Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi’nin Black Box’ta Ağustos boyunca devam edecek ‘Yaz Konferansları’, tatillerini İstanbul’da geçiren sanatseverler için gerçek bir nimet.
Etkinliğin ilkine, İstanbul Üniversitesi’nden sanat tarihçisi Prof. Dr. Tarkan Okçuoğlu’nun verdiği ‘Minyatür ve Türk Resminin Başlangıcı’ konferansına katılma şansını buldum.
15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Osmanlıların görsel kültürünü, resim alanında neler ürettiklerini, sanat tarihçilerinin bunları nasıl anlamlandırdıklarını 1,5 saat boyunca minyatürler üzerinden anlatan Okçuoğlu’nun ilginç sunumunu keşke tümüyle aktarabilsem! İmkânsız olduğu için kendi ağzından bazı bölümleri buraya bırakıyorum:

Şehnâmeler neden önemli?
Osmanlıların resim tarihi Osmanlıların kurumsallaşma tarihiyle beraber başlıyor diyebiliriz. Şöyle ki, atölye ve nakkaş ekibi için ayrıca bunları bir sistem dâhilinde çalıştırmak adına sarayda çeşitli sanat hamileri gerekiyor.
Bu sistemi kurmak için de en uygun yer, Topkapı Sarayı'ndan önce idari merkezi olan Edirne Sarayı... Topkapı Sarayı’nda nakkaşların bir bölümü Darphane alanında, bir bölümü ise Topkapı Sarayı’nın dışında vahşi hayvanların tutulduğu Aslanhane’de çalışıyor. Ayrıca Kapalıçarşı ve çevresindeki dükkânlarda resim üretenler var.
Saray için Osmanlı sultanlarının hayatlarını, başarılarını, iyi özelliklerini öven bol görselli öyküler olduğu kitaplar önemli: Şehnâmeler... Adını 11. yüzyılda yaşamış İranlı şair Firdevsî’nin kitabından alıyor. Fars dünyasının mitik kitabı. Ciltler halinde Pers tarihini anlatıyor.
Osmanlı, 17. yüzyıla kadar İran başta olmak üzere Doğu ile diplomasi, savaş, satın alım ve kültürel ilişkiler üzerinden sürekli irtibat halinde. Dolayısıyla ürettikleri sanatta bir benzerlik, ortaklık, etkileşim mevcut.
İkinci etkileşim alanı ise özellikle Fatih devrinde başlayan portre geleneğiyle Batı dünyası. Daha çok İtalyanlar ve özellikle Venedikliler. Osmanlılar, 15. yüzyılın başlarından itibaren bir Batı Anadolu devleti olmanın ötesinde Küçük Asya, Yunanistan, Trabzon’a doğru yayılmakla birlikte emperyal bir tavra, emperyal bir sanat himayesine geçiyorlar. Dolayısıyla resimlerde çalışan insanlar dört bir diyardan gelmiş insanlar. Macaristan'dan gelen usta da var, İtalya'dan, Horasan'dan, Şiraz'dan, İsfahan'dan, Tebriz'den gelen ustalar da var.
Osmanlı portreleri Floransa'da
Fatih Sultan Mehmet uluslararası bir saray ortamı kuruyor. Saraya çeşitli ülkelerden pek çok ressam, madalya ustası, şair, nakkaş, kısaca her türlü sanatçı ve zanaatkâr geliyor.
Bu dönem, Osmanlı portreciliğinin Batı portreciliğiyle en hızlı kaynaştığı ve onun örneklerini verdiği dönem. En çok Gentile Bellini ekolünden Fatih portresini biliyoruz. Nakkaş Sinan Bey diye bilinen portre ressamı da çizmiş, Fatih Sultan Mehmet’i. Nakkaş Nigârî başka bir ressam, o da çokça padişah portreleri çizmiş. Barbaros Hayrettin Paşa portreleri en iyi bilinen eserleri. Kaynaklara göre sözünü ettiğim ressamlar Avrupalı sanatçılardan ders almışlar. Yani Frenk usulü resim yapmayı öğrenmişler. Yaptıkları portreleri kimi zaman hediye olarak Avrupa’ya gönderiyorlar. Avrupa’da bunlar çoğaltılıyor. Günümüzde Floransa’daki Uffizi Müzesi'ne ziyarete gittiğinizde tavanda yan yana dizilmiş Osmanlı portrelerini görebilirsiniz. Büyük ihtimalle 16. yüzyılda gönderilmiş portrelerin kopya edilerek çoğaltılmış halleri.
