Neredeyse yarım asrı deviren bir sanat hayatı… Bu yolculuğa ilk adım attığınız yıllarda, böylesine uzun soluklu bir kariyeriniz olacağını hiç hayal etmiş miydiniz?
Aslında bunu kimse önceden hayal edemez. İnsan hayatında her şey olabilir, şartlar değişebilir. Mesleği sevmeyebilir ya da farklı bir yol tercih edebilir. Ben daha ikinci, üçüncü filmimden itibaren yaptığımız işin ne kadar özel ve kıymetli olduğunu hissettim. “Bu meslek bana göre.” diye düşündüm. Hatta meslek olarak bile değil, “Ben burada olmalıyım.” duygusuyla devam ettim.
Yıllar içinde çok şey öğrendim. Her projede farklı kadınları tanıdım, farklı hayatlara dokundum. Kendi kimliğimin dışında, bambaşka karakterlere hayat verdim; farklı mesleklerden, farklı duygular yaşayan, farklı hayatlar sürdüren kadınlar… Şimdi ise yaşın da getirdiği bir noktada anne, anneanne, babaanne rollerine hayat veriyorum. Ama tüm bunların ötesinde, bu mesleğin içine balıklama düşmüş olmaktan ve bu yolculuğun bir parçası olduğum için kendimi her zaman çok şanslı ve mutlu hissediyorum.
Bizim kuşak yaşayarak öğrendi
Oyunculuğunuz yıllar içerisinde nasıl evrildi peki? Sanatta farklı bir bakış açısı kazandığınızı düşünüyor musunuz?
Elbette, yıllar içinde çok şey öğreniyorsunuz. Çalıştıkça hem merakınız artıyor hem de farklı yönlerinizi keşfediyorsunuz. Ben alaylı bir oyuncuyum, yani okulda değil setlerde yetiştim. Benim dönemime gelene kadar da aslında 'okullu' oyuncular yoktu. Geçen günlerde Tarık Akan’ı andığımız bir söyleşide Ümit Efekan ve Halil Ergün’ün de vurguladığı buydu. Bizim kuşağımız hep görerek, yaşayarak öğrendi.
Oyunculuk yolculuğumda seçimlerim çok belirleyici oldu. İlk filmimden sonra bir yıl çalıştım, sonra üç yıl hiçbir teklifi kabul etmedim. Bekledim, doğru zamanı kolladım. Daha sonra yılda bir film yaparak ilerledim. Ayrıca çok sevdiğim isimlerle çalışma şansım oldu; Türkan Şoray ve Filiz Akın hariç eski kuşağın neredeyse tüm oyuncularıyla aynı seti paylaştım. Benim için yönetmen seçimi her zaman çok önemliydi. Şimdilerde 'bağımsız film' dediğimiz, o zaman 'festival filmi' diye anılan projelere yöneldim. İyi yönetmenlerle, güçlü hikâyelerin içinde olmayı tercih ettim. Bugün de aynı hassasiyeti koruyorum. Özellikle son yıllarda üst üste çok güzel projelerde yer aldım. Bütün bu yolculuk bana şunu gösterdi: Oyunculuğu kendi kendime öğrendim ama her rol, her set bana yeniden öğretmeye devam ediyor.
O dönemlerde sinema; ülkenin ruh halini, toplumsal sorunlarını daha derinlikli mi işliyordu sizce?
Ben o dönemle bugünü birbirinden çok ayırmıyorum aslında. O zamanlarda daha çok Anadolu’ya gidiliyordu. Şehir insanı olmama rağmen, hiç bilmediğim Ağrı, Adıyaman, Bingöl gibi yerlerde çalıştım. O dönem seçilen hikâyeler genellikle bu coğrafyaların yaşamlarını anlatıyordu. Bugün ise özellikle bağımsız filmlerde daha çok şehir insanının hikâyeleri işleniyor. Yani toplumsal sorunlar hâlâ derinlikleriyle ele alınıyor, bu hiç değişmedi. Sadece anlatılan mekânlar ve hikâyeler biraz farklılaştı.
Yönetmen sinemanın tanrısıdır
Özellikle son zamanlarda sizi hep güçlü, dirençli ve duygu yoğunluğu yüksek karakterlerle izledik. Bu bir tesadüf mü, bir tercih mi?
Aslında tercih değil elbette, fakat teklif edilen işleri değerlendirirken dikkate aldığımız bazı noktalar var. Bu karakterlerin arka arkaya gelmesi tamamen denk geldi diyelim (gülüyor). Ben her zaman şunu söylerim: Yönetmen sinemanın tanrısıdır. Geçmişte öyle işlerde çalıştım ki, hikâye tam anlamıyla güçlü olmayabilir ama yönetmenin dokunuşuyla izlenebilir hâle gelirdi. 46. yılımdayım oyunculukta ve bu süreçte hep şunu öğrendim: Sırtınızı yaslayabileceğiniz bir yönetmenle çalışmak çok değerlidir.
Bana gelen hikâyeler hep güçlü karakterlere denk geldi. Ama artık bazı şeyleri özlediğimi hissediyorum. Mesela, evladına rahatlıkla sarılabilen sıcacık bir anne rolünü canlandırmak isterim. Sürekli gergin kadınları oynadığım için bazen sokakta insanlar bile bana yaklaşmaya çekiniyor.

Kadın karakterlerin temsili nasıl değişti sizce? Daha güçlü mü yazılıyor artık?
Aslında kadın odaklı hikâyeler eskiden de vardı. Türkan Şoray’ın, Fatma Girik’in, Hülya Koçyiğit’in filmlerinde, hatta benim de rol aldığım birçok yapımda kadının kendi hayatını kurabildiği çok güçlü hikâyeler işlendi. Yani kadın karakterlerin temsili hep önemliydi. Fakat zaman değiştikçe kadınların sorunları da değişti, çeşitlendi ve büyüdü. Bugün en hassas konuların başında kadın cinayetleri geliyor. Bu meseleye dair daha fazla hikâyenin işlenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Sinema mı televizyon ekranları mı diyeceğim fakat sonra hatırlıyorum ki aslında siz hiç böyle bir ayrım yapmadınız. Öyle değil mi?
Evet, ben hiç ayrım yapmadım. Ana akım bir dizide yer alacağım zaman da çok dikkat ederim; iyi bir hikâye, iyi bir yönetmen ve güçlü bir oyuncu kadrosu olması benim için çok önemli. Zaman zaman tiyatro teklifleri de geliyor ama kabul etmiyorum. Seyirciyle birebir karşı karşıya olmak sanırım beni biraz korkutuyor.
Şiir bana çok iyi geliyor
Sanat hayatınız boyunca pek çok ödüle layık görüldünüz. Son olarak, 29. Nürnberg Türkiye-Almanya Film Festivali’nde Onur Ödülü’nü aldınız ve 26. Sadri Alışık Sinema Ödülleri’nde ‘En Başarılı Kadın Oyuncu’ seçildiniz. Ödül almak üzere sahneye çıktığınızda hâlâ ilk günkü heyecanı hissediyor musunuz?
Evet, kesinlikle hissediyorum. Hatta bu yüzden sahneye çıktığımda ne söyleyeceğimi şaşırabiliyorum. Röportajlarda da aynı şey oluyor. Tabii ki ödül almak çok güzel bir şey. Hem jüri hem de halkın takdiriyle ödüle layık görülmek insana büyük mutluluk veriyor. Her oyuncu ödül almak ister ve ben de bu duyguyu hâlâ ilk günkü heyecanla yaşıyorum.
Oyunculuk dışında sizi besleyen şeyler neler? Günlük hayatta Nur Sürer nelerle uğraşır?
Aslında çok şey yapıyorum. En çok da yürümeyi seviyorum. Günde 5 kilometre yürümeyince huzursuz oluyorum. Çok hızlı yürürüm, neredeyse kimse bana yetişemez. Sokakta esnafla sohbet ederim, insanlarla temas hâlindeyim. Kitap okumak bana hep iyi gelmiştir ama son yıllarda biraz azaldı. Eşimin rahatsızlığı, erkek kardeşimi kaybetmem gibi üst üste yaşadığımız sağlık sorunları bu tempoyu etkiledi. Yine de şiir okumaya devam ediyorum. Kütüphanemde en çok şiir kitapları var, bana çok iyi geliyor.
Ayrıca sokak hayvanlarına da çok düşkünüm. Evimi bir kediyle paylaşıyorum ama dışarıdaki sahipsiz hayvanlara da elimden geldiğince destek oluyorum. Çantamda mama taşırım, setlerde bizimle birlikte olan hayvanlar için uygun ortamlar yaratmaya çalışırım.
Önümüzdeki günler için çalışmalarına başladığınız yeni projeleriniz var mı?
Evet, yeni projelerim var. İki, üç sinema filmi gündemde. Biri Leyla Yılmaz’ın yazdığı ve çekeceği muhteşem bir hikâye, diğeri ise Mukadderat projesinde birlikte çalıştığımız Erdi Işık’ın yazdığı, Ali Kemal’in yöneteceği bir film. Ayrıca seneye yaz aylarında çekilmesi planlanan bir iş daha var. Hepsini heyecanla bekliyorum.