Böyle bir oyun yazma fikri ilk olarak nasıl doğdu?
FATİH AL: Kendiliğinden. Bir sipariş değildi çünkü. İş olsun diye karalanmadı kâğıt üstüne. Benim dünyaya bakışımın, onu görebildiğim kadarının bir tercümesi daha olarak sayfalara döküldü.
Hem yazar hem yönetmen hem de oyuncu olarak sahnede olmak nasıl hissettirdi?
F.A.: Dışarıdan bakınca elbette iyi hissettiriyor. Fakat sahne üzerinde üçü birden olmamaya özen gösteriyorum. Orada sadece oyuncu olmalıyım. Metinde olup o akşam söylenmeyen, provada çalışılıp o akşam başka türlü olan, ancak yazarı ve yönetmeni ilgilendiren her şeyden kendimi muaf tutmaya çalışıyorum. Sadece oyunu oynuyorum. Nasılsa öyle. Ve en çok o sırada seviyorum kendimi.
Oyunda izlediğimiz kadın karakter isimsiz ama oldukça güçlü. İsimsiz olmak, karaktere yaklaşımınızı nasıl etkiledi?
MELİS BABADAĞ: Serbest bir yaklaşım sağladı. Dar alanda kısa paslaşmaktansa hayatın birçok olasılığına açık kapı bırakarak oynuyorum. Bazı, hatta çoğu noktayı tanımsız bırakıyor oyun ki bu serbestlik içinde seyirci de kendi serbest çağrışımına kolayca ulaşabilsin.
Televizyon ve sinemadan sonra bu denli yüksek tempolu, tek perdelik bir oyunda sahnede olmak nasıl peki?
M.B.: Doyum sağladı diyebilirim. Sahne, bu işi iliklerinize kadar hissedebileceğiniz bir yer. Tiyatro kesinlikle seyirciyle oynanan bir oyun; sahnede bir üçüncü kişi oluyorlar ve yine yeniden buluşma heyecanı tarifsizmiş.
Oyun boyunca ‘isim’, ‘kimlik’ ve ‘sahne’ kavramları iç içe geçiyor. Bu bilinçli bir kafa karışıklığı mı?
F.A.: Ne güzel söylediniz: “Kafa karışıklığı.” Bunu sahnelemek için kafamızın karışıklığından haberdar olmalıyız. Nelerin nasıl ve neden karıştırdığını anlamaya çalışmalıyız. Sahneye de onu taşımalıyız. Anladıklarımızı değil, anlamaya çalıştığımızı; anlayamadıysak, anlayamadığımızı... Biz sahnede buna yeltendik, anlamak için debelenen halimizi düpedüz göstermek istedik.
Oyun görünür olma arzusunu sorguluyor. Sizce günümüzde görünür olmak, gerçekten var olmak anlamına geliyor mu?
M.B.: Öyle zannediliyor. O yönde manipüle edildi çünkü. Kimseye kanıtlamaksızın kendini gerçekleştirmektir var olmak ama maalesef bunu keşfetmemize müsaade etmeyen kodlarla donatıldık. İç boşluğumuzu dış onayla kapatmaya çalışıyoruz. Bu görünme arzusu zirve yaptığında, işler çağrından çıktığında, sonraki nesil -diğerlerinin de bir öncekinin kurallarını yıktığını gibi- bunu yıkacak ve bambaşka kafalarda hayat formları düzenleyecekler.
Karakterinizin keskinliği ve enerjisi, metnin felsefi tarafını da taşıyor. Bu dengeyi kurarken en çok zorlandığınız anlar neler oldu?
M.B.: En derin konuları komedi unsurlarıyla bezemiş, çok akıllıca yazılmış bir metindi zaten. Yazarın kabiliyetine bırakınca kendimi çok zorlanmadım açıkçası… Metnin benden istediği her şeye tüm kalbimi açmaya niyet ederek başlamıştım zaten çalışmaya. Elif Çongur’u da anmadan geçemeyeceğim. Onun bu dengeyi kurmada büyük etkisi var. O da benim büyük şansım oldu.
Metin zaman zaman tiyatronun kendisine de ayna tutuyor değil mi?
F.A.: Belki ‘hesaplaşıyor’ demek daha doğru olur. İnsanın olduğu yerle, evle, işle, şehirle, dünyayla hesaplaştığı bir oyun, oynandığı yerle barışmış olamazdı.
İki kişinin sahnede adeta bir varoluş düellosunu izliyor gibiyiz. Bu karşılaşmayı birlikte nasıl tanımlarsınız?
F.A.: Karşılaşarak tanımlarız. Çünkü metin, reji, oyun aynı kalsa da her gösterim yeniden karşılaşan iki insan söz konusu oldukça, tanım hep dönüşecektir, hem bizim hem de seyir için.
M.B.: Fatih’e katılıyorum. Karşılaşarak. Bu oyun sürreal bir resim gibi, her baktıklarında derinlerde saklı yeni bir varoluş hikayesi çıkacak.
Günümüz insanının ‘görünme’ ihtiyacı, sizce sanatta daha mı görünür hâle geldi?
F.A.: Sanat, varlık sebebi itibarıyla, onu yaratan toplumu ifade eder. Mesela, artık daha sık rastladığımız ‘eğlenceden ibaret kalmak’ ihtiyacı, bir talebin karşılığıdır. Fakat sanat, esas itibarıyla, bu ihtiyaca da tamamen teslim olmamakla, onu aşmak, ifade etmekle mükelleftir. Yoksa sanat olma vasfını kaybeder. Bizim oyunumuzun da içine sayılabileceği bir sanatsal eğilim, görünme ihtiyacı ve onun karşılıkları üzerine yoğunlaştığına göre, böyle bir ifade arandığını ve hala arandığına göre de henüz bulunamadığını söyleyebiliriz.
M.B.: Sanat yapanlar çoğunlukla içinde bulundukları şartlardan esinlenirler. Siz böyle bir gözlemde bulunduysanız artmış olabilir tabii.
Birbirinizle çalışmak size nasıl bir alan sağladı?
M.B.: Dönümlerce koşturduğum, mağaralara girip okyanuslarda yüzdüğüm kocaman bir alan yarattı… ‘Kendiliğindenliğe’ verdiği önem çok rahat ettirdi. Tiyatro namına ondan çok şey öğrendiğim bir okul gibiydi hazırlık süreci. Bana güvendiği ve bu kadını emanet ettiği için ona minnettarım. Kendimi şanslı hissediyorum.
F.A.: Yaratıcı, içten, keyifli bir çalışma alanı yarattı önce. Şimdi, hepsinden güzeli, bir oyun, sahne dolusu bir deneyim alanı açtı. Defalarca tekrarlayabilecek olduğumuz bir dünyamız var artık, içinde kendi temsilimizi birbirimizle paylaşabileceğimiz.