bu iki kritik bakışın bir arada kurgulanması, sosyal etkiyi daha bütüncül bir zemine taşıyor. Bu anlamda Grup genelindeki girişim sermayesi yapısıyla oluşturulacak etki yatırımı boyutunu da içerecek şekilde kurulacak. Vakıf ve şirket arasında kurulan bu karşılıklı öğrenme köprüsü, sosyal yatırımları yalnızca etkili değil anlamlı ve sahici de kılıyor. Sonuçta mesele sadece kaynak aktarmak değil, değer yaratmak. Bu değeri yaratırken de Vakıf ve Grup arasında açık iletişim, ortak hedef tanımı ve karşılıklı öğrenme kültürü varsa o zaman bu ikili yapı güçlü bir dönüştürücü etkiye ortaya koyabiliyor.
Ailelerin kurduğu vakıflar, sadece bağış temelli yapılar olmaktan çıkıp giderek sosyal girişimcilik, topluluk yönetimi ve uzun vadeli etki üretme alanlarında nasıl dönüşüyor? Kale Grubu olarak bu dönüşümde nerede duruyorsunuz?
Günümüz dünyasında toplumsal sorunlar daha karmaşık ve çok katmanlı. Bu da geleneksel yardım anlayışının ötesine geçmeyi, sistem kurmayı, çözüm üretmeyi ve etkiyi ölçeklendirmeyi gerektiriyor. Biz de 1991 yılında Kale Grubu’nun Kurucusu İbrahim Bodur tarafından hayata geçirilen Dr. (h.c.) İbrahim Bodur Kaleseramik Eğitim, Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı’nın (KSV)’yi değişen dünya koşullarına uyum sağlamak ve Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınmasına katkı sunmak amacıyla yeni bir stratejik bakış açısıyla yapılandırdık. Sosyal girişimcilik, eğitim ve beceri gelişimi ve kapsayıcı ekonomik kalkınma başlıkları altında topluluk yönetimi ve uzun vadeli sistemsel etki vizyonu anlayışıyla hareket ediyoruz. Buradaki temel bakış açımız şu: "Nasıl daha fazla kişiyle birlikte, kalıcı ve ortak bir fayda yaratırız?". Bu da esasen yardım temelli geleneksel Vakıf anlayışından etki tasarımı anlayışını benimsemek demek. Bu anlamda Holding kurumsal iletişim faaliyetleri ile Vakıf programlarını sosyal faydayı odağa alarak birlikte tasarlama uygulama ve paydaş yönetimi açısından Türkiye’de öncü bir model olduğumuzu söyleyebilirim.
Amacımız sanatı erişilebilir kılmak
Kale Tasarım ve Sanat Merkezi 2025 stratejisi sanatı erişilebilir, katılımcı ve sürdürülebilir kılmayı hedefliyor. “İyi Bak Dünyana” vizyonunu sanatla buluştururken, hangi dönüşümleri tetiklemeyi hedefliyorsunuz?
Bizim için sanat sadece sergi salonlarında var olan bir pratik değil; toplumsal hayatın tam da ortasında, gündelik yaşama dokunan bir deneyim. İstanbul Kalkınma Ajansı’nın desteği ile Kale Tasarım ve Sanat Merkezi’ni kurarken çıkış noktamız tam olarak buydu: Mekanları yaşatmak, onlara yeni anlamlar katmak ve tasarım ve sanatla birlikte dönüştürmek. Karaköy’deki ilk genel merkez binamızdan dönüştürdüğümüz Kale Tasarım ve Sanat Merkezi (KTSM), bugün sanata ve sanatçıya samimi ve gerçek bir alan açıyor. Burası yalnızca fiziksel bir mekân değil; disiplinler arası üretimin teşvik edildiği, döngüselliği sahiplenen ve sosyal etkiyi önceleyen projelerin hayata geçtiği bir toplumsal yatırım alanı aslında. Sanatın erişilebilir ve demokratik bir yapıya kavuşması gerektiğine inanıyoruz. Bu yüzden “Kamusal Alanda Sanat” projesi bizim için çok kıymetli. Bu projeyle, sanatı belli sınırlar içinde tutmak yerine şehirle, sokakla, insanla buluşturmayı hedefliyoruz. Bu çabanın önemli ayaklarından biri de bizim gözbebeğimiz olan Çanakkale. Doğduğumuz, büyüdüğümüz bu topraklara sanatsal üretimle katkı sunmak bizim için bir sorumluluk. Kentin kamusal alanlarında yüksek sanatsal niteliğe sahip, kalıcı ve toplumsal bağ kuran eserler görmek istiyoruz.
İnsan odaklı iş yapma yaklaşımını Nevruz Köyü Kadınları gibi gerçek topluluklarda somut etkilere dönüştürdünüz. Bu gibi mikro-topluluk çalışmalarının makro sosyal etki stratejilerine nasıl bağlandığını düşünüyorsunuz?
Nevruz Köyü örneği, bizim için salt bir sosyal sorumluluk projesi değil! Anadolu’dan çıkmış bir Grup olarak yerel ve bölgesel kalkınmanın gücüne inanıyor ve bu alanın gelişimine katkıda bulunacak projeleri destekliyor ve geliştiriyoruz.
Nevruz Köyü Kadınları Kooperatifi, Kurucumuz ve Onursal Başkanımız rahmetli İbrahim Bodur’un dünyaya geldiği Çanakkale’nin Nevruz Köyünün özverili ve çok da becerikli kadınlarına ait. Bizim için NKK Toplulukla birlikte düşünmenin, birlikte üretmenin ve birlikte güçlenmenin mümkün olduğuna dair çok değerli bir deneyim. Nevruz Köyü kadınlarının içinde zaten büyük bir üretim ateşi vardı, bize sadece ilk kıvılcımı onların sesini duyarak başlattık. Kadınların potansiyellerini fark etmek ve onların öncülüğünde bir dönüşüm başlatmak, bize mikro ölçekte büyük öğreniler kazandırdı. Ve bu dersler, sosyal yatırım stratejilerimizin şekillenmesi açısından çok değerli. Bu tür mikro-topluluk çalışmalarının makro stratejilere bağlanması ise aslında stratejik vizyonla sahadaki gerçekliğin buluştuğu yer. Çünkü biz her zaman şuna inanıyoruz: Etki tepeden inerek değil, tabandan yükselerek kalıcı olur.