Venedik Bienali 19. Uluslararası Mimarlık Sergisi yarın kapılarını açıyor. 23 Kasım’a kadar devam edecek etkinliğin küratörü MİT’de öğretim görevlisi olan mimar-mühendis, eğitimci ve yazar Profesör Carlo Ratti… Bu yıl bienalin temasını ‘Intelligens: Natural. Artificial. Collective - Akıllılar: Doğal. Yapay. Kolektif’ olarak belirleyen Carlo Ratti, İngilizce “intelligence” yani akıl kelimesinin sonuna Latince insanlar anlamına gelen ‘gens’i ekleyerek hayali bir sözcük ortaya atıyor. Geleceğin aklının çoğulcu, kapsayıcı ve yapay zekanın sınırlarının ötesinde yaratıcı olmasını öneriyor.
Peki kim bu Carlo Ratti? Fast Company tarafından ‘ABD’deki en etkili 50 tasarımcı’ arasında gösterilen Carlo Ratti’nin adı ‘dünyayı değiştirecek 50 kişi’ arasında geçiyor. Çalışmalarında doğanın aklından, bilgeliğinden ve mühendisliğinden ilham aldığını sıklıkla vurgulayan Ratti, Venedik Bienali’ni, farklı ekiplerin iş birliği içerisinde olacağı “dinamik bir laboratuvar” olarak görmek istediklerini söylüyor. Bienalde, Ceren Erdem ve Bilge Kalfa küratörlüğündeki ‘Yerebasan’ başlıklı projesiyle yer alacak Türkiye Pavyonu, Ratti’nin tarif ettiği gibi “dinamik bir laboratuvar” tanımına tam anlamıyla uyuyor.

Yerebasan Projesi’ni özetle şöyle tarif edebiliriz: Toprağın, yaşamın, hafızanın ve bilginin kaynağı olma özelliklerine vurgu yapıyor, duyusal ve döngüsel yapısından ilham alıyor. Sürdürülebilir ve çevreyle uyumlu yaşam biçimlerini yeni teknolojilerin ışığında mimarlığın odağına taşıyor. Ceren Erdem’i iki yıl önce sanatçı Aydın Alper’in Ordu’nun müthiş doğasındaki açık hava sergisi ‘Fata Morgana’ nedeniyle tanıdım. Hafızamda yer eden müthiş serginin proje direktörüydü. İTÜ Endüstri Ürünleri Tasarım Bölümü’nden mezun Ceren Erdem eğitimini Sabancı Üniversitesi ile ABD’de Columbia Üniversitesi’nde sürdürmüş.
Berlin’de yaşayan Bilge Kalfa ise İTÜ Mimarlık mezunu ve halen Berlin İnternational University’de stüdyo yürütücüsü. Aynı zamanda yine Berlin’de kendi adını taşıyan bir mimarlık ofisinin kurucusu.
KAPADOKYA’NIN TOPRAĞI VENEDİK’TE
Erdem ve Kalfa ile Venedik’e doğru yola çıkmadan önce zoom üzerinden buluştuk. Projenin nasıl ortaya çıktığını sorduğumda Ceren Erdem anlatıyor:

“Bilge ile mimarlıkla ilişkili bir sürü tema üzerinden geçtik. Sonunda toprak bizi birleştiren konu oldu. Bizim pavyonun öne çıkan teması toprak. Zira doğal zekaya sahip, bir hafızası var ve yaşayan bir arşiv. Hem içinde canlılık, iklim etkilerini barındırıyor, hem bugüne kadar medeniyetler nasıl kurulmuş, nasıl insanlar yaşamış, nasıl evlerde oturmuşlar gibi şeylerin bilgisini saklıyor.”
Türkiye Pavyonu için İstanbul, Kapadokya, Uşak, Niğde, Adana, Muğla gibi Türkiye’nin çeşitli yerlerinden toprak örnekleri alınmış. Erdem, “Toplam 6 yerden toprak aldık ama 5'ini göstereceğiz” diyor.
Pavyonda yer alan bir yapı Kapadokya’dan alınan toprakla sıvanmış örneğin.
“Topraklar çok küçük miktarlarda kullanıldı. Ekolojiden, karbon ayak izinden söz ederken elbet malzemeye çok dikkat ettik. Toprak en hafif şekliyle nasıl kullanılır üzerine kafa yorduk. Kapadokya toprağı örneğin sıvama malzemesi haline gelecek kadar ince çekilerek toz haline getirildi” diyor Bilge Kalfa. Bazı toprak örnekleri üzerinde DNA testleri yapılmış, toprağa nelerin bulaştığı belirlenmiş.
Aynen bir laboratuvar gibi toprağın üzerinde işlemler yapılmış.
Kalfa, “Toprakla, kerpiçle yerinde ev yapmaktan bir adım öteye nasıl gidebiliriz. Fabrikada üretim yaparak toprağı gerçekten inşaat sektöründe kullanabilir miyiz? Dünya bunu araştırıyor. Örneğin Bilgi Üniversitesi’nde bununla ilgili çalışmalar yapılıyor” diye anlatıyor.

“İngiltere'nin mesela kendi iyi kaynakları olmasına rağmen ahşap yetmiyor, mermer yetmiyor. Brezilya'dan dünyanın her yerine mermer taşınıyor. Lokal malzemeyi, döngüsel malzemeye uluslararası mecrada konuşmak, başka pavyonların da bunu konuşmaları önemli” diye ekliyor.
İklim krizi bir yana, dünya kaynaklarının giderek azalması mimarlığın doğal malzeme konusuna daha fazla kafa yormasına yol açıyor kuşkusuz. İstanbul’u ve özellikle Kadıköy yakasını nefes almaz duruma getiren betondan kurtulmasının ya da onu yok olabilecek bir duruma getirmenin yolları araştırılıyor nicedir.
GÖBEKLİTEPE TÜRKİYE PAVYONUNDA
Öte yandan Erdem-Kalfa ikilisi ‘Yerebasan Projesi’ni tasarlarken toprağın canlılığı, tarihi, arkeoloji üzerinde çalışan, inşaat malzemeleri üzerinde araştırmalar yapan isimleri projeye davet etmiş.
Hüseyin Aksoy, Michael Akstaller, E. Füsun Alioğlu & Senem Akçay, Ali Mahmut Demirel, Sinem Dişli, Yelda Gin, Ali Miharbi, Özgül Öztürk, Serkan Taycan ve Orkan Telhan sergiye bireysel katkı sunarken, Atelier FY, Bire-Pan, Common Action Walls, Herkes İçin Mimarlık & Poçolana Works, Mono Earth, Özruh, Rec II, ReYard House, Solidified ve Yalın Mimarlık ise sergiye ekip olarak katılıyor.
İsimlerden hepsi birbirinden değerli. Örneğin New York’ta yaşayan Orkan Telhan biyomalzeme üzerine araştırmalarını sürdüren disiplinlerarası tasarımcı, sanatçı. MİT’de Mimarlık Fakültesi’nde tasarım ve bilişim üzerine doktorasını yapan Telhan, İstanbul Bienali’nin yanı sıra çok sayıda uluslararası tasarım etkinliklerine, müze sergilerine katılmış bir isim. Bienalin ana sergisinde de yer alan Orkan Telhan, toprağın içindeki ağır metallerin etkisini giderecek doğal mikroorganizmaları çoğaltarak deneysel bir çalışma yapıyor. İngiltere’de yaşayan mimar, eğitimci ve araştırmacı Cambridge Üniversitesi’nden Yelda Gin, 3D print ile çalışıyor ve döngüsel malzeme üzerine kafa yoruyor. Daha önce ünlü mimar Zaha Hadid ile çalışmış olan Yelda Gin’in işi de Venedik’te gösteriliyor.
Urfa’da dünyaya gelen, dolayısıyla Göbeklitepe ile doğal bir ilişkisi olan Sinem Dişli’nin Göbeklitepe’de yaptığı eseri Türkiye Pavyonu’nda… Diğer bir katılımcı Londra merkezli Ozruh tasarım ofisini kuran Levent Özruh, mermer, kum ocaklarında atık, işe yaramaz diye düşünülen tozları, granülleri 3D tekniğiyle değerlendiriyor. Ceren Erdem “Özetle geleceğe yönelik üretim biçimlerine bakıyoruz” diyor. “Tabii büyük boyutlarda nasıl üretilir, nasıl kullanılır henüz kafalarda soru işareti” diye ekliyor. Daha çok sektörün ve akademinin katıldığı Venedik Bienali Mimarlık Sergisi, sanat sergisinden farklı olarak görselden ziyade hayatı birebir etkileyen mimarlık için geleceği dönük önerilerde bulunuyor.
BİENALİN KATAR PAVYONU
Venedik Bienali Mimarlık Sergisi’nin ziyaretçileri arasında dünyanın her tarafından mimarlık öğrencileri var. Keşke bizim öğrencilerin de bu önemli etkinliği ziyaret etme olanağı olsun diyeceğim ama kentsel dönüşüm gören binamızın müteahhitliğini yapacak şirketin mimar ve mühendislerinin bu etkinlikten haberdar bile olmadığını söylesem. Bu arada büyük bir katılımın olacağı 19. Mimarlık Sergisi’ne bu yıl dört ülke ilk kez katılıyor: Azerbaycan, Umman, Katar ve Togo.
Bienalin geleneksel mekanı Giardini’de (Türkiye Pavyonu Arsenale’de) pavyonunu açan Katar, Körfez ülkeleri arasında uluslararası çağdaş sanata kucak açan ilk ülkelerden biri olmasına rağmen hayli geç bir katılım yapıyor. Zira Birleşik Arap Emirlikleri Arsenale’de 2013 yılında, Suudi Arabistan da aynı yerde 2019 yılında pavyonlarını açmışlardı. Katar Müzeleriyle Venedik arasında yürürlüğe girmiş olan işbirliği çerçevesinde Doha, sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya olan şehrin korunması çalışmalarına destek veriyor. Göçen yıl Nil Yalter’ın aldığı ‘Yaşam Boyu Çalışmaları için Altın Aslan’ ödülünü bu yıl Amerikalı felsefeci ile geçen yıl hayatını kaybeden İtalyan mimar ve tasarımcı İtalo Rota alacak.

Ratti’nin doğadan ilham alan yaklaşımı, bu yılki etkinliği bir ‘dinamik laboratuvar’a dönüştürüyor. Küratörler Ceren Erdem ile Bilge Kalfa “Toprakla, kerpiçle yerinde ev yapmaktan bir adım öteye nasıl gidebiliriz? Toprağı gerçekten inşaat sektöründe kullanabilir miyiz?” sorularının cevabını arıyor.