1995’te vizyona giren ‘Toy Story’, Türkçe adıyla ‘Oyuncak Hikayesi’, yalnızca animasyon tarihinde bir ilk değil, aynı zamanda Pixar’ın geleceğini belirleyen dönüm noktasıydı. Tamamen bilgisayar animasyonuyla yapılmış ilk uzun metraj film olması bir devrimdi; ama asıl etkisini, dostluk, kıskançlık ve aidiyet gibi çok tanıdık duyguları oyuncaklar üzerinden anlatabilmesinde buldu. Belki de bu yüzden “oyuncakların canlanması” fikri, hepimizin çocukken içinde gizlice inandığı bir hayali doğruladı ve kalbimize çok hızlı dokundu.
Woody ve Buzz, sinema tarihine kazınmış bir ikiliye dönüşürken, seri 30 yılı geride bırakmasına rağmen hala büyük bir sevgiyle anılıyor. Her film, büyümek, kaybetmek ve yeniden başlamanın farklı yönlerini işlerken; “Sonsuzluk ve ötesi” sözü hafızalara kazındı. Pixar’ın yaratıcılığı ve kültürel etkisi, kısa filmlerden Disney satın almasının ardından tema parklarına da uzanan geniş bir evren yarattı. Bu özel yıldönümünde, yaratıcı ekibin deneyimlerine kulak vermek anlamlı. Pixar’ın ilk günlerinden itibaren Woody ve Buzz’ın dünyasını şekillendiren, aynı zamanda benim de favorilerimden Cars serisinde de imzası bulunan prodüksiyon tasarımcısı Bob Pauley ve stüdyonun hafızasını tutan Pixar’ın Tarihçisi Christine Freeman ile Toy Story’nin nasıl doğduğunu ve neden otuz yıl sonra bile bu kadar güçlü bir bağ kurabildiğini konuştum.
Andy gibi biz de büyüdük ama oyuncakları sevmek, onlarla yeniden buluşmak istemek için bu bir engel değil. Benim gibi yeni hikayelerini merak edenlere de bir müjde: Toy Story 5 yolda ve Haziran 2026’da vizyona girecek!
Toy Story’nin kültürel etkisine gelirsek, 1995’ten bugüne nasıl değişti?
Bob Pauley: 1995’te etkisi öncelikle teknolojikti. Sinema salonlarında ilk kez tam uzunlukta CGI filmi izliyordunuz. Bu devrim niteliğindeydi. Bugün ise mesele daha büyük temalar. Mesela teknoloji çocukların oyununu nasıl değiştiriyor? Çocukluk zaten kısa bir dönem. Oyun ve oyuncak da çocuğun büyümesine yardım eden bir süreç. Ama zaman sınırlı, bu yüzden oyuncakların “yaşam süresi” de sınırlı.
Christine Freeman: Bob’a katılıyorum, çok iyi özetledi. Toy Story’nin yolculuğu, ilk başta devrimsel bir teknoloji olmaktan bugün toplumsal ve kültürel sorulara kadar uzandı.
Toy Story izlerken insan ister istemez düşünüyor: Bir oyuncağı gerçekten oyuncak yapan şey nedir? Siz bu sorunun yanıtını tasarıma nasıl dönüştürdünüz?
Bob Pauley: Bence bunun en iyi örneği Toy Story 4’teki Forky. Onu çok seviyorum çünkü satın alınmasına gerek yok. Her çocuk bir plastik çatalı alıp biraz boyayabilir, üzerine göz yapıştırabilir ve yeni bir oyuncak yaratabilir. Bu da bizi aslında işin özüne götürüyor: Bir oyuncağı oyuncak yapan şey, çocuğun ona duyduğu sevgidir. Bir çocuğun verdiği değer, ona hayat katar. Forky gibi el işi oyuncakları tasarlamak gerçekten çok keyifliydi. Çocuklar zaten dondurma çubuklarından kendi küçük karakterlerini yapıyor. Onlar da oyuncak sayılır. Bizim dünyamızda hep şu soru vardır: Oyuncak nedir, oyuncak olmayan nedir?
Buna çok dikkat ederiz. Mesela banyo oyuncakları bambaşka bir kategori. Onların derdi de farklıdır: suya girmek, kuruyup sabunla temas etmek… Hepsinin kendi sorunları ve işleri vardır.
