Türkiye’nin mobil hikaye anlatıcılığında yolculuğunuz nasıl başladı? Sizi bu alana yönelten neydi?
Hikâyelerin gücüne her zaman inandım. 25 yılı aşkın süre boyunca televizyonun hızlı temposunun içinde yaşadım, canlı yayınlar ürettim, özel haberler yaptım, belgeseller hazırladım. Bu yolculuk beni Türkiye’den Ortadoğu’ya ve daha pek çok yere taşıdı. Bana sadece deneyim değil, aynı zamanda izleyicilerin gerçek hikâyelerle nasıl bağ kurduğunu derinlemesine anlama fırsatı verdi.
Dünya hızla mobile kayarken bir boşluk gördüm, insanlar artık oturup 90 dakikalık dramatik hikayelere vakit ayırmak istemiyordu. Kahve sırasında, otobüste, bir toplantı arasında… Hayatın kısa anlarında onları gülümsetecek, düşündürecek ya da umut verecek içerikler arıyorlardı. O an fark ettim ki, gelecek artık cep telefonlarının dikey ekranında yazılıyor. Bu, hikaye anlatıcılığının yepyeni bir evresiydi. Bizim amacımız da Türkiye’nin güçlü hikaye geleneğini alıp, mobil çağın diliyle yeniden dünyaya sunmak oldu.
Kurucusu olduğunuz ‘İki Dakika Creative House’ kendisini ‘dijital çağın dikey dizi atölyesi’ olarak tanımlıyor. Bu tanımın arkasındaki felsefeyi biraz açar mısınız?
'Atölye' kelimesini özellikle seçiyoruz çünkü biz kendimizi bir fabrika gibi görmüyoruz. Seri üretim mantığında tek tip içerik çıkarmak yerine, her hikayeyi özenle işlenmiş bir tasarım gibi ele alıyoruz. Dijital çağda hız çok önemli ama hız uğruna ruhunu kaybetmiş içerik üretmek istemiyoruz. ‘Dijital çağın dikey dizi atölyesi’ derken kastettiğimiz şey, cep telefonunu yeni bir sinema salonuna dönüştürmek. 9:16 ekran bizim tuvalimiz; izleyiciyle en yakın bağı bu kadraj kuruyor. Bu yüzden hikayelerimizi hem samimi hem de paylaşılabilir kılacak bir yaratıcı süreç benimsiyoruz. İzleyici artık pasif bir seyirci değil; üretiyor, yorumluyor, hatta hikayenin ortağına dönüşüyor.
İçeriğin sadece izlenmek değil, aynı zamanda paylaşılmak ve yeniden üretilmek için tasarlanması sizin yaratıcı süreçlerinizi nasıl şekillendiriyor?
Eskiden içerik izlenir, biter ve unutulurdu. Bugünse bir hikâye ekrandan taştığı anda yeni bir yolculuğa çıkıyor. TikTok, Reels ya da Shorts’ta tek bir sahne; izleyicinin yorumu, remiksi ya da yeniden kurgusu sayesinde ikinci bir hayata kavuşuyor. Biz de yaratıcı süreçlerimizi bu kültürün üzerine inşa ediyoruz. Senaryoları yazarken, diyalogları kurgularken ya da bir karakterin jestini tasarlarken, o anın paylaşılabilir, çoğaltılabilir ve yeniden yorumlanabilir bir potansiyel taşımasına özen gösteriyoruz. Artık bağ kurmak, ekranda bırakılan iz kadar sosyal mecralarda yarattığı yankıyla da ölçülüyor. Bizim için yaratıcı sürecin yeni matematiği, izleyicinin hikayeyi sahiplenmesi, dönüştürmesi ve kendi dünyasında yeniden üretmesi üzerine kurulu.
Yalnızca iki dakikalık bölümlerle izleyiciyi projeye bağlamak oldukça iddialı. Sanıyorum Türkiye’de bir başka örneği de yok. Bu kadar kısa sürede hikâye kurmanın en büyük zorlukları neler?
İki dakikada bir dünya kurmak kolay değil; ama işte bu formatın büyüsü tam da burada. Geleneksel dizilerde karakterlerin geçmişini ve duygularını uzun uzun anlatabilirsiniz, bizde ise ilk saniyeler her şeydir.
İzleyicinin kalbine dokunmak, onu hikâyenin içine çekmek için anlatının en saf, en yoğun hâline ihtiyaç duyuyoruz. Her bölüm, kısacık sürede bile izleyiciye bir duygunun yükselişini, hayatın içinden bir kırılma anını ve kalbine dokunan bir iz bırakıyor. Bu yüzden biz iki dakikayı, izleyicinin kalbinde derin bir etki yaratabilecek kadar güçlü bir zaman dilimi olarak görüyoruz.
Bizde karamsarlık yok
İçerik seçiminde de oldukça titiz olduğunuzu görüyoruz. Özellikle şu sıralar ekranlarda yaygın olan bir ağır drama furyası var. Umut veren, güldüren ve samimi hikâyelere odaklanmak size nasıl bir dinamik katıyor?
İnsanlar ekran karşısında nefes almayı, gülmeyi, kendilerini bulabilecekleri sahicilikle temas kurmayı arıyor. Hikayelerimiz, çağın yorgunluğunu hafifleten; umut, kahkaha ve içtenlikle izleyiciye ulaşan bir yolculuk sunuyor.
'Semt Çocuğu' bu anlayışın en güçlü örneklerinden biri. Bir mahallenin sıcaklığı, futbolla gelen ikinci şans ve dostluğun dönüştürücü gücü üzerine kurulu bir hikaye… 'Yeni Nesil Aile' ise günümüzün modern ebeveynlik pratikleriyle geleneksel değerlerin aynı evde karşılaşmasını işliyor. Çatışmalar elbette yaşanıyor ama bizim anlatımızın merkezinde karamsarlık yok; kahkaha, tatlı atışmalar ve sevgi dolu anlar var. Bu iki yapım, aslında vizyonumuzu da özetliyor. Bizim için içerik izleyicinin ruhuna dokunan, toplumsal belleği tazeleyen ve geleceğe dair umut taşıyan bir yol arkadaşı.
Türkiye’nin dizi ihracatında uzun formatta bir başarı elde ettiğini söylemek yanlış olmaz. Kısa formata geçiş bu başarıyı nasıl etkiler, nasıl dönüştürür?
Türkiye bugün 600 milyon doları aşan dizi ihracatıyla, ABD’den sonra dünyanın en büyük ikinci ihracatçısı konumunda. Bu başarı uzun formatın gücüyle inşa edildi; ancak dünya artık mobil öncelikli bir eğlence çağında yaşıyor. Kısa format, bu mirası geleceğe taşıyacak ve yeni kuşaklara ulaşacak en güçlü kanal olarak öne çıkıyor. Dikey diziler, Türkiye’yi uzun metrajlı yapımların ihracatçısı kimliğinden çıkararak mobil çağın içerik üssüne dönüştürme potansiyeli taşıyor. Bu dönüşüm, ülkemizin kültürel etkisini sınırların ötesine taşırken, genç kuşaklarla kurduğu bağı da derinleştirecek.
2025 Cannes MIPCOM’da Türkiye’nin dikey dizi alanındaki potansiyelini tanıtacaksınız. Uluslararası arenada en çok hangi yönünüzle fark yaratmayı hedefliyorsunuz?
Cannes’da altını çizmek istediğimiz mesaj net: Türkiye, küresel içerik pazarında güçlü bir oyuncu ve mobil çağın hikaye üreten merkezlerinden biri olma potansiyeline sahip. Bu yıl Cannes MIPCOM’a Türkiye’den dikey dizi girişimcisi olarak katılmamız da bu vizyonun en somut göstergesi. Bizim katkımız, küresel trendleri kopyalamak yerine, onları yerel ruhla besleyip dünyaya yepyeni bir anlatım biçimi sunmak.