Film açılışını bir baskınla yapıyor: Gece karanlığında sınırda toplanmış kalabalıklar, askeri çadırların içinden dışarı taşan panik, sirenlerle bölünen sessizlik... Bu sahnede tanıştığımız 'French 75' adlı grup, baskıya karşı çıkan, göçmenleri özgürleştirmek için harekete geçen radikal bir hücre. Mottosu nettir: "Özgürlük sadece zincirlerin kırılması değil, korkudan da özgür olmaktır."
Liderleri Perfidia Beverly Hills, Teyana Taylor’ın hipnotik varlığı ve alaycı özgüveniyle kısa sürede ekranı dolduruyor. Leonardo DiCaprio’nun canlandırdığı sevgilisi Bob ise bu grubun içinde yer alan bir patlayıcı uzmanı ne tam bir kahraman ne de sıradan bir figür. Onun arada kalmışlığı, daha ilk sahneden filmin tonunu belirliyor. Göçmenleri serbest bırakmak için baskın yaptıkları kampın başında ise Albay Lockjaw var. Sean Penn’in en çarpıcı performanslarından biriyle hayat bulan bu karakter, yalnızca devletin otoritesini temsil etmiyor; Perfidia’ya duyduğu takıntı, politik çatışmayı kişisel bir hesaplaşmaya dönüştürüyor. Karnı burnunda, elinde makineli tüfekle ateş açtığı sahne, Perfidia’nın yakalanışından önceki son meydan okuması oluyor. Ardından genç kadının devrimci tutkusu, yerini içgüdüsel bir kurtulma çabasına bırakıyor. Hücre üyeleri birer birer yakalanırken Bob, yeni doğan bebeğiyle birlikte kaçmak zorunda kalıyor.
Aradan on altı yıl geçtiğinde film ton değiştiriyor. Bob Ferguson artık gençliğin idealist devrimcisi değil; yorgun, alkol ve uyuşturucuyla vakit öldüren bir baba. Televizyon karşısında Pontecorvo’nun unutulmaz filmi 'Cezayir Savaşı’nı izlerken gördüğümüz Bob, bir zamanlar sokaklarda verdiği mücadelenin izlerini hatırlıyor. Kızı Willa büyüyüp genç bir kıza dönüşmüş, annesinin kayboluşuyla kusurlarına rağmen babasına daha da sıkı bağlanmış. Chase Infiniti’nin çarpıcı performansı sayesinde Willa, hikâyenin umut kaynağı. Ancak Lockjaw hâlâ peşlerindedir; artık kişisel bir saplantının ötesinde, üyesi olmaya çalıştığı, zengin elitlerden oluşan beyaz üstünlükçü Christmas Adventurers Club yüzünden ikiliyi bulmak ve yıllar önce yarım kalan hesabı kapatmak zorundadır. Böylece faşist düzenin bireysel hırslarla nasıl beslendiği daha da görünür hâle gelir.

Efsane Oyuncu Kadrosu
Oyuncu kadrosu da filmi izlemeye değer kılıyor. Leonardo DiCaprio, sürekli tökezleyen bir baba figürü; Benicio Del Toro ise göçmenler için gizli bir yeraltı hattı kuran, zen dinginliğindeki bir 'sensei' olarak karşımıza çıkıyor. Sean Penn, Lockjaw karakteriyle unutulmaz bir performansa imza atıyor; bu, yıllardır sergilediği en etkileyici oyunculuklardan biri. Genç oyuncu Chase Infiniti, Teyana Taylor, Regina Hall, Shayna McHayle ve Tony Goldwyn ise hikâyenin diğer başarılı isimleri arasında yer alıyor.
Anderson Sineması
Paul Thomas Anderson’ın filmografisine bakarsanız, her film bir dönüm noktasını işaret eder: Boogie Nights’ta porno endüstrisinin yükselişi ve çöküşü, There Will Be Blood’da petrol çağının acımasız yüzü, Licorice Pizza’da 70’lerin gençlik enerjisi... Yönetmen her filminde bir çağın kırılma anını yakaladı. One Battle After Another ise bu geleneği sürdürüyor. Yaklaşık 20 yıl önce üzerinde çalışmaya başladığı, çıkış noktasını Thomas Pynchon’ın Vineland romanından alan Anderson, eseri bire bir uyarlamak yerine romanın sorduğu temel soruyu bugüne taşıyor: "Devrimciler dağıldığında ve zaman geri döndüğünde ne olur?"
1980’lerin Reagan döneminde yazılmış olan bu metin, bugünün siyasal iklimiyle de örtüşüyor. Filmin açılışında tanıştığımız French 75 grubu da bu bakış açısının ürünü. Anderson, 60’lar ve 70’lerdeki Weather Underground gibi radikal hareketlerden esinlenmiş.
Yönetmenin bir kez daha birlikte çalıştığı Jonny Greenwood’un besteleri, sahnelerin temposunu yükseltirken karakterlerin duygularına da tercüman oluyor.
Anderson’ın çekim için VistaVision ve IMAX formatlarını tercih etmesi, sinemada hâlâ 'büyük perdede izlemeye değer' deneyimler yaratabileceğinin bir kanıtı. Özellikle IMAX’te izlerseniz, finaldeki kovalamacanın bugünün şişirilmiş aksiyonlarından çok daha etkili biçimde sizi koltuğunuza mıhladığını hissedeceksiniz.