Bir de Toy Story’nin odasındaki oyuncaklar var. Buzz ve diğer klasik karakterlere bakarsak, biz tasarım yaparken oyuncak mağazalarına gidip incelerdik: Bir aksiyon figürü nasıl çalışıyor, nasıl üretilmiş, hangi malzemeden yapılmış… Hepsini araştırırdık. İlk filmde Etch-a-Sketch ve Slinky’nin olması tesadüf değildi; çünkü onlar, tam 30 yıl önce, o dönemin çocukluğunu temsil eden oyuncaklardı. Şimdi ise sanat ekibimize veya animasyon ekibimize yeni gençler katılıyor. Onlara soruyoruz: “Siz hangi oyuncaklarla büyüdünüz? Yeni neslin oyuncakları neler?” Her filmde yeni bir nesille bağ kurmayı hedefliyoruz.
Toy Story’nin 30.yılını kutlarken beşinci filmde yolda, bahseder misiniz biraz?
Bob Pauley: Toy Story 5’te büyük bir hikaye unsuru teknoloji olacak. Buzz, Woody, Jessie ve teknolojiyle iç içe büyüyen yeni nesil… Bu her ebeveynin yaşadığı, her çocuğun sahip olduğu bir durum. O yüzden çok gerçek bir mesele olacak. Çünkü küçük oyuncaklarla oynarken bir yandan da ekranla meşgul olan çocuklar var. Biz de oyuncak dünyasını anlamaya ve filmleri güncellemeye çalışıyoruz.Ama bu ekranları bile oyuncağın duygularıyla birleştiriyoruz. Yani oyuncakların sadece nesne değil, duygusal tarafı olan karakterler olmasını önemsiyoruz.
Christine, Pixar’ın tarihçisi olarak, Oyuncak Hikayesi’nin ruhunu en iyi yansıtan arşivlik eşya hangisi?
Christine Freeman: Birini seçmem gerekirse, Pete Docter’ın yaptığı özel bir şey derim. O dönemde animatörlerin asker oyuncaklarının nasıl yürüdüğünü anlaması gerekiyordu. Pete, Air Jordan spor ayakkabılarından bir çiftini aldı, uzun bir tahta parçasına monte etti. Animatörler ayakkabıları ayağına bağlayıp kalkıyor, sonra da zıplayarak yürümeye çalışıyordu.
Bunu yaparken hem kendi bedenlerinde hareketi hissediyorlar, hem de birbirlerini izleyip çiziyor ve kayda alıyorlardı. Böylece o küçük yeşil askerlerin yürüyüşünü birebir yakalayabildiler. Gerçekten de kelimenin tam anlamıyla “onların ayakkabılarına girmiş” oldular.
30 yıldır Toy Story evreni hep aynı sıcaklığı taşıyor, görsel kimlik eskimiyor. Yeni tasarımlar yaparken bu çizgiyi korumayı nasıl başarıyorsunuz?”
Bob Pauley: Oyuncak Hikayesi’nin çok özel bir görünümü var. Tamamen gerçek değil ama inandırıcı. Hafif stilize edilmiş bir tarz. Bununla ilgili takip ettiğimiz bazı kurallar var.
Birincisi, karakterleri biliyoruz: Buzz, Woody, Potato Head… Ölçeklerini doğru korumak, birbirleriyle tutarlı hareket etmelerini sağlamak önemli.
İkincisi, oyuncakların oyunculuk yapabilmesi: gözler, yüz ifadeleri… Çok net şekilde iletişim kurmaları gerekiyor. Bu da seyirciyle bağ kurmalarını sağlıyor.
Toy Story 5 içinse farklı bir şey yaptık. Çocukların oynadığı cihazlar var, ama bunlar tam anlamıyla oyuncak değil. Bu yüzden onlara dijital gözler verdik. Onların birer cihaz olduklarını hatırlatmak istedik ama yine de karakter olmalarını sağladık. Film boyunca da bu cihazların hikaye içindeki yerini göreceksiniz. Çünkü amaç teknolojiyi tamamen reddetmek değil; onunla birlikte yaşamayı öğrenmek. Ayrıca malzemeler bizim için çok önemli. Oyuncağın gerçeği çoğu zaman malzemeden anlaşılır: Hangi plastikten yapılmış, vidaları var mı, ışıkları yanıyor mu… Bunlar çocuğun gözünde çok belirleyici. Biz de bunları gerçekçi şekilde aktarmaya çalışıyoruz. Çocuklar bu konuda uzman; kandıramazsınız. O yüzden tıpkı Cars filmlerinde olduğu gibi, burada da doğruluk çok önemli. Bu yüzden uzun zaman harcıyoruz. Karakterlerin yapımına çok mesai ayırıyoruz çünkü doğru hissettirmek zorunda.