Ayşegül İldeniz’i İntel’in Türkiye Genel Müdürü olduğu dönemden hatırlıyorum. Daha sonra bölge başkanı oldu, Türkiye-Afrika- Ortadoğu başkanlığından sonra İntel Avrupa Yönetim Kurulu’na girmeye başardı. Derken İntel’in Silikon Vadisi’ndeki ofisine gitti ve bir süre sonra yeni teknolojilerden sorumlu dünya başkan yardımcılığına yükseldi. Ayşegül İldeniz’in Türkiye’den Silikon Vadisi’ne uzanan yolculuğu hepimizi gururlandırdı. Halen Silikon Vadisi’nde girişimcilik ve danışmanlık yapan, çeşitli uluslararası kurumlarda yönetim kurulu üyesi olan Ayşegül İldeniz, dünya çapında bir teknoloji lideri olarak iki yıl önce ilk kitabını ‘Ayşegül Işınla Bizi’yi yayımladı. Bu yıl ise ikinci kitabı ‘Ayşegül 5.0 - Yapay Zekâ ve Gelecek İçin Otostopçunun Galaksi Rehberi’ yine Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Ayşegül İldeniz ile ‘yapay zekâyı’ konuşmak üzere buluştuk…
Ayşegül, kitaplarından başlayalım. İlk kitabının ardından, mart ayında ikinci kitabın geldi. Yazma serüvenin nasıl başladı?
İlk kitabı yazarken biraz zorlandım. Zira aileme, kendime ve bütün yaşam yolculuğuma dair bir değerlendirme yapmak zorunda kaldım. Geriye bakmaya alışık biri olmadığımdan, zor geldi. Hayatım boyunca hep ileriye baktım. Yeni bir teknoloji geliyor, neyi değiştirmek, neyi farklı yapmak gerek meselesine odaklandım hep. Benim işim bu zaten. Yaşamım “Yeni gelen teknolojiyi nasıl değiştirip dönüştüreceğiz” ile geçti. İlk kitabımda bu kez durdum, geri baktım… Zor ama çok güzel ve aydınlatıcı bir şeydi. Değişik bir yolculuktu. Geçmişe dönmek gibiydi. Ama geleceğe de yol gösteriyordu. Bence, o kitabı yazmak zorundaydım. Kitap bitince derin bir nefes aldım. Yeni kitabım ise çok keyifli. Yıllardır konuştuğum, düşündüğüm şeye yani “yapay zekâ ile bizi ne bekliyor” konusuna odaklandım. Bugüne dair bir şey.
Yapay zekâyı bir çocuğa tarif eder gibi anlatır mısın? Çünkü Türkiye’de konunun geniş kitliler tarafından yetirince anlaşılmadığı kanısındayım. Yapay zekayı çip sananlar var?
Yapay zekâ elimizdeki verinin içinden anlam çıkarmak demek. İstatistik biliminin çok sofistike ve geleceğe bakanı diye düşünelim. Şöyle bir örnek vereyim: Her pazartesi günü bu kafede seninle sohbet ediyorum ve ömrümün son 3 yılı bunu yapmışım. Önceki 5 yılı yapmamışım ama ondan önceki 20 yıl da yapmışsam, bu Ayşegül’e dair bir sürü şey söylüyor. Sana da dair bir sürü şey söylüyor, cafeye dair söylüyor… Yapay zekâ bu verideki sistemleri anlayabilme yeteneği. Verinin miktarı ne kadar çok ve ne kadar doğru olursa o kadar iyi. Veri, doğru olmak zorunda.
İyi de verilerin doğruluğunu kim kontrol ediyor?
Bunun kontrolü çok zor. Sürekli sağlamasını yapmak gerekiyor. Tüyler ürpertici olan tarafı ise bilgisayardaki verinin miktarını çok fazla büyütmüş olmamız. Milyarlarca veri noktası var. Ve algoritmalar çok büyük bir resme bakıyor. Bazen çok mantıksız, bazen çok mantıklı şeyler yakalıyor.
Özelde aşırı başarısız
Bir Çinli’nin su gibi Türkçe konuştuğuna rastlıyorum bazen…
Yapay zekâ diller arası çeviriyi müthiş iyi yapıyor. Türkçeden Çinceye çeviri yapabilen bir makine Türkçeden Fransızcaya da öğretmesen bile mükemmel çeviri yapabilir. Çünkü insan dili çok basit prensipler üzerine çalışıyor. Formülleri var ve yapay zekâ o formülleri anlıyor. Anladığını başka dillere uygulayabiliyor.
O zaman ileride çevirmenlere iş mi kalmayacak mı?
Bence henüz o noktada değiliz. Doğru… Anında çeviri yapabilecek Google Translate var. Mesela ABD’deki bahçıvanım İspanyolca konuşuyor ve tek kelime İngilizce bilmiyor. Açıyorum Google Translate’i konuşuyorum, sonra İspanyolcaya çevir diyorum ardından sese basıyorum. Bayağı kolaylaştırıcı bir şey bu. Ama bir edebi eseri mesela Shakespeare çevir dersen o dilin nüanslarını, edebi halini yansıtamaz.
Şu anda yapay zekâ çok kısıtlı. İlki, bizi tanımıyor. İkincisi, gerçek dünyada ne olup bittiğini bilmiyor. Sadece yazılardan ibaret... Bütün internette ne bilgisi varsa onları biliyor. Yani seninle benim burada duyduğumuz müziği, benim mutlu olduğumu, yüzümdeki gülümsemeyi, senin derdini bilemiyor. Onun tek bildiği, ben kredi kartımla bir şey ödediğim. Ne yediğimi bilebilir -henüz onu da bilmiyor ya, bir gün bilebilir-. Bütün bu bilgiler bağlanırsa, gittiğim yerleri bilir. Çünkü büyük bir olasılıkla Google Maps’ten her şeyimi takip ediyordur telefonum. Kiminle yazıştığımı biliyordur. O kadar... Yani bana dair bildikleri çok kısıtlı ama insanlığa dair sonsuz şey biliyor. Kısaca genele dair başarılı, özele dair aşırı başarısız.
Cinsiyet uçurumu, yoksul-zengin uçurumu gibi ‘dijital uçurum’ denen bir şeyden söz ediyoruz hala. Afrika’nın bazı köylerinde elektrik bile yok. Güney Anadolu’nun bazı bölgelerinde özellikle hiç internet kullanmayanlar var. Korkunç Hatay depreminde mobil telefon hatları çökmüştü. Evet, yapay zekâ geleceğin teknolojisi ama bunlar yaşanırken tuhaf geliyor.
Doğru... ‘Dijital uçurum’ dünyanın bir gerçeği. Son 20 yıl içinde internet kullanımı yaygınlaştı. Sanırım 8 milyar insanın 5 milyarı cep telefonu kullanıyor yani sekizde beş. Müthiş bir şey bu. Ama dediğin gibi 3 milyar oldukça sorunlu. Dünyada hiçbir şeye erişimi olmayan insanlar var. Yıllarca Afrika ile iş yaptım, biliyorum. Bazı ülkenin yarısında elektrik yoktu. Teknoloji daha da ayrıştırıcı bir şey haline geldi.
Bu sorun nasıl aşılır?
Bir kere ucuzlaması lazım. ChatGPT’nın bendeki versiyonuna ayda 20 dolar veriyorum. Kurumsal versiyonu ayda 200 dolar... Bu versiyona çok daha sofistike sorular sorabiliyorsun. Ve daha hızlı, daha sofistike yanıtlar alabiliyorsun. Kuşkusuz ucuzlayacak. Ama günün sonunda bütün veriler bir merkezde oturuyor. Ve merkezin işlem yapması lazım. Yani bedava bir şey değil. Çok büyük bir maliyeti var. Öte yandan yapay zekâ çok enerji kullanıyor, çok su kullanıyor. ‘Dijital uçurum’ dediğinde önce bu teknolojiyi iyi kullanmak gerek, ikincisi de geliştirmek gerek.
Geliştirmek derken?
Yapay zekâ geliştirme stratejilerini belirlemek gerekiyor. Çünkü günün sonunda yapay zekâ yazılım gibi bir şey değil. Ar-Ge yapıyorsun, algoritmalar geliştiriyorsun. Sonuçta çok büyük bir veri kendi kendine öğreniyor ve çalışıyor. Tabii yöntem ve çerçeve çizmen gerekiyor. Buna, dünyada birçok ülke yatırım yapıyor. Mesela Singapur, Avustralya yapıyor. Çinliler ciddi atladılar, oyuna. Japonlar, Koreliler, Hintliler de öyle. Amerikalılar zaten iki adım önümüzde. Avrupa’da İngiltere ve Fransa’da çok iyi şirketler çıktı. Almanya çok çabalıyor ama parlak bir şey duymadım henüz. İngiltere çok ciddi bilim insanları yetiştiriyor. Benim en büyük korkum, bu algoritmaların günün sonunda üç tane devletin ya da beş tane şirketin elinde kalması… Çünkü acayip pahalı olur ve biz de her kullanım için inanılmaz paralar ödemek zorunda kalırız.
Türkiye’yi yakından takip ettiğini biliyorum. Yapay zekâ dediğinde hangi noktada duruyoruz?
Bana sorarsan daha herkes yolun başında. Yani gerideyiz gibi bir durum söz konusu değil henüz. Hızla harekete geçmemiz gerek. Bu bir odaklanma konusu. Türkiye’deki üniversitelerde -hem devlet, hem özel- yapay zekâ ile ilgili enstitüler açılıyor. Bazı büyük şirketlerimiz konuya çok ciddi eğiliyorlar ve başarı öyküleri çıkartmaya başladılar. Bu çok değerli ama yaygınlaşması gerekli. İkincisi de daha hızlı koşabilmek için ortak bir ekosistem oluşturma üzerine bir strateji geliştirmemiz lazım. Yani üniversiteler, kurumlar ve şirketlerle daha odaklı bir şekilde iş birliği gerekir.
Yani treni kaçırmadık diyorsun?
Kesinlikle öyle. Yeter ki kullanmayı bilelim. Yani ne işe yarayacağına dair kafa yoralım
Peki, sence Türkiye’de eğitim treni yakalamak için yeterli mi?
Geleneksel müfredatımızın yanında grup içi tartışma, düşünme, sorgulama, anlama yeteneğini bir, iki vites ileriye atmak için ek çabalara ihtiyacımız var. Ben öyle görüyorum. Belki okul dışında da olabilir bu. İleride ya da orta vadede eğitim dediğimiz şeyde bilginin ne olduğunun hiçbir önemi olmayacak. Çünkü bilgi zaten burada. Bilgiyi analiz etmek, özümsemek, ilintileri kurmak önemli.
