Klasik müzik sahnesinin sınırlarını zorlayan, hızın ötesinde duyguyu, tekniğin ötesinde tutkuyu anlatan bir isim: Maksim Mrvica. Onun için piyano sadece bir enstrüman değil; sınırları kaldıran, duyguları notalara dönüştüren bir anlatı dili. Dünyanın en hızlı piyanisti olarak tanınan, 57 ülkede 5 milyondan fazla albüm satan ve her konserinde salonları dolduran bu sıra dışı virtüöz, bir kez daha İstanbul’a geliyor.
Chopin’den Queen’e, Prokofiev’den Game of Thrones’a uzanan geniş repertuvarıyla piyano tuşlarında hızın, ışığın ve duygunun estetiğini buluşturan sanatçı, ‘Segmenti Dünya Turnesi’ kapsamında 25 Ekim 2025’te Volkswagen Arena’da sahne alıyor. Ve bakın, İstanbul hakkında neler söylüyor.
‘Segmenti World Tour’ kapsamında İstanbul’da sahne alacaksınız. İstanbul sizin için nasıl bir şehir? Burada çalmak size ne hissettiriyor?
İstanbul’u çok seviyorum. İlk kez yaklaşık 20 yıl önce iş için gelmiştim ve o zamandan beri defalarca döndüm. Şehrin enerjisini, atmosferini çok seviyorum ve burada birçok harika insanla tanıştım. Bir yıl arkadaşlarımla birlikte yılbaşını İstanbul’daki bir kulüpte kutlamıştık, bu da bana çok güzel anılar kazandırdı. Buraya her gelişimi sabırsızlıkla bekliyorum. Son olarak Volkswagen Arena’da sahne almıştım ve atmosfer inanılmazdı. Bu yüzden yaklaşan konser için de gerçekten çok heyecanlıyım.
Dünyanın ‘en hızlı parmaklara sahip piyanisti’ olarak tanınıyorsunuz. Böyle anılmak size nasıl hissettiriyor? Hızın ötesinde, dinleyicilerinizin performansınızdan ne hissetmelerini istiyorsunuz?
Hız, bir eseri yorumlarken gerekli unsurlardan sadece biri. Zor parçaları çalarken hız her zaman işe yarar ama bu sadece gerekli öğelerden biri... Yorumun anlaşılması ve doğru aktarılması da en az hız kadar önemlidir.
Performanslarınız klasik müzik ile popüler kültür arasındaki sınırları yıkıyor. Bu iki dünyayı harmanlarken en büyük yaratıcı ilham kaynağınız nedir?
Performanslarım klasik ve pop müziği birleştirdiği için konserlerim genellikle bir pop gösterisi havasında geçiyor, sahne ışıkları, büyük ekranlar ve video duvarlarıyla... Ayrıca bir pop konserinde beklenen enerjiyi yansıtan büyük bir canlı grupla birlikte çalıyorum.
Klasik müzikle diğer türleri harmanlama fikri beni her zaman meraklandırdı. Klasik müziği 21. yüzyıla uygun, daha modern bir şekilde sunmak istedim. İşte bu yüzden konserlerim bir pop konseri gibi görünüyor ve öyle hissediliyor.
İlham her zaman müziğin kendisinden doğuyor. Farklı türlerde pek çok müzik dinliyorum ve bunları profesyonel bir müzisyenin kulağıyla dinliyorum. Kendi müziğime katabileceğim bölümlere özellikle dikkat ediyorum.
Turneniz Chopin, Prokofiev ve Çaykovski’den ABBA ve Queen’e, Game of Thrones’tan Karayip Korsanları’na uzanan geniş bir repertuvar içeriyor. Bu çeşitliliği nasıl dengeliyorsunuz?
Bu her zaman benim fikrimdi; ister bir albümde ister bir konser repertuvarında olsun, izleyiciyi benimle birlikte müzikle bir yolculuğa çıkarmak. Özellikle çok farklı tarzları bilinçli olarak bir araya getiriyorum: Kolay dinlenebilir parçalarla başlıyor, film müziklerine geçiyor, son dönemde ise pop veya rock şarkıların yorumlarına yer veriyorum. Bunlar çok popüler parçalar ama biz onları orkestra ve senfonik bir şekilde düzenliyoruz. Eğer melodiyi tanımazsanız, klasik bir eser dinlediğinizi düşünebilirsiniz, oysa aslında çok tanıdık bir şeydir. Son zamanlarda bunu yapmaktan gerçekten keyif alıyorum. Genel olarak fikrim, birçok farklı müzik tarzını tek bir konser ya da albümde birleştirmek.
Müzikle ilk bağ kurduğunuz anı hatırlıyor musunuz? O zamandan bu yana sizi en çok etkileyen müzisyen ya da eser hangisiydi?
İlk bağlantım müzikle değil, piyanoylaydı. Sekiz yaşındaydım, en yakın arkadaşım Aleksandar’ın evinde bir piyano vardı ve o enstrümana tamamen âşık oldum. Sekiz yaşında bir çocuk olarak sürekli piyano çalıyormuş gibi yapıyordum ve anneme müzik okuluna yazılmak için yalvardım. Okula başladığım anda piyanist olacağıma karar verdim. Bu oldukça sıra dışıydı çünkü küçük bir sahil kasabasından geliyordum ve ne ailem ne de arkadaşlarım klasik müzik dinlerdi, çalmak bir yana. Yine de ben tamamen piyanist olmaya odaklandım. Daha sonra müzik okulundaki öğretmenim sayesinde müziğin kendisine de âşık oldum.
İlk olarak Fryderyk Chopin’in müziğine âşık oldum, çünkü onun eserleri hem çok güzel hem de klasik müziği yeni keşfedenler için bile kolay dinlenebilir. Ayrıca idol olarak gördüğüm piyanistler vardı: Özellikle Ivo Pogorelić ve Martha Argerich. Onlar benim ilk ilham kaynaklarımdı ve hâlâ dünyanın en büyük piyanistlerinden olduklarına inanıyorum.
Londra Hammersmith Apollo’dan Sidney Opera Binası’na kadar birçok ikonik sahnede çaldınız. Sizin için “unutulmaz” kelimesini en çok hak eden konser hangisiydi?
Dünyanın en büyük klasik konser salonlarında, örneğin Sidney Opera Binası’nda sahne alma şansım oldu ve en iyisini seçmek zor. Ama benim için özellikle duygusal açıdan unutulmaz olan bir performans vardı: Londra’daki Roundhouse’da ‘crossover’ müziğimin dünya prömiyeri. Plak şirketim EMI olduğu için, bu konser, dünya genelindeki EMI ofislerinin yöneticileri ve uluslararası basından 750 kişi için düzenlenmişti. Tüm bu önemli isimler ve medya temsilcileri, grubumla birlikte ilk kez crossover projemi sunduğum konseri izlemeye gelmişti. Konser büyük bir başarıydı ve o geceden itibaren crossover müzik dünyasına gerçekten güçlü bir şekilde adım attığımı hissettim.
Crossover müzik, farklı tarzların bir araya gelmesini ifade ediyor. Önümüzdeki 10 yılda klasik ve crossover müziğin nasıl evrileceğini öngörüyorsunuz? Yapay zekâ ve dijital teknolojiler sahne performanslarını nasıl etkileyebilir?
Her zaman söylerim: Klasik müzik, dünyada 300 yılı aşkın süredir varlığını sürdürebilen tek müzik türüdür. Bu bile onun benzersizliğini anlatmaya yeter. Klasik müzik çok geniş kitlelere hitap etmiyor ve belki de etmemeli, çünkü bu özel bir sanat formu. Benim yaptığım crossover müzik ise klasik müziği daha geniş kitlelere ulaştıran bir füzyon.
Yapay zekânın bunu etkileyeceğine inanmıyorum, çünkü yapay zekânın taklit edemeyeceği bir şey var: Sanatın kendisi; yani bireysel, sanatsal yorum. Robotların ruhu yok; oysa müzisyenler ruhlarını yorumlarına katar. Dinleyiciyi etkileyen de işte o insan ruhudur. Bu nedenle, yapay zekânın bizim sanatımız üzerinde gerçek bir etkisi olacağına inanmıyorum.
Maksim Mrvica, ‘Segmenti Dünya Turnesi’ kapsamında 25 Ekim’de Volkswagen Arena’da klasik müzik tutkunları ile buluşacak.
