Otomotiv dünyasının tektonik plakaları yer değiştirirken, tarih bir kez daha Bavyera’da tekerrür ediyor. 1960’larda markayı iflasın eşiğinden alıp bugünkü premium devine dönüştüren o efsanevi ‘Neue Klasse’ ruhu, bugün dijital çağın şifreleriyle yeniden kodlanarak sahneye çıkıyor. Ancak bu kez karşımızdaki değişim, endüstriyel bir rutinden ziyade, BMW’nin otomobil üretme felsefesini atomlarına kadar ayırıp, tekrar birleştirdiği, geleceğin on yıllarını şekillendirecek bir mühendislik sıçraması…
Bu yeni çağın ilk temsilci olan ‘yeni sınıf’ BMW’yi, Macaristan’ın Debrecen kentindeki dünyanın ilk fosil yakıtsız otomobil fabrikasından İspanya’nın Cadiz kıyılarına doğru sürüyoruz. Böylece, ‘Ultimate Driving Machine’ sloganını elektrik çağında ‘Ultimate Digital Driving Machine’e dönüştüren iX3’ü ilk kez test ediyoruz.
Neue Klasse, tekil bir araçtan öte, BMW’nin gelecekteki tüm portföyünü üzerine inşa edeceği, son derece fleksibıl ve yazılım odaklı bir mega-mimari... Gelecekte 40 yeni modelden oluşacak bu platformun ilk örneği iX3, geleneksel parça odaklı üretimden sıyrılıp, donanımın yazılıma hizmet ettiği entegre bir ekosistem sunuyor. Aracın teknik zeminine indiğimizde, bu mimarinin en çarpıcı detayı ve mühendislerin ‘süper beyinler’ olarak adlandırdığı dört ayrı yüksek performanslı merkezi bilgisayarla karşılaşıyoruz. Geçmişte yüzlerce dağınık kontrol ünitesinin yarattığı veri karmaşası, bu yeni yapıda tarih oluyor. Bir önceki nesle kıyasla yirmi kat daha fazla işlem gücü sunan bu nörolojik ağ, milisaniyelerin hayati önem taşıdığı otonom sürüş ve güvenlik sistemlerinde insan reflekslerini aşan bir hız vadediyor. Özellikle sürüş dinamiklerinden sorumlu ve BMW mühendislerinin "Heart of Joy" adını verdikleri ünite, e-motorlarının anlık tork yönetiminden şasi kontrolüne kadar her değişkeni tek bir merkezden yönetiyor. Bu sayede iX3, virajlarda bir spor otomobilin çevikliğini sunarken, düzlüklerde bir limuzin konforuna bürünen ikili bir karaktere kavuşuyor.
Bu dijital zekanın fiziksel dünyadaki yansıması 6. nesil BMW eDrive teknolojisinin özgünlüğü ise, enerji yoğunluğunu yüzde 20 artıran yeni nesil silindirik Li-ion hücreleri… Bu farklılıkla BMW, bataryayı doğrudan şasiye entegre eden ‘hücreden pakete’ mimarisiyle, batarya paketini aracın burulma direncini artıran yapısal bir eleman haline de getiriyor. 800 Volt’luk yüksek voltaj mimarisi üzerine kurgulanan sistem, 400 kW’a varan şarj kapasitesi sayesinde, sadece on dakikalık bir kahve molasında araca 372 kilometrelik menzil kazandırabiliyor. 800 kilometreyi aşan toplam menzil potansiyeli, ‘menzil kaygısı’ sendromunu tedavi ederken, çift yönlü şarj teknolojisi aracı pasif bir tüketici olmaktan çıkarıp, kamp alanında ekipmanlarınızı çalıştıran veya elektrik kesintisinde evinizi besleyebilecek ciddi bir güç kaynağına dönüştürüyor.

DAHA AZ AMA ETKİLİ…
Mühendisler, sürüş deneyimini markanın imzası arkadan itiş karakteriyle harmanlamak için motor yerleşiminde ince bir strateji izlemiş. Arka aksta konumlanan, nadir toprak elementlerine ihtiyaç duymadan elektrik uyarımıyla çalışan senkron motor EESM, yüksek hızlarda bile kesilmeyen lineer bir güç üretimi sağlarken, ön akstaki kompakt asenkron ASM motorla hatasız bir işbirliği içinde çalışıyor. Bu melez motor stratejisini, Ronda bölgesinin virajlarında ve Ascari pisti üzerinde azami dinamik sürüşlerle test ederken, güç pedalına her dokunuşta yapay değil, mekanik ve elektriksel tam uyumun anlık tepkisini hissediyorduk. ‘Heart of Joy’ ünitesinin yönettiği fren sistemi, sürüşlerdeki yavaşlamaların yüzde 98’ini balatalara ihtiyaç duymadan, sadece rejeneratif etkiyle gerçekleştiriyor ve ‘Soft Stop’ özelliğiyle araç durma noktasına geldiğinde sarsıntısız, ipeksi bir duruş da sağlıyordu.
Dış tasarımda ‘daha az ama daha etkili’ felsefesi, otomobili gereksiz çizgilerden arındırarak ışığın ve camın başrolde olduğu monolitik bir yapıya dönüştürüyor. Klasikleşmiş böbrek panjur, artık arkasına gizlenen sensörler için şeffaf bir kalkan görevi görürken, dijital ışık imzasıyla sürücüsünü tanıyan ve selamlayan bir yüz ifadesi oluşturuyor. 0.24 gibi bir SAV için şaşırtıcı sürtünme katsayısı, estetikle verimlilik için nasıl uğraşılmış olduğunu akla getiriyor. Kabin içindeyse ‘Panoramic Vision’ adı verilen ve ön camın alt kısmı boyunca boydan boya uzanan ekran, sanki kaputun altına açılan bir geniş yatay tünel gibi klasik gösterge panellerini tarihe gömüyor. Sürücünün ve yolcuların ortak bir ufuk çizgisinde buluştuğu bu yapı, ‘eller direksiyonda, gözler yolda’ prensibini destekleyen asimetrik merkezi ekran ve haptik geri bildirimli kontrollerle birleşiyor. Deri yerine kullanılan yüksek kaliteli geri dönüştürülmüş dokuma kumaşlar ve ‘warm gold’ tonlarındaki metalik aksanlar, kabini soğuk bir teknoloji yığınından ziyade sıcak, çekici bir yaşam alanına çeviriyor.
Güvenlik teknolojilerinde iX3, insan ve makine arasındaki işbirliğini ‘simbiyotik’ bir seviyeye taşıyor. Otonom sürüş asistanı devredeyken sürücünün hafifçe frene basması sistemi kapatmıyor; araç, bunu bir ‘yavaşlama talebi’ olarak algılayıp sürücüye uyum sağlıyor. Benzer şekilde, şerit değiştirme asistanının sürücünün sadece yan aynaya bakmasıyla niyetini anlayıp manevrayı başlatması, BMW’nin teknoloji patentleri konusundaki başarılarını pekiştiriyor.Tüm bu teknolojik gövde gösterisinin perde arkasında radikal bir sürdürülebilirlik anlayışı olduğunu fark etmemek mümkün değil.
Üretimde sıfır fosil yakıt kullanımı ve ikincil alüminyum kullanımı sayesinde iX3, yaşam döngüsü boyunca selefine göre yüzde 34 daha düşük karbon ayak izi bırakıyor. Acaba; zeka, sürdürülebilirlik ve dijital entegrasyon, daha iyi nasıl bir araya getirebilirdi?..