Düşünmeyi, sormayı, cesareti ve umudu hatırlatan bir kitap: Atatürk’ten Sana: Gençliğe Hitabe’nin İzinde… Her çocuğun kendi sesini bulması, o sesi özgürce ifade etmesi temennisiyle yazar ve eğitmen Yasemin Sungur’un kaleme aldığı bu eser, çocuklar Atatürk’ün sesini yalnızca ezberleyerek değil, düşünerek, hissederek, sorgulayarak duysunlar diye var aslında.
Volkan Akmeşe’nin resmettiği ve Elma Çocuk etiketiyle raflarda yerini alan kitap için Sungur’un kurduğu cümle kitabın amacını da en iyi şekilde özetliyor sanırım: “Atatürk’ün sözleri bu ülkenin hafızasıysa, çocukların sesi de geleceğin umududur.”
Sizi, ‘Atatürk’ten Sana: Gençliğe Hitabe’nin İzinde’yi yazmaya iten şey neydi? Nasıl çıktı bu fikir?
Yönetim, liderlik ve iletişim eğitimlerimde Atatürk’le ilgili bölümler uzun yıllardır vardı. “Atatürk Gibi Düşün” adını verdiğim bir uygulama çalışmamız oluyordu ve her seferinde herkes çok etkileniyordu. Ancak kitap yazmak fikriyle bilinçli bir çalışma yapmaya 2018’de başladım. Büyük bir kaynak çalışması yaptım. Meclis tutanakları dahil, özellikle Atatürk’ün konuşmalarını okudum. ‘Nutuk’tan çok etkileniyorum; defalarca okudum. Yetişkinler için bir kitap yazmaya başladım, ancak her seferinde kararsızlık ve şüpheyle yeniden başladım. İki yıl önce ‘Gençliğe Hitabe’ zihnimde konuşmaya başladı. Son hâline gelene dek defalarca baştan başladım. Dili yakalamak, kendimi ikna etmek, ezberci bir yerden bakmamak, hayatın içine katmak için tekrar tekrar yazdım. Benim için çok sancılı ancak çok yararlı bir dönem oldu. Çünkü Atatürk’ü anlatırken aslında kendimle de yüzleştim.
Böyle bir kitabın yazılması neden önemliydi sizce?
Çünkü Atatürk’ün fikirleri yalnızca tarih kitaplarında kalmamalı, yaşamın içinde yeniden anlam bulmalı. ‘Gençliğe Hitabe’yi çocukların diliyle, bugünün duygusuyla buluşturmak istedim. Çocuklar Atatürk’ün sesini yalnızca ezberleyerek değil, düşünerek, hissederek, sorgulayarak duysunlar istedim. Cumhuriyet’in değerleri ancak bu şekilde yaşar; öğretmekle değil, anlamak ve içselleştirmekle. Bu kitap çocuklara bir ‘ödev’ değil, bir ‘davet’ sunuyor: Düşünmeye, üretmeye, sorumluluk almaya… Atatürk’ün “Ey Türk Gençliği” diye başlayan sözü, aslında hepimize yöneltilmiş bir çağrı. Ben de bu çağrıya, bugünün çocuklarıyla birlikte cevap vermek istedim.
Tabii ki adından da anlaşılacağı gibi Gençliğe Hitabe’yi merkeze alıyor kitap. Yine de okurlarımıza anlatalım. Gençliğe Hitabe’yi nasıl ele aldınız, nasıl işlediniz, nasıl sundunuz?
Her bölümü Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nden bir cümleyle başlıyor. O cümleyi yalnızca açıklamakla kalmadım; anlamının çocuk kalbinde nasıl yankılanabileceğini düşündüm. Her sayfada ‘İç Ses’, ‘İlham Al’, ‘Değer Ver’ ve ‘Atatürk Gibi Düşün’ başlıklarıyla ilerledim. Yani metin, tek yönlü bir anlatım değil; çocukla konuşan, onu düşündüren, onun iç sesine alan açan bir yapı kurdum. Ardından ‘Düşün, Düşle, Çiz, Yaz, Canlandır’ bölümleri geliyor. Çocuklar yalnızca okuyucu değil, aynı zamanda katılımcı oluyor. Gençliğe Hitabe yalnızca geçmişin bir metni değil, bugünün çocuklarının kalbinde yeniden yaşayan bir ses olmalı. Benim için bu kitap, Atatürk’ün sözlerini günümüzün diliyle yeniden kurmak, o sesi hayatın içine taşımaktı.
Kitabınızda öğretici, dikte eden bir dil yok. Aksine rehberlik ediyorsunuz. Bu neden önemliydi sizin için?
Ben hiçbir zaman “öğreten” olmak istemedim. Hep birlikte öğrenmeye, birlikte düşünmeye inandım. Çocuklara yukarıdan değil, yanlarından bakmayı seçtim. Onların içindeki merakı, cesareti, vicdanı büyütmek istedim. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi bir emir değil, bir çağrıdır. Ben de bu çağrının çocukların kalbinde yankılanmasını istedim. Bu nedenle kitapta “şunu yapmalısın” diyen bir ses yok; “sen ne düşünüyorsun?”, “sen ne düşlüyorsun?” diyen bir ses var. Benim için rehberlik, öğretmekten çok; düşünmeye cesaret vermek anlamına geliyor. Atatürk’ün sözlerini de bu anlayışla sundum; bir yol haritası değil, bir iç ışık olarak…
Sizi en çok zorlayan şey neydi kitabı yazarken?
En zor olan, Atatürk’ün cümlelerindeki derinliği koruyarak sadeleştirmekti. Onun düşünce gücünü, çocukların dünyasına dokunabilecek kadar anlaşılır ama yüzeysel olmayan bir dille anlatmak istedim. Bir kelimeyi eksiltmek bile bazen anlamın ruhunu zedeleyebilirdi; o yüzden her satırda uzun uzun düşündüm. Kelimeler kadