Netflix dizisi Ragnarok’taki oyunculuğuyla tanıdık onu. Ama Resa Saffa Park aslında kalbi müzikle atan, ruhu ise hikayelerle dolup taşan bir sanatçı. Dubai’de doğdu, Norveç’te büyüdü; caz, folk ve indie rock arasında kurduğu zarif dengeyle Silver Bead Eyes albümünü yayımladı, şimdiden yenisi için çalışıyor. Albüm, sade bir piyanoyla başlayan şarkılardan elektronik katmanlara uzanıyor, ama hep aynı hissi taşıyor: Kırılganlık. Detayları Hafta’ya anlattı.
Silver Bead Eyes sinematik bir pencere olarak tanımlanıyor. Bu albüm iç dünyana açılan bir film olsaydı, ilk sahnesi nerede geçerdi?
Sanırım bu, bir kahve ve sigarayla oturup yürüyen insanları izlemek kadar basit olurdu. Bu şekilde oturmayı çok seviyorum, hayat üzerine düşünmemi sağlıyor ve bu beni hem çok yalnız hem de dünyayla çok bağlantılı hissettirebiliyor.
Cazın zamansızlığı, folk’un anlatıcılığı ve indie rock’ın kırılganlığı… Bu üç ses, senin müzikal kimliğinde nerede buluşuyor?
Zamansızlık benim için önemli çünkü bir dönemin trendlerinden ziyade insanların ortak paydalarını yansıttığını düşünüyorum. Zamansızlık kapsayıcı geliyor bana ama hepimizin anlatacak bireysel hikayeleri de var; bu da muhtemelen folk yanımdan çıkıyor. Bu tarzların hepsinde bir kırılganlık var ama indie rock tarafım belki biraz daha sertleşme ya da dağınıklık ihtiyacıyla geliyor. Belki bu özellik kişiliğimde de var, hem biraz derli topluyum hem de dağınık.
Albüm boyunca hissedilen melankolik atmosfer, senin için ilham verici bir kaynak mı, yoksa yaratım sürecinin kaçınılmaz bir parçası mı?
Dünyada birçok şeyi güzel buluyorum ama öyle bir güzellik ki kalbi ve ruhu biraz acıtıyor. Bence en güzel şeyler, biraz can yakıyor. Belki bu benim hayatım boyunca taşıdığım bir hal ve bu yüzden müzik, sanat ve edebiyatın bu temalara dokunan hâlleri bana çok gerçek geliyor. Ama neden böyle olduğunu tam olarak bilemiyorum.

Türkiye’nin müzikal enerjisi senin için ne ifade ediyor?
Türkiye’nin müzikal enerjisi, hayatım boyunca aradığım ama Londra gibi yerlerde aradığımı sandığım bir şeymiş. Oysa bilmeden, dinlediğim müzik tarzının Türkiye’de ne kadar yaygın olduğunu fark ettim ve bir anlamda “kendimden olan insanları” orada buldum. Bu çok garip ama aynı şeylerden keyif alan insanlarla karşılaşmak çok özel bir his. Beni çok daha az yalnız hissettirdi. Ama burada, özellikle indie ve geleneksel Türk müzikleri ruhumda derin yerlere dokunuyor, bana kendimi evimde gibi hissettiriyor.
Silver Bead Eyes’taki her şarkı sanki kendi ruhuna sahip. Sence en kırılgan, en ‘çıplak’ olan hangisi?
Heal Me favorilerimden biri çünkü spesifik bir anksiyete hissinden yola çıkarak yazıldı ve müzikle kendimi iyileştirme çabamı anlatıyor, tıpkı sözlerinde söylediğim gibi: Heal me. Prodüksiyonun biraz daha karanlık ve keskin olması da hoşuma gidiyor. Şarkı aslında bir piyano baladı olarak yazılmıştı ama “güzel” şeylerin biraz daha karanlık hâle bürünmesini seviyorum.
Chet Baker’dan ilham alıp Bård Berg gibi güncel prodüktörlerle çalışmak... Geçmiş ve bugünü birleştirirken seni en çok zorlayan ne oldu?
Benim için en zoru, genellikle sadece gitar ya da piyano ile yazdığım şarkıları, balad olmanın ötesine taşıyıp hayalimdeki hâle getirebilmekti. Ama Bård Berg’le uzun süredir çalışıyoruz ve artık birbirimizi çok iyi anlıyoruz. Bu albümle birlikte müziğim için kurduğum vizyonu tamamen yakaladı, bunun için çok minnettarım.
Albümü bağımsız olarak yayımladın. Bu karar sana daha fazla özgürlük mü getirdi, yoksa daha çok sorumluluk mu?
Kesinlikle daha fazla özgürlük getirdi. Müziğimi kimseyi memnun etmek için değiştirmem ama kendi kariyerimin patronu olmak bana çok iyi geliyor. Çok motiveyim ve sanatçı olmanın getirdiği ekonomi, yönetim, pazarlama gibi alanlardan da keyif alıyorum. Ayrıca “yaratıcı sanatçıların yönetsel işlere yeteneği yoktur” gibi klişelerin müzik endüstrisinin işine gelen bir yalan olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu fikir, sanatçıların her şeye bağımlı olması gerektiği fikrini besliyor. Oysa sürdürülebilir bir kariyeri olan müzisyenler, gelirlerinin büyük kısmını endüstri profesyonellerine bırakıyor. Sanatçıların işin tüm yönlerini en azından anlaması gerektiğini düşünüyorum. Ben böyle yapmaya çalışıyorum ve bu süreci seviyorum.
Oyunculuk sana karakter yaratmayı mı, müzik ise kendin olmayı mı öğretti?
Muhtemelen evet. Oyunculuk, kendimin dışındaki hikayeleri anlatmak ve ifade etmek için bir yoldu. Ama müzik, daha çok içe dönük bir keşif ve özümle tekrar bağ kurma süreci oldu.
Albüm kapağından sahne estetiğine kadar her şey çok sinematik. Bu görsel dili daha çok anılar mı, duygular mı şekillendiriyor?
Estetik açıdan sinematik olmasını hiç planlamamıştım ama ben de fark ediyorum. Sanırım duygularım çok romantik ve biraz da dramatik. Hayatı romantize etmeyi seviyorum, bazı insanların gözden kaçırabileceği şeylerde derin anlamlar buluyorum. Başka türlü bir hayat yaşamak istemezdim.
Sırada ne var?
Yeni müzikler yazmaya başladım ve dürüstçe söylemem gerekirse, bu yeni müzikler önceki albüme kıyasla tarz ve ifade bakımından bana daha da yakın geliyor. Albümden sonra beni bir yazar tıkanıklığının beklediğinden çok korkuyordum ama öyle olmadı.