Hayatın insanı en hazırlıksız yakalayan anlarında, bazen en karanlık duyguların içinden bile mizah sızar. ‘Bugün Güzel’ filmini böyle özetleyebilirim. Ölümle burun buruna gelmenin bile zaman zaman şaka payı taşıdığı, gerçek hayata doğrudan bakarken aynı anda iyileştirici bir sıcaklık sunmayı başaran bir hikaye. Yapımcılığını TAFF Pictures’ın üstlendiği, hikayesi Oğuzhan Koç’a, senaryosu Aksel Bonfil’e ait ve yönetmen koltuğunda Mali Ergin’in oturduğu film, izleyiciyi hem duygusal hem de eğlenceli bir yolculuğa çıkarıyor. Popüler bir yaşam koçu olan Ali’nin hayatını altüst eden bir teşhisle birlikte kendi gerçekleriyle yüzleşmesini anlatan ‘Bugün Güzel’, küçük mucizeleri, tesadüfleri ve insanın insana iyi gelen hallerini merkezine alıyor.
Hem müziklerde hem hikayede “hayatın kendisi gibi” bir sadelik ve gerçeklik arayan ekip, ölümün sertliğini bile mizahi bir kırılmayla ele alabilen bir dünya yaratmış. Film bugün vizyona giriyor. Öncesinde Oğuzhan Koç ve kendisiyle birlikte müziğin arkasındaki isim Çağrı Telkıvıran ile bir araya geldik.
Uzun bir süreç. Her şey bittiğinde ne hissettiniz?
OĞUZHAN KOÇ: Bizim için son süreç gerçekten zordu. İkimizin sabahladığı iki ay var. Kurgunun ve müziklerinin bu kadar uzun süreceğini tahmin etmiyordum. Setin kendisinden daha uzun sürdü. Şarkı yapmayı çok iyi biliyoruz ama 100 küsur dakikalık bir dramanın müzikleri bize de güzel ve yeni bir challenge oldu yani. Ama günün sonunda mutluyuz.
ÇAĞRI TELKIVIRAN: Bize gelen bir kurgu vardı, onun üzerine çalışmaya başladık. Dakika dakika bir şeyler yapmaya başladığımızda, daha sonra kurgu kısalmaya başladığı an bizim yapmış olduğumuz her notanın yeri değişmeye başladı. Buralarda biraz bir zorlandık ama bir o kadar da keyif aldık. Final mikse gönderdiğimiz her şeyden biz çok mutlu ve memnunuz.
Müzik eklendiğinde, filmde boyut atlayan hangi sahne var? Spoiler vermeden!
Ç.T.: Benim için kuaför sahnesi.
O.K.: Bir kuaför sahnemiz bir de teknede bir sahnemiz var. Müzik olmasa mı diye düşündük Mali ile ama Çağrı’nın ‘yapınca iki gömlek daha güzel oldu’ dediğimiz yerler var.
Her yerde müzik duyduğumuz bir çağdayız. Sessizliğin kıymete bindiği anlar var. Bu filmde sessiz anlar var mı? Nasıl belirlediniz?
O.K.: Çok var aslında. Yani biz önce parça parça sahnelerin müziklerini düşündük. Sonra hep bir geniş pencereden bakmaya gayret ettik. Her sahnenin müziğe ihtiyacı olabilir ama dediğiniz gibi bazen de sessizlik de çok kıymetli. Çünkü bazı sahnelerin gerçekten bir şeye ihtiyacı olmuyor.
Fragmanda duyduğumuz bir Mor ve Ötesi şarkısı var: ‘Daha Mutlu Olamam’. Onun hikayesi nedir?
O.K.: Aslında bir şakadan yola çıktık. Ali karakterinin hayatının en kötü gününü yaşadığını düşünürken Güneş'in birden karaoke barda çıkıp ‘daha mutlu olamam’ diye bir şey söylemesi komik. Sonra da şuna uyandık. Ya bu filmin genel duygusuna da aslında bu hizmet ediyor. Yani ‘Daha Mutlu Olamam’ı çok kötü bir anda söylersen çok komik oluyor. Doğru anda söylersen de çok güzel altını çiziyor duygunun. Dolayısıyla filminde şarkısı gibi oldu. Bir de ilk defa oynadığım bir filmde ben bir şey söylemiyorum; çok şükür. Mor ve Ötesi’ne de teşekkür ederiz tekrar.
Sinema salonlarında ses sistemlerinin hepsi aynı kalitede ve ayarda değil. Bunları düşünerek müziği nasıl yaptınız?
Ç.K.: İşte yapılan şey şu. 5.1 Dolby sisteme göre yapmadık bunu düşünerek. Telefondan da izleyince televizyondan da izleyince aynı sound'u duyurmamız gerekiyor. Seçenek çok çoğaldığı için biz, orta bir sound kararına vardık ve frekans ayarlarımızı, sound’umuzu öyle tatmin ettik diyelim.
Filmin doğru tonu olmalı
Karakter çöküyor sonra yeniden inşa oluyor. Bu dönüşüm müziğe nasıl yansıdı?
Ç.K.: Senaryoyu okuduktan sonra bu filmin bir doğru tonu olması lazım diye düşündüm. Ona ikna etmeye çalıştım. Ardından hissettiğimiz sahnenin bize bıraktığı duygular üzerinden arada ters köşe sound ve notalarla bir dünya kurduk.
O.K.: Filmin notası ne dedi? Biz dedik ki o ne demek? (Gülüyorlar.) Buğulu bir akor aslında. Dedi ki “bence filmin akoru bu” ve bir akor bastı ve oldu. Bir de aslında dediğiniz gibi karakterin değişimiyle birlikte de filme yeni enstrümanlar ekleniyor. Biraz öyle bir yol seçtik.
Yıllardır birlikte çalışıyorsunuz. Sinema filmi için birlikte çalışmak nasıldı?
O.K.: Hep ortaya çıkan şeyin iyi olması için çalıştığını biliyoruz. Çağrı hoşuma gitmeyecek şeyi söylediğinde de sorgulamıyorum. Demek ki onu rahatsız eden bir şey var diye düşünüyorum.
Ç.T.: Bizim şöyle bir cümlemiz var: Bir duyalım, görelim.
O.K.: Benim hiç aklıma yatmayan bir enstrüman kullanmak istiyor ben yapmayalım dediğimde Çağrı hep “Bir duyalım, görelim. Olmadı sileriz” diyor. Bu süreçte ikimizin lafı oldu.
İş, film müziklerine gelince, filmin en az bütçe ayrılan kalemlerinden biri oluyor. Müzik izleyiciyi kontrol etmenin en önemli aracı oysa. Sizce Türkiye’de film müzikleri neden çoğu zaman önemsenmiyor?
O.K.: Bence tam olarak sizin söylediğiniz şey. Müzik, genellikle bütçenin bozukluklarını çıkardığın yerine geliyor. “Filmin bir de şarkısı olsa mı?” dediğinde zaten gala gelmiş oluyor. Müziğin izleyiciyi kontrol etmenin önemli bir aracı olduğuna katılıyorum bu arada. Hele eskiden çok daha kıymetliydi. Filmden önce, fragmandan önce şarkısı çıkardı. Soundtrack albümler alırdık. İzleyicinin tahammülü çok azaldığı ve süre çok kısaldığı için de böyle oluyor. Biz 10 yıl önce yazdığımız şarkılara bakıyoruz, 4 buçuk dakika şarkı var. Diyoruz ki bugün bunu versek muhtemelen kimse dinlemezdi.
Peki, bu hikayeye neden takıldınız? Belli ki bunu yapmak için emek sarf etmiş, sektördeki insanlara anlatmışsınız.
O.K.: Gerçekten tam olarak hayatın kendisi gibi bir şey yapabilir miyiz? Kendisi kadar komik, kendisi kadar hüzünlü. Hiçbir duyguyu böyle ekstra ezip püre haline getirmeden, güzel film olur mu? Benim birinci derdim buydu. Bu hikaye aslında oradan çıktı. Bir sağlıklı yaşam koçunun süper sağlıksız hayatı bize çok ironik ve çok güzel geldi. Aksel ile birlikte buna kanaat getirdik ve bunu 3-4 yıl önce falan yaptık. Biraz demlendi, dinlendi. Biraz da insanlar artık böyle hikayelere daha sıcak bakabilir hale geldi. Çünkü bence geçen yıla kadar çok keskin şeyleri seviyordu insanlar. Ağlıyor muyuz? Hüngür hüngür ağlayalım. Gülüyor muyuz? Altımıza yapalım falan. Keza şu an Feyyazların (Yiğit) yaptığı ‘Yan Yana’ da bence çok aynı hisler ve duygularda bir film.
Bu filmden sonra sağlık tetkiklerini artırdınız mı?
O.K.: Hayır hiç oralara takılmıyoruz. Ararsan bulursun çünkü. Bu bir film. Yazdık, çektik. Bugün itibariyle de o karakterle vedalaşıyoruz.
Birbirimize torpil yapamayız
Eğer hikaye başka bir kültürde, zamanda geçseydi mesela sound nasıl değişirdi? Mesela Almanya’ya göç etmiş yine ünlü bir yaşam koçu olmuş bir göçmenin gözünden olsaydı…
Ç.K.: O dünyanın kültürüne göre bir arayışımız olurdu. Onun neler dinleyebileceği üzerine düşünürdük.
O.K.: Belki hayatımızda hiç empati yapamayacağımız kişilerin filminde müzik hikayenin altını öyle bir çiziyor ki… Bazen bir kötü adamın insan olduğunu, duyguları olduğunu hatırlatan bir klasik müzik sahnesi, izleyiciyi nerden nereye götürüyor. Bu bizi zorlardı ama yapardık bence her türlü. Çağrı bittiğinde ‘Bana böyle şeyler getirme abi’ diyordu ama en son. Ama biliyorum filmi izledikten sonra “Yok mu yeni şeyler, yapalım” diyecek.
Ç.K.: Kesin. “Bir senaryoyu okuyalım, bakalım” derim.
En son ne zaman “Bugün güzel” dediniz?
O.K.: Vay! Ben bugün dedim. Yani tam kulise girdim şöyle oldum. Harika bir gün. 40 yaşındayım. İlk defa hikayesi bana ait bir film yapıldı. En sevdiğim arkadaşlarımla çalıştım. En sevdiğim arkadaşım müziklerini yaptı. En yakın arkadaşım çekti. Çok yakın arkadaşım yazdı. Çok sevdiğim arkadaşlarım oynadı. Ve şurada da bir takım elbise duruyor. Birazdan giyineceğim. Ve filmi izleyeceğiz. Bugün güzel.
Ç.K.: Ben de pazar günü dedim, ama gala gününü düşünerek!
Aynı arkadaşlarla çalıştığınızı söylediniz. Bu bazen eleştirilir. Siz nasıl görüyorsunuz?
O.K.: Biz bu konuda birbirimize torpil yapamayız. Yani ben zaten hayranı olduğum insanlarla çalışıyorum. Hayranı olduğum için ve bunları onlara söylediğim için de süreç bizi arkadaş yaptı. Yani liseden de hala görüştüğüm arkadaşlarım var. Hiçbiriyle şarkı yazmıyorum. Hiçbiriyle film yapmıyorum.
2026 yılına nasıl bir hisle giriyorsunuz?
Ç.T: Bu yıl tatlıydı benim için. Bazı tatsızlıklar da oldu ama her yıl olan şey aslında. 2026’da muhteşem bir dünya olsun. Filmimiz çok güzel gişe yapsın. O da beni çok tetikleyecek bir şey müzik yapmaya. Çünkü bir şeyde başarıyı görmeye başladığında daha çok gaza geliyorsun.
O.K.: Yıl biterken hep pozitifliği geliyor ya herkese. Acısıyla tatlısıyla geçirdik bu yılı da falan. Halbuki ne kadar zordu. İnsan bir şeyi bitirirken hep tatlı şeyler hatırlıyor. O da beynimizin bize yaptığı kıyaklardan biri. Her krizi atlattıktan biraz zaman sonra diyorsun ki “tamam ya fena değildi…” Tecrübe oldu diyorsun. Öğrendim. 2025 de tecrübeyle doluydu. 2026 daha iyi olabilir mi? Olabilir… Bir bakalım. Beğenmezsek sileriz. (Gülüyorlar.)
