Forbes 2024 listesine göre 170,8 milyar dolarlık servetiyle dünyanın beşinci en zengin kişisi olan lüks markası LVMH’ın patronu Bernard Arnault’nun müzesinde David Hockney’nin çok ses getiren en büyük retrospektif sergisini kaçırmadım.Hatta Londra’dan Paris’e Eurostar ile hayatımın ilk yolculuğunu bu sergi için yaptım diyebilirim.Tabii sergi vesilesiyle yıllardır göremediğim şehrin sokaklarını arşınlamak arzunu da ekleyeyim.
Ayağımın tozuyla şehrin merkezinde olduğu için önce lüksün başka dev markası Kering’in sahibi François Pinault’nun 4 yıl önce açtığı modern sanat müzesi Bourse de Commerce’e uğradım. Modern çağdaş müzesi aslında 18. yüzyılda yapılan görkemli eski Ticaret Borsası. Bir zamanlar tahıl ticaretinin yaptığı binanın cam kubbesinin hemen altında 19. yılda dönemin ünlü beş ressamının yaptığı fresklerde, Fransa ile Amerika, Asya, Afrika kıtaları, Rusya, Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ticari ilişkileri gösteren resimler var. Japon mimar Tadao Ando’nun yuvarlak binanın içine oturttuğu 33 metre yüksekliğindeki beton tüp şeklindeki tasarımıyla 171 yıllık Ticaret Borsası’nı günümüze uyarlayan Pinault, Venedik’te 2006 ve 2009 yılında açtığı Punta della Dogana ile Palazzo Grazzi’deki sanat müzelerin sahibi. Ancak Venedik’te ziyaretçi akınına uğrayan tarihi binalardaki müzeler, 40 milyar dolarlık bir servete ve 10 bin eserlik dev bir çağdaş sanat koleksiyonuna sahip Pinault’ya yetmiyor.
SANATA DUYDUĞUM TUTKUYU PAYLAŞMAK
Zira rakibi Arnault, Paris Belediyesi’nden Boulogne Ormanı’nda kiraladığı alana ünlü mimar Frank Gehry’e LVHM Vakfı Müzesini yaptırarak bir adım öne geçmeyi başarıyor. Gucci’nin yanı sıra, portföyünde Yves Sain-Laurent, Balenciaga, Boucheron, Alexander McQueen, Bottega Veneta gibi markaları Christie’s müzayede evi olan Pinault rakibinden geri kalmamak için Paris’te müze arayışlarına giriyor. Neticede Parisliler LVMH Müzesi’nin kapılarını açmasından yedi yıl sonra müthiş bir koleksiyona ev sahipliği yapan yeni bir çağdaş müzeye Bourse de Commerce’e kavuşuyor. Müzenin açılışında Pinault “Paris’ın tam yüreğindeki bu müzeyle, yaşadığım dönemin sanatına duyduğum tutkuyu paylaşmak istiyorum” diyor.
Sergilere geçmeden hem iş, sanat alanında süregelen Arnault-Pinault rekabetiyle ilgili birkaç satır daha. 850 yıllık Notre-Dame Katedrali’nin 2019 yılında geçirdiği korkunç yangından sonra Pinault ailesinin anıtın yeniden ayağa kaldırılması için 113 milyon dolarlık bağışı açıklamasında bir gün sonra Arnaut bu meblağın iki katını bağışladığını ilan ediyor. Dediğim gibi ikisi arasındaki rekabet her alanda ve hatta bugünlerde Hollywood sinema sektöründe. Kısa ziyaretimde uğradığım Notre-Dame Katedrali, yaklaşık 700 milyon euro’ya mal olan restorasyon çalışmalarından sonra eski haline kavuştuğu gibi, eski tabloların karşısına Matisse, Braque gibi ünlü ressamların duvar halılarının yerleştirilmesiyle daha çağdaş hava yakalamış gibi geldi.
AFRİKA-AMERİKALI VE AFRİKALI SANATÇILAR
Bourse de Commerce’deki “Bedenler ve Ruhlar” Sergisine dönersem, sergide Pinault’nun koleksiyonunda yer alan 40 yakın sanatçının eserleri sizi bekliyor. Sabancı Müzesi’nde sergisi geçtiğimiz mart ayında sona eren Georg Bazelitz’ten, David Hammons’a, yıllar önce Tate Modern’deki sergisinde tanıyıp sevdiğim Güney Afrikalı Marlene Dumas’ya, Auguste Rodin’den yine heykeltraş Brancusi’ye heykel, resim, fotoğraf ve filmlerden oluşan geniş bir yelpaze. Afrika- Amerikalı, Afrikalı sanatçılar, ırkçılığa karşı 1960’larda başlayan karşı direniş, direnişi, çekilen acıları bedenlerin diliyle anlatan işler ön planda. Bunlardan çoğuyla karşılaşmam ilk kez. Mesela resimlerinde çoğunlukla siyah, beyaz ve kahverengi kullanan, Gana asıllı İngiliz sanatçı Lynette Yiadom-Boakye. İşlerinde model kullanmayan, kendi anılarından, hayal dünyasından yola çıkan sanatçının ismini ve sergide gördüğüm işlerini hafızama yazdım. Aynen yıllar önce Venedik Bienali’nde tanıdığım ve işlerini takip etmeye başladığım İngiliz Chris Ofili, geçen yıl önüme çıkan Nijeryalı-İngiliz Yinka Shonibare gibi. Bir duvarı boydan boya kaplayan, Gauguin’in canlı kırmızı, yeşil, sarı renklerini kullanan Kenyalı sanatçı Michael Armitage işini çok sevdiğim başka bir sanatçı.
“Afrikalı Gauguin” adını taktığım sanatçı “Müzisyenler” başlıklı yağlı boya tablosunu, incir ağacının kabuğundan elde edilen geleneksel bir kumaş olan “lubugo” üzerine yapmış. Pinault’nun Afrika sanatına ilgisini ortaya koyan bir sergi “Bedenler ve Ruhlar”. Sergi için özel hazırlanan, sergi alanında kulaklarla dinlediğiniz playlist, Nina Simone, Billie Holliday, Louis Armstrong, Aretha Franklin, Miles Davis, James Brown gibi caz ustalarını bir araya getiriyor. Öte yandan, Bazelitz’in sekiz, baş aşağı devasa beş otoportreden oluşan Avignon Serisi 25 Ağustos’a kadar devam edecek serginin en çarpıcı eserlerinden biri kuşkusuz.

BAHARI İPTAL EDEMEZLER
LVMH Vakfı Müzesi’ndeki David Hockney 25 Sergisi, 20. ve 21. yüzyılların en önemli sanatçılarından birinin 1955 ile 2025 arasında yaptığı 400 eserini kapsıyor. 87 yaşındaki sanatçının, partneri ve stüdyo sorumlusu Jean-Pierre Goncalves de Lima ile birlikte bizzat açılışına katıldığı sergi, Frank Gehry’nin bulutumsu binasının her katına yayılmış durumda. Uluslararası kurumlardan, özel koleksiyonlardan ve sanatçının kendi stüdyosundan gelen eserlerin üretiminde yağlıboya, akrilik, mürekkep gibi malzemenin dışında Hockney’in epeydir merak sardığı dijital sanat da kullanılmış. Sergi boyunca, sanatçının ifade tarzını, konularını özetle sanatını nasıl yenilediğine, yeni teknolojileri nasıl ustalıkla kullandığına tanık oluyorsunuz. 1937 yılında, İngiltere’nin kuzeyinde işçi yoğun Bradford şehrinde dünyaya gelen David Hockney 1950’lı yıllarda Londra’yı keşfediyor, Royal College of Art’a devam ediyor ve “swinging sixties” diye bilinen alternatif yaşam tarzlarını benimseyen döneme rast geliyor.
Serginin en başında yer alan (1961) “Biz İki Oğlan Birbirimize Sarılıyoruz” tablosu eşcinsel eğilimlerinin habercisi. Sanat yaşamının ilk dönemlerinden itibaren eşcinsel haklarının savunucusu, hatta aktivisti olan David Hockney’in “Duşta İki Erkek” (1963) Kaliforniya’da yaşadığı yıllarda yine eşcinselliğine vurgu yaptığı meşhur havuzlu resimlerinden sonra 1970’lerde sıra ikili portrelerine geliyor. Pandemi sonrası “Unutmayın Baharı İptal Edemezler” sözleri tarihe geçen David Hockney’in resminde 1980’den itibaren doğa büyük önem kazanıyor. 1997-2013 arası yaşadığı Yorkshire, 2019-2023 yılları arası yaşadığı Normandiya mor, turuncu , yeşilin her tonunu kullandığı doğa resimlerine ilham kaynağı. “Daha Yakın Bir Büyük Kanyon/A Closer Grand Canyon” adında, 60 adet aynı büyüklükteki tuvalden oluşan resmi, yine yen yana iliştirilmiş tuvallerden oluşan “Warter Kenarında Daha Büyük Ağaçlar” resmi saatlerce karşılarına oturup izleyeceğiniz cinsten. Sanatçının ailesinden tutun, lokantada rastladığı insanlara kadar yaptığı 60’a yakın portre de sanatının diğer bir yönünü yansıtıyor.