Küratörlüğünü Christine Tohme’nın üstlendiği, Üç Ayaklı Kedi temasıyla ilk ayağı bu yıl 20 Eylül-23 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek olan 18. İstanbul Bienali, bir kedi çevikliğiyle 2026, 2027 yıllarına uzanacak. Bienale paralel sanatseverlerle buluşan sergilerle, İstanbul sihirli bir şekilde ‘sanat şehrine’ dönüştü. Aynı günlere denk gelen sergi açılışları arasında bir seçim yapmak hayli zor. Sezonu açmak için pek çok sanatsever gibi yan yana iki mekanı seçtim: Galerist ve Pera Müzesi.
Galerist’te, Kale Tasarım ve Sanat Merkezi’nin desteğiyle hayata geçen Elif Uras’ın 8 Kasım’a kadar görülecek ‘Ellerinde Toprak’ sergisi tek kelimeyle görsel bir şölen. Görsel şölenin yanı sıra serginin mesajı o kadar anlamlı ki. Sergiyi birlikte gezdiğimiz sanatçının yuvarlak hatlı kadın formları, hikâyesi olan kapları ve rölyefli seramik tabakları, tabletleri, tarlada, evde, fabrikada emeğinin karşılığını almadan çalışan kadınların, hakları için direnen kadınların, özgürlükleri peşinde koşan kadınların sessiz çığlıkları gibi.

Nitekim Uras’ın ‘Üretim Bandı’, ‘Hayır’, ‘Anaerkil Direniş’ gibi eserlerine verdiği isimler bu kadın dayanışmasının kanıtı. Temel referansı Anadolu’nun ana tanrıçaları olan Uras, bu son sergisinde bol miktarda altın yaldızı boya kullanmasını şöyle açıklıyor:
“Anadolu kadını ile altının tarihsel bağını izleyerek, bu değerli madeni ataerkil gücün simgesi olmaktan çıkartmak istedim. Karşılıksız emeğinin sembolik değeri olarak kadınları altına boyadım. Anadolu’da altın geleneği, Cumhuriyet altını, altın günü iham veren şeyler oldu.”
Bir tabağın üzerinde, çalgı çalarak, dans ederek eğlenen kadınların ‘altın günü’ gibi özel bir etkinlik için bir araya geldikleri anlaşılıyor. Altının Bizans’a atıfta bulunulup bulunmadığını sorduğumda Elif Uras, “Evet biraz öyle. Örneğin, ince belli kadın formunda bazıları altın olan, Ayasfoya’dan esinlendiğim mozaikvari, seramiği kazıyarak yaptığım bezemelere yer verdim” diyor. Mozaik ve Bizans ileride çalışmak istediği temalar…
New York’ta torna, İznik’te seramik
Yaşamını New York, İstanbul ve İznik arasında geçiren sanatçı, sergide gördüğümüz kapları, katmanlı tabak ve tabletleri New York’taki atölyesinde tornada üretiyor. Anadolu’daki neolitik kil figürlerden ilham aldığı yuvarlak hatlı kadın bedenleri, vazo şeklindeki seramik işler ise Osmanlı’dan bu yana çiniciliğin tarihi merkezi İznik’te üretiliyor. Gülerek, “Bir orada bir burada göçebe olarak üretiyorum” diyen Elif Uras, genç, yaşlı, hamile gibi çeşitli kadın formlarının farklı kadın tiplerini çağrıştırmasını seviyor.
Kademeli bir şekilde sergilenen kadın formlarının en tepesindeki iri kalçalı kadının adı ‘Büyük Ana.’
Elif Uras’a göre, sergi vazo, tabak, çanak gibi formlar nedeniyle ‘bir kap sergisi…’ Bu noktada sözü analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung’ın öğrencisi Eric Neumann’a getiriyor. Görkemli bir forma adını verdiği ‘Büyük Ana’, Neumann’ın tanrıçaları semboller üzerinden ele aldığı, kadın-kap ilişkisini karşılaştırdığı kitabının adı.
Sanatçı “Neumann formülünde kadını kaplı eşitliyor. Kap eşittir kadın, eşittir beden, eşittir dünya gibi bir formül” diyor. Pembe ve kırmızı tonları nedeniyle adı ‘Pembe Toros’ olan eserin önünden geçerek serginin seramik sikke kaplı bir duvarına geliyoruz. Oldukça ilginç bir görüntü çünkü sikkelerin üzerinde Atatürk, kadın tanrıçalar, 1971 yılında ‘Gelinlik Başı’yla 50 kuruşun üzerinde yer alan etnolog, araştırmacı Sabiha Tansuğ ve sayısız semboller var. Atölyesini ziyaret edenlere armağan olarak verdiği sikkeler çoğalınca sergiye taşınmış. Elif Uras’ın boynundaki iri sikke ise bir mücevher gibi. Sergiyi birlikte gezdiğimiz gazetecilerle, sanatçı takı yaparsa kapışılacağı konusunda hem fikiriz.
Brown Üniversitesi ve Columbia Hukuk Fakültesi’nde hukuk okuduktan sonra yönünü sanata çeviren Elif Uras, Columbia Sanat Fakültesi’nden MFA (Güzel Sanatlar Yüksek Lisans) ve School of Visual Arts’tan BFA ( Güzel Sanatlar Lisans) derecelerinin sahibi.
Pera’da ‘Ortak Duygular…’
Kariyerini Berlin’de sürdüren Ulya Soley’in küratörlüğünde ‘Ortak Duygular’ sergisi ise 1930’lardan bu yana 9 bin eserlik bir koleksiyon biriktiren British Council’in önde gelen eserlerini İstanbul’da sanatseverlerle buluşturuyor.
‘Duvarları Olmayan Müze’ diye tanımlanan koleksiyonun eserlerini Pera Müzesi’nin direktörü Özalp Birol ile gezmek her birine ayrı gözle bakmamı sağlıyor. Birol sanatçılarla eseri arasındaki ilişkiyi, arka planını öylesine güzel anlatıyor ki, keşke tüm sergileri onunla gezsem diye aklımdan geçmiyor değil. Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’nin 20. kuruluş yılına denk gelen sergide, yaşayan en pahalı ressamların örneğin David Hockney, Damien Hirst’un eserlerini görmek mümkün. Gerçi çoğunlukla gençlik döneminde yaptıkları eserler olduğunu not düşeyim.
Sergideki sanatçıların tam listesi ise şöyle: Larry Achiampohg, Laura Aldridge, Ed Atkins, Sonia Boyce, Jake&Dinos Chapman, Eileen Cooper, Tony Cragg, Tracey Emin, Jane England, Cerith Wyn Evans, Graham Fagen, Lucien Freud, Anya Gallaccio, Gilbert&George, Richard Hamilton, Lubaina Himid, Damien Hirst, David Hockney, Michael Landy, Delaine Le Bos, Sarah Lucas, Kate Malonea, Chris Ofili, Raqip Shaw, Wolfang Tillmans, Suzanne Treister, Bedwry Williams ve Madame Yevonde.
Elbet British Council’in zengin koleksiyonundan buraya gelen sanatçıların tümünü tanımıyorum. Tanıdıklarım arasında olan, işlerini çok sevdiğim Chris Ofili, 1968 doğumlu, Turner ödülü sahibi ve yanılmıyorsam Meryem Ana’yı siyah tasvir eden ilk ressam. Ofili’nin sergide, küçücük bir oto portresini görmek büyük hayal kırıklığı.
David Hockney’in de tablosu pek yeni değil ama kullandığı figürü çoğu resminde tekrarladığı için ilginç. Kavafis’in dizelerinden yola çıkarak yaptığı gravürleri çok sevdim. Lucien Freud’un tablosu da son işlerinden farklı. Beni en çok şaşırtan ise İstanbul’da sanat kurumlarında birbirinin benzeri heykelleri olan Tony Craig’in tamimiyle farklı bir eserle sergide yer alması oldu. 1982 tarihli ‘Kano’ adındaki enstalasyonu sokaklardan topladığı 48 adet kova, boş bidon, sepet, plastik kaplar gibi şeylerden oluşuyor. Bir başka yerleştirme Damien Hirst’ün medikal atık yerleştirmesi.
Önümüzdeki bahar aylarında Tate Modern’de 40 yıllık kariyerinin en büyük sergisini açmaya hazırlanan Tracey Emin’in sergideki iki işinden biri, 1994 yılında yaptığı ‘Kendimin Dışında’, ikincisi ise 2002 tarihli ‘Bir Yanlışlık Var’ isimli oldukça çarpıcı işi. Marc Quinn’in çiçeklerinin benzerleri Modern Müze koleksiyonunda.
İngiltere’de 1920’lerin feminist kadın fotografçısı, renkli portrelerin öncüsü Madame Yevonde’yi ilk kez bu sergide keşfetmek güzel bir sürpriz. Öte yandan, İngiliz sanatçıları seçkisinde hem ustaların daha yeni eserlerini, hem İngiltere’de işleri çok ses getiren, Venedik Bienali’ne katılmış olan Yinkaa Shonibare gibi sanatçıların işlerini de görmek isterdim.
‘Toprak, Ateş, Su ve Havayla Yazılmış Bir Dize’ sergisi ise Elif Kamışlı küratörlüğünde İsveçli sanatçı Asa Jungnelius’un camın kırılganlığı ile taşın dayanıklılığını yan yana getiren eserlerinden oluşuyor. Sanatçı, eserlerinde Nemrut Gölü kıyılarından Kars’a, lavın yeryüzüne çıkıp aniden soğumasıyla oluşan, doğal cam diye tanımlanan obsidyeni kullanmış.
Cam eserleri için Şişecam’ın el yapımı cam fabrikasıyla iş birliği yapmış. 18. İstanbul Bienali yazısı ise haftaya.