Peki bir kitap nasıl tasarlanıyor? Onu da minyatürlerden öğreniyoruz. Osmanlı sarayının içinde nakkaşlar var demiştik. Bunlar hamilerle buluşup karar veriyorlar. Örneğin, Sultan II. Selim’in kahramanlıklarını anlatacak Şehnâme-i Selim’i ısmarlayan İbrahim Paşa... Kitap için Feridun Ahmet Bey, Seyyid Lokman Çelebi gibi tarihçiler, sarayda Nakkaş Osman, Nakkaş Ali gibi ressamlarla bir araya geliyorlar. Kâğıt, mürekkep üretenler, ciltçiler, hikâyeyi yazanlar da toplantıda. Hikâyeyi resmedecek bir insan grubu var. Çünkü tek bir ressam bütün bir hikâyeyi resmetmiyor. Manzara uzmanları var, at yapanlar var. Ondan sonra işte figürü iyi yapabilenler var. Kolektif bir atölye çalışmasından bahsediyoruz.
İstanbul’un kedileri ceylanken…
Osmanlı dünyasında, aynı Akdeniz dünyasında olduğu gibi, çok önemli bir kent resimleme geleneği var. Bunlara biz kent portresi de diyebiliriz. Bu kent portresi genellikle adeta kuşbakışı gibi yukarıdan bakılan resimler olabiliyor ama Osmanlıların bunu tek bir bakış açısından değil, çoklu bakış açısı diyebileceğimiz bir yaklaşımla yaptığını görüyoruz.
Yani resmin bir yerine tepeden, bir başka tarafına tam cepheden bakıyor; göstermek istediği yeri tamamen anlatımcı bir tavırla sizin önünüze koyuyor. Bu son derece kendine özgü ve enteresan bir şey. Aslında biraz Orta Çağ resim mantığının yeni çağlara aktarılmış biçimi. Nakkaş Osman'ın çok önemli eserlerinden bir tanesi de Topkapı Sarayı'nın 16. yüzyıla ait yapılaşmasını gördüğümüz Hünernâme kitabı. Hem Enderun tarafını hem harem tarafını çok da ilginç bir şekilde görebiliyoruz. Dediğim gibi bazı yerlere cepheden bakılmış. Avludaki küçük bir divan toplantısına tam cepheden bakıyoruz. Adalet Kulesi'nin içinde, bir pencerenin arkasından divan toplantısını dinleyen padişah ve iç oğlanları var. Diğer tarafta maaşlarını Nakkaşhâne’den alan yeniçeriler kuyrukta. Sarayın bahçesinde dolaşan ceylanlar gerçekten mevcut. Tarihçilere göre, bugün İstanbul sokaklarında nasıl kediler dolaşıyorsa, o dönemde çeşitli hayvanlar dolaşıyormuş.

Son saray ressamı: Levnî
Osmanlı dünyasının ve 18. yüzyılın en önemli, son saray ressamı Levnî… Levnî, renk demek. İsmini de oradan alıyor. Levnî, bazılarına göre Selanik'ten gelmiş. Tam bilemiyoruz. Levnî, öncelikle padişahların eğlencelerini çok iyi resmediyor. İnsan figürlerini ve sünnet törenlerini çok etkileyici yapıyor. Gerçekten levnî, çok etkileyici bir şey.
Tırnak içinde bir nevi Osmanlı Baroğu. Levnî, bir klasik kalıptan başka bir resim kalıbına, diline geçen, o geçişi yapan sanatçı. Padişah portrelerine baktığınızda, Nakkaş Osman'ın yaptığı portrelerle Levnî’nin yaptığı portreler arasında bariz bir fark. Yüzlerdeki ifade, oturuş biçimleri, kumaşların dökümü falan çok farklı.
Resminin Batı’yla ilişkisi de olabilir; zira aynı dönemde Jean-Baptiste Vanmour, Hollanda Elçiliği’nde İstanbul ile ilgili sayısız resim yapıyor.