ŞERİF YENEN
Günümüzde tur programları genellikle “zengin” görünmesi için çok sayıda yer ismiyle dolduruluyor. Ancak bu yoğun programlar, katılımcıları gün boyu koşturarak bir tür “doldur-boşalt” turizmine dönüşüyor. Bu turların sonunda, rehber bilgi verse bile gezginlerin aklında neredeyse hiçbir şey kalmıyor; geriye yalnızca fotoğraflar kalıyor. Oysa Türkiye gibi kültürel açıdan son derece zengin bir ülkede, amaç olabildiğince fazla yer görmek değil, gidilen yerleri hakkını vererek, derinlemesine anlamak olmalı. Bu nedenle kültür turizmine meraklı gezginler için temalar ve kronolojiler etrafında kurgulanmış rotalar oluşturmak ve geziler öncesinde biraz bilgi edinip sonrasında bu deneyimi sindire sindire yaşamak, daha doğru bir yaklaşım oluyor.
URFA’DA NEOLİTİK DÖNEMİN İZLERİ
Dünya kültür tarihinin en büyük kırılmalarından biri, bir milyon yıl süren avcı-toplayıcılıktan yerleşik hayata geçiştir. ‘Neolitik Devrim’ olarak adlandırılan bu dönemin ilk izlerini Şanlıurfa ve çevresinde görmek mümkün.
İnsanlık tarihinin en büyük dönüşümüne tanıklık etmek için rota Şanlıurfa: Göbekli Tepe ve Karahan Tepe’nin büyüleyici taş anıtları, Urfa Arkeoloji Müzesi’nin eşsiz eserleri, Hz. İbrahim’in izini taşıyan kutsal mekânlar ve kentin unutulmaz lezzetleriyle Neolitik çağdan günümüze uzanan eşsiz bir kültür yolculuğu sunuyor.
Neolitik çağın ötesinde, Şanlıurfa aynı zamanda dinler tarihi açısından da büyük öneme sahiptir. Harran, Hz. İbrahim’in doğduğuna inanılan Balıklıgöl ve mağara, ya da Eyüp Peygamber Makamı gibi kutsal mekânlar, bu kültürel deneyimi daha da zenginleştirir.
ORTA ANADOLU’NUN TASAVVUF ROTALARI
Neolitik devrimin bir sonraki evresine ışık tutan Çatalhöyük (Konya), yerleşik hayatın gelişimini anlamak için dünyada eşsiz bir duraktır. Aynı döneme ait önemli buluntulara ev sahipliği yapan Aksaray Müzesi, özellikle ‘dünyanın bilinen en erken beyin ameliyatı izlerini taşıyan kafatası’ ile bilimsel açıdan da dikkat çeker. Yine Aksaray’daki Aşıklı Höyük, arkeoloji meraklılarının gözden kaçırmaması gereken bir başka önemli noktadır.
Bu tematik rotada yalnızca Neolitik izler değil, ruhani derinlik de yolcuyu karşılar. Mevlânâ Müzesi Konya’nın tasavvufi mirasını aktarırken, kentin mutfağı da bu kültür yolculuğunu tatlarla tamamlar.
TUNÇ ÇAĞI VE HİTİTLER’İN MİRASI
Anadolu’nun Tunç Çağı, güçlü devletlerin ve görkemli kültürlerin yükseldiği bir dönemdir. Bu dönemi anlamanın en etkileyici yolu, Hititlerin başkenti Hattuşa’ya yapılacak bir yolculuktur. Anıtsal yapıları ve kazılardan çıkan buluntularıyla Hattuşa, yalnızca Anadolu’nun değil, tüm dünyanın kültür tarihine ışık tutar.
Hattuşa Müzesi ile birlikte Çorum’daki Hitit Müzesi, bu uygarlığın dini, siyasi ve gündelik yaşamına dair eşsiz eserler sunar. Rotaya eklenmesi gereken bir diğer durak olan Alacahöyük ise Hititler’den önceki Hattiler’in izlerini gözler önüne serer; özellikle kral mezarlarıyla dönemin görkemini hissettirir.
Yolculuğun en önemli tamamlayıcısı ise Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’dir. Kuruluş amacı Hitit eserlerini sergilemek olan bu müze, günümüzde yalnızca Hititlere değil, Anadolu’nun farklı çağlarına ait en seçkin arkeolojik mirasa ev sahipliği yapan dünya çapında bir merkez konumundadır.
DEMİR ÇAĞI’NIN GÜCÜ: URARTU’DAN VAN
Anadolu’nun Demir Çağı uygarlıklarından Urartular’ın başkentini gözler önüne seren Van Kalesi, görkemiyle hâlâ etkileyici bir duraktır. Yakındaki Çavuştepe Kalesi ise Urartu mühendisliğinin zarif örneklerinden biridir. Bölgedeki en önemli eserleri bir arada görmek için Van Arkeoloji Müzesi mutlaka gezilmelidir; müze, dünyadaki en kapsamlı Urartu koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapar. Bu yolculuğa küçük bir Orta Çağ dokunuşu eklemek isteyenler için Hoşap Kalesi, Urartu rotasına tarihsel çeşitlilik katar.
FRİGLER’İN ANITSAL KAYA YAPILARI
Demir Çağı’nın bir diğer görkemli uygarlığı Frigler, Anadolu’da izlerini hem başkentleri hem de anıtsal kaya yapılarıyla günümüze ulaştırmıştır. Başlangıç noktası, Ankara yakınlarındaki Gordion’dur. Polatlı’da yer alan bu antik kent, Frigler’in siyasi merkezi olmanın yanı sıra, görkemiyle öne çıkan Midas Tümülüsü sayesinde uygarlığın ihtişamını gözler önüne serer.
Frigler’in izini sürmek için yol, batıya doğru Eskişehir ve Afyon çevresindeki Frig Vadisi’ne çıkar. Buradaki kaya anıtları, tapınaklar ve oyma yapılar, adeta açık hava müzesi gibi Frigler’in dini ve kültürel dünyasını yansıtır.
LİDYALILAR’IN YOLUNDA SARDES VE KARUN HAZİNESİ
Lidyalılar’ın dünyasına adım atmak için yol Salihli’deki Sardes Antik Kenti’ne düşer. Bugün görülen kalıntılar çoğunlukla Helenistik ve Roma dönemine tarihlenmiş olsa da Sardes, Lidya uygarlığının başkenti olarak tarihi atmosferini korumaktadır.
Sardes’ten Gölmarmara’ya doğru uzanan Bin Tepeler bölgesi, Lidya krallarının görkemli tümülüsleriyle benzersiz bir manzara sunar; adeta yerden fışkıran dev anıtlar gibi ovaya yayılmıştır.
Lidya hazinelerinin en değerli örneklerini görmek içinse Uşak Müzesi eşsizdir. Burada, dünyaca ünlü Karun Hazinesi sergilenir. Uşak’a gitmişken hem Helenistik ve Roma dönemine ait Blaundos Antik Kenti’ni hem de bölgenin büyüleyici kanyonlarını keşfetmek unutulmamalıdır.
ANADOLU’NUN GÖRKEMLİ ANTİK KENTLERİ
Pers egemenliğinin ardından Anadolu’nun tarihi sahnesine Büyük İskender çıkar. Onun seferleriyle başlayan Helenistik dönem (MÖ 4.–2. yüzyıllar), Batı Anadolu ve Akdeniz’de çok sayıda antik kentle izlerini bırakmıştır.
MÖ 2. yüzyıldan itibaren ise Anadolu, Roma İmparatorluğu’nun hakimiyetine girer. Bu dönemde Ege ve Akdeniz kıyıları, Helenistik mirasın üzerine inşa edilmiş görkemli Roma yapılarıyla donanır.
Bugün bu coğrafyada, adını dünya tarihine yazdırmış eşsiz antik kentler hâlâ ziyaretçilerini büyülemektedir: Bergama, Efes, Milet, Priene, Afrodisias, Hierapolis, Laodikya, Tripolis, Aspendos, Perge ve Phaselis… Tiyatroları, agoraları, tapınakları ve heykel sanatındaki ihtişamlarıyla bu kentler, Anadolu’nun Helenistik ve Roma dönemindeki zenginliğini gözler önüne serer.