Türkiye’nin kültürel mirasını dünyaya tanıtma misyonunu yıllardır başarıyla yürüten isimlerden biri İstanbul Rehberler Odası’nın eski başkanı, turist rehberi, seyahat yazarı, konuşmacı Şerif Yenen. Onunla gezilere çıkmanın tadına doyum olmaz.‘Yeraltındaki İstanbul’, ‘Bizans İstanbul’u’ gibi turları özel turlarıyla keşfettiğim İstanbul’umuzun gizli hazineleri en güzel anılarım arasında.
Kırk yıllık dostum Şerif Yenen’nin kitap lansmanındaydık geçenlerde. Yenen, ilk kez 1997 yılında yayınladığı, İngilizce olarak bir Türk tarafından yazılmış ilk Türkiye Rehberi olan ‘Turkish Odyssey’ kitabını 3 cilt olarak, fotoğraflar, detaylı çizimler ve illüstrasyonlarla yeniden bastırmış.
Sadece bir gezi rehberi değil Türkiye’nin kültürel tarihine ışık tutan kapsamlı bu başvuru kitabını, Türkiye’nin kadim medeniyetlerini, turizmin geleceğini 37 yıllık bir deneyimi olan Yenen ile konuştuk.
Böylesine kapsamlı kitap fikri ne zaman çıktı ortaya?
Rehberliğe yeni başlamıştım. Türkiye'nin kültürel mirasını her yönüyle anlatan bir kitap bulamıyorduk. ‘Blue Guide’ iyi bir kitaptı ama dili ağır geliyordu. Resim yoktu içinde. Kariye'yi anlatıyor ama biz anlatılan hikayenin hangi mozaik olduğunu bilmiyoruz. Mesleğe başladıktan 5 yıl sonra kitap fikri kafamda oluştu. Bilgisayar da hayatımıza yeni giriyordu. Kafamdakileri yazıyorum, sonra çıktısını tura katılan çoğunlukla Amerikalı olan yabancılarla paylaşıyorum. Fikirlerini söylüyorlar. Günün birinde bir Amerikalı ‘Kişisel Yayıncılık El Kitabı’nı gönderdi. Bu bana yol gösterdi ve bir sponsor bulup 1999’da İngilizce kitabımı bastırdım. Rehber dostlarımın sürekli el altında tuttukları bir kitap oldu. Hiç tanımadığım rehberlerin çantalarında kitabımı taşıdıklarını gördüm. Kitabın süksesi beni 13 yıl sürdürdüğüm İstanbul Rehberler Odası başkanlığına taşıdı.
Turkish Odyssey’i neredeyse 25 yıl sonra neden tekrar yayınlama ihtiyacını hissettin?
Çünkü ilk kitabın baskıları bitmişti, yeni baskı yapamıyordum. Kitaba talepler artınca güncelleyerek yeniden basmak şart oldu. Üstelik son 25 yılda medeniyetler tarihini oldukça etkileyen gelişmeler meydana geldi. Göbeklitepe, Karahantepe ortada yoktu. İlk baskıda Neolitik dönem 8 binli yıllarda başlıyordu. Şimdi 10 binli yıllara geldik. Pek çok kazıdan yeni bilgiler gelmeye başladı. Bu arada deneyimim arttı ve tarihe farklı açılardan bakmaya başladım. Anadolu perspektifini devreye soktum. Bence önemli bir ihtiyaçtı.
Anadolu Perspektifi konusunu biraz açar mısın?
Anadolu’da her şeyi Grek kültürüne bağlamayan, Anadolu’nun kendi kültürüyle de açıklanabilir olduğu bakışı. ‘Uygarlık Anadolu’da Doğdu’ kitabının yazarı Prof. Fahri Işık kadar radikal olmasa da bu bakış önemli ve üzerinde durulması gerekir. 5-10 yıl öncesine kadar hangi kitabı açıp bakarsak antik kentleri Greklere bağlar. İstanbul Grek kolonistler, Aspendos Grekler tarafından kuruldu, Troya bir Grek kentidir gibi görüşler. Batılı bakış açısı böyle. Ne ki günümüzde bilimsel gerçekler bunun pek doğru olmadığına işaret ediyor. Troya’yı kazan Prof. Manfred Korfman Batı’nın Grek kültürüyle ilişkilendirdiği Troya’nın Hititler, Luvilerle ilişkisini ortaya koydu. Troya’nın Grek kültürü sanılan kültürden en az 1500- 2000 yıl daha geriye giden bir tarihi var. Diğer kazılardan da bu yönde bilgiler gelmeye başladı.
Bütün Anadolu'yu karış karış tanıyorsun. Yerli ya da yabancı hiç Anadolu'yu hiç gezmemiş birine tavsiye edebileceğin ilk yer neresi olurdu?
Bana göre insanlar daha bilinçli gezmeli günümüzde. “Şuradan başlayın” demek yerine tematik gezi tavsiye ediyorum. Zaten kitapta da öyle yaptım. Neolitik dönemi tanımak isteyenler Urfa, Göbeklitepe, Karahantepe, Diyarbakır’da Çayönü gibi yerleri gezsinler örneğin.
Tunç Çağı önemli. Hitit medeniyetinin olduğu Yozgat ve çevresi. Demir Çağı için Van Urartu, Afyon’a yakın Frigya Vadisi, Lidya Sardis. Yani uygarlık, uygarlık gitmek ve bunu kronolojik yapmak gerek. Neolitik, Hitit, Urartu, Frig, Lidya. Sonra Batı Anadolu’da, Likya, Karya filan. Ardından Helenistik, Roma dönemleri. Toplam 30 medeniyet sayabiliriz Anadolu’da.
Peki hepsinin dilleri, gelenekleri ayrı mı yoksa girip birbirine içine geçmiş mi?
Bence şöyle oluyor. Küçük küçük topluluklar kendi kişisel veya kendi karakteristik özelliklerine sahip ve kendi dillerini konuşuyorlar. Ama genel olarak konuşacak olursak Anadolu'nun yerli halkları var. Demir çağının sonundan itibaren değişik uygarlıkların saldırılarına uğruyorlar. M.Ö 600 yılında Persler geliyor ve Anadolu'yu kasıp kavuruyor, hakimiyeti altına alıyor. Ama Anadolu'nun halklarını öldürmüyor ki. Halk burada yaşamaya devam ediyor. Ne oluyor? Yeni yöneticiler atıyorlar. Yeni din, yeni vergi sistemi, yeni resmi dil geliyor. İnsanlar çoğunlukla uyum sağlıyorlar. Büyük İskender. Persleri yeniyor ve Anadolu'yu hakimiyeti altına alıyor. Helenistik dönem başlıyor. Dil, din, vergi sistemi değişiyor, halk aynı. Roma döneminde de aynı şey.

Muhatap olduğun turistler bu topraklarla ilgili bu bilgilere sahip mi geliyorlar, okuyup mu geliyorlar? Yoksa burada mı öğreniyorlar?
Açıkça söylemek gerekirse bazılarının dünyadan haberi yok. Bizans dediğimizde şaşırıyorlar. Bizans’ın ne olduğunu anlatmak zorunda kalıyoruz. Bazıları mesela podcast dinleyicileri Bizans'ı köküne kadar biliyor. Bizans İmparatorlarının isimlerini tek tek sayıyorlar. Benden daha iyi bilenlere de rastladım.
Senin yıllardan beri içinde olduğun kültür turizminin geldiği nokta nedir?
Kültür turizminin azaldığı bir dönemdeyiz ne yazık ki. Resmi rakamlara yansıyan milyonlarca turistin yüzde kaçı kültür turizmi için gelmiş bilmiyoruz. 25-30 yıl önce kültür turizmi zirvedeydi. Özellikle Avrupalılar, Fransızlar filan otobüslerle Kapadokya’ya giderdi. Turizme sadece rakam olarak bakmak doğru değil bence. Sayıyı hedeflemek tehlikeli. Zira çevresel sürdürülebilirlik, kültürel yozlaşma meseleleri var.
Turizm ve Kültür Bakanı olsaydın ne yapardın?
Bence yapılması gereken turizmde öncelikli ihtiyacımızın ortaya konması. Sayı mı yani kitle turizmi mi? Turizmin dört mevsime yayılmasını sağlayacak kültür turizmi mi? En doğrusu her bölgenin öne çıkan özelliğinden turizm ürünü çıkarıp onların tanıtımını yaparak oralara insan çekmek. Kültürü konuşuyorsak en iyi örnek işini çok severek yapan Ertuğrul Günay idi bence. Van Müzesi, Urfa Müzesi, Mardin Müzesi, Antakya Müzesi, Uşak Müzesi, Zeugma Müzesi hepsini onun emeklerine borçluyuz. Kimi zaman buluşuyoruz. “Hakkınız ödenemez” diyorum.
Kültür turizmi önemli çünkü Türkiye’nin dünyada imajını düzeltme ihtiyacı var.
Yolun sıklıkla müzelere düşüyor. Bakan olsaydın müzeleri nasıl elden geçirirdin?
Geçenlerde Urfa Müzesi’ndeydim. Müdür Celal Uludağ dünya çapında bir Neolitik Müzesi olma yolunda olduklarını söyleyince çok sevindim. Yani bakan olsaydım müzelerde temaya odaklanırdım. Belli bölgelerde yoğunlaşan objeleri müzenin adını da değiştirerek o tema etrafında birleştirmeye çalışırdım. Örnek Urfa Müzesi'ni Neolitik Müze yapardım. Van Müzesi'ni Urartu Müzesi, Uşak Müzesi'ni Lidya Müzesi yapardım. Ve Afyon'dakini bir Frig Müzesi yapardım. Müzeleri yaptıktan sonra bu müzelere ülkenin diğer yerlerinden destek gelmesini sağladım.