Bize biraz kendinizden ve Instagram’daki ‘Magentodon’ sayfasının arkasındaki hikâyeden bahseder misiniz?
1992 yılında Kadıköy Moda’da doğdum. Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim ve Tasarım Bölümü’nden mezun oldum. Üniversiteye başladığım dönemde, bobiler.org isimli bir web sitesi ile tanıştım. Burası genel olarak mizahi içeriklerin üretildiği, kendi içinde ‘monte’ denilen montaj içeriklerin paylaşıldığı bir platformdu. Sitede bir seviye sistemi vardı; yaptığınız işi paylaşırdınız ve gelen beğenilere göre paylaşımınız, eğer gereken miktarda beğeni alırsa, ana sayfaya düşerdi. Ana sayfaya düşen işiniz arttıkça seviyeniz de yükselirdi. Ara sıra yarışmalar yapılır, kazanan çeşitli hediyeler alırdı. ‘Magentodon’ orada kullandığım kullanıcı adım oldu.

Beklenmedik bir anda doğdu yani bu fikir?
Bobiler, sistem değişikliğine giderek bazı kuralları değiştirdi, seviye sistemini kaldırdı. Bunun ardından sitenin kullanım oranı yavaş yavaş düşmeye başladı. Ben de ilgimi bir miktar kaybetmiştim. Sonra, “Neden yaptığım içerikleri Instagram’da paylaşmıyorum?” diye düşündüm ve yaptığım işleri paylaşabileceğim bir sayfa açtım. O günden bugüne de bu şekilde devam ettim.
Dijital trendler hızla değişiyor ama görsel tasarım ve hatta AI çalışmaları bu dönem yerini uzun süre koruyacak gibi. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Görsel tasarım, mağara resimlerinden günümüze kadar uzanan bir süreç ve biteceğini düşünmüyorum. Ancak yapay zekâ, bu süreci ciddi oranda değiştirdi. Öncesinde dijital araçlar, bu süreci büyük ölçüde dönüştürmüştü. Örneğin, benim en çok kullandığım Photoshop, birçok pratiğin yerini almıştı. Şimdi ise yapay zekâ, bu dijital araçların yerini almaya gelmiş gibi görünüyor.

Orijinal görüntüyü eğlenceli hale getirirken nasıl bir yol izliyorsunuz? Mizaha eşlik eden bir mesaj var mı?
Ben, hazırladığım görsellerde mutlaka bir alt metin olmasına özen gösteririm. Görselde yazı olmasa bile, kendi içinde bir hikâye barındırmasını isterim. ‘Yerli Sanatçılar ve Yabancı Markalar’ serisinde de aslında, sanki paralel evrende rastladığım reklamları paylaşıyormuşum gibi bir kurgu vardı. Bu, hem benim için eğlenceli bir yaratıcılık alanıydı hem de izleyiciye farklı bir bakış açısı sunuyordu.
Fikir bulma süreciniz nasıl işliyor? Gündemi hızlı takip etmek büyük oranda önemli olmalı sizin için.
Gündemi kaçırmamaya çalışıyorum ama bazen gündem çok hızlı değişiyor. İçerik fikri üretmek için elbette gündemi takip etmek önemli, ancak ben genelde hoşuma giden şeyleri yapmayı tercih ediyorum. Fikir bazen hiç beklemediğim anda geliyor ve geldiği anda -saat kaç olursa olsun- hemen yapmaya başlamak istiyorum.
Günümüzde görsel içerik üreticisi olmak sadece teknik bilgi değil, aynı zamanda popüler kültüre hakimiyet de gerektiriyor. Siz bu ikisini nasıl dengeliyorsunuz?
İçerik üretmeye başlama sebeplerimden biri Photoshop öğrenmekti; çünkü ben yaparak öğrenebilen biriyim. Uygulamalı olarak çalışmadıktan sonra o bilgi bende kalıcı olmuyor. Ancak ne zaman istediğim sonucu, neyi, nasıl yaparak elde edebileceğimi öğrensem, o bilgiyi bir daha asla unutmuyorum. Popüler kültür ise benim için internettir. Bunun iyi tarafları olduğu gibi kötü tarafları da var. Ben genelde kötü taraflarından, özellikle de ‘brainrot’ kısmından uzak durmaya çalışıyorum, en azından içerik üretirken.

Görselin mesajla uyumunda nelere dikkat ediyorsunuz?
Bazı içeriklerin altına hikâyeler yazıyorum, ancak yazmadıklarımda bile aslında bir hikâye var. Bu sayfada yer alan şeyler, en azından varsaydığım bir paralel evrende, benim için gerçektir. Bazı içerikler absürt olabilir, fakat onları gerçekliğe en yakın şekilde yapmaya çalışıyorum.
Kendi yarattığınız, en sevdiğiniz ve en çok beğeni alan içerik bu zamana kadar hangisiydi?
Marka serisi ile başladığımı söyleyebilirim. Yerli ünlüler ve yabancı markaları eşleştirdiğim bir seriydi. Sonrasında, en sevdiğim dizilerden biri olan ‘Gibi’ için yaptığım içerikler ve en çok beğeni alan ‘LEGO Türk Mutfağı’ serisi diyebilirim.
