Elektronik müzik denince akla gelen ilk isimlerden biri: Armin van Buuren. Grammy adayı, beş kez DJ Mag Top 100’de dünyanın en iyi DJ’i seçilen Hollandalı yıldız, 20 Eylül’de KüçükÇiftlik Park’ta sahneye çıkmaya hazırlanıyor. NTRteam organizasyonuyla gerçekleşecek konser, sadece bir gece değil, ışık, ses ve teknolojiyi buluşturan çok duyulu bir deneyim. Yeni konsepti THE ORB, müziği görsel bir şölene dönüştürürken, milyonların diline pelesenk olmuş ‘In and Out of Love’, ‘Blah Blah Blah’, ‘Great Spirit’ gibi hitlerle birlikte sanatçının yeni albümü ‘Breathe’ten parçalar da İstanbul semalarında yankılanacak. Öncesinde Armin van Buuren ile sohbet ettik.
Elektronik müzik dünyasında 30 yılı aşkın süredir en etkili isimlerden birisiniz. Bu uzun yolculuğa baktığınızda, sahneye dair sizi en çok ne heyecanlandıran şey ne?
Her gösteri farklıdır. Seyirci farklıdır, mekan veya sahne farklıdır, müzik farklıdır. Ve ben bunu çok heyecan verici buluyorum. Özellikle de ilk kez çalmak istediğim yeni parçalarım olduğunda veya denemek istediğim yeni bir sahne düzeni olduğunda… Seyirciyle kurduğum uyum paha biçilemez. Sahneye çıkarken beni en çok heyecanlandıran şey, yaptıklarımın insanlarla nasıl rezonans kurduğunu görmek ve onlarla etkileşimde bulunmak.
A State of Trance artık bir kültüre dönüştü. Sizce bu program elektronik müzik tarihine nasıl bir iz bıraktı?
A State of Trance, basitçe favori müziklerimi dünyayla paylaşmak için başlamıştı. Zamanla popüler oldu ve trance müziğin evrimine paralel olarak ilerledi. Bence en önemli katkısı, trance müziğin insanların düşündüğünden çok daha akışkan ve esnek olduğunu göstermek oldu.
KüçükÇiftlik Park’taki THE ORB gösterisindeki görsel ve işitsel boyut oldukça etkileyici. Sizce bu yeni konsept, seyirciyle olan bağınızı nasıl değiştiriyor?
Bence seyirciyle bağımı değiştirmiyor, sadece deneyime başka bir boyut ekliyor. Müziğin her zaman merkezde olduğunu söyleyebilirim. Yine de yeni görsel ve işitsel öğeler, seyircinin sadece dinlemesini değil, aynı zamanda hissetmesini ve yolculuğu görmesini sağlıyor. Bu da performansın duygusal etkisini derinleştiriyor ve onu daha çok paylaşılan bir deneyim haline getiriyor.

Yeni albümünüz Breathe ile hangi duyguları ve temaları ön plana çıkarmak istediniz?
Breathe temasının ana fikri, hayatta yeni bir denge bulmak ve zihninizdeki sesleri sakinleştirmek. Breathe, benim için bir dönüşüm dönemini soundtrack ediyor yani kendimi yeniden bulmam gereken ve gerçekten neyin önemli olduğuna odaklanmam gereken bir dönemi anlatıyor.
Ultra, Tomorrowland ve EDC gibi festivallerde sayısız kez sahne aldınız. İstanbul’daki gösterinizi bu deneyimlerle karşılaştırırsak, özgünlüğü açısından nasıl değerlendirirsiniz?
İstanbul’daki gösterim, The Orb serisinin bir parçası ve benim kim olduğum ve hayal ettiğim konseptle çok daha uyumlu. Ultra, Tomorrowland ve EDC gibi festivaller muhteşem, ama farklı bir deneyim sunuyor. Bu tür festival gösterileri çoğunlukla festivalin temasına uygun hazırlanıyor, sanatçının kendisine özgü vizyonuna değil. İstanbul’daki şov bana daha yakın ve benim vizyonuma uygun bir performans sunuyor.
Setlerinizde genellikle CDJ ve mixer tercih ediyorsunuz. Hiç tamamen analog, sadece plaklardan oluşan bir set hazırlamayı düşündünüz mü?
Evet, vinyl-only setler yapmayı düşünüyorum ve geçmişte A State of Trance etkinliklerinde yapmıştım. Bunun için geniş bir plak koleksiyonum var, ama çoğu klasik trance parçalarından oluşuyor, dolayısıyla bu sadece klasiklerden oluşan bir set için uygun olur.
Sahnede binlerce kişiyi aynı anda enerjiyle dolduruyorsunuz. Peki, kalabalık dağıldığında ve evde yalnız olduğunuzda sizi elektronik olmayan hangi şarkılar rahatlatıyor?
Piyano ve ambient dinlemeyi çok seviyorum. Favori sanatçılarım arasında Stephen Moccio, Ludovico Einaudi, Carbon Based Lifeforms ve daha birçok isim var.
Turneleriniz sırasında hayranlarınızdan aldığınız en garip veya beklenmedik hediye neydi?
Fenna yeni doğduğunda büyük bir peluş ayı almışlardı. Hala her gün kullanıyor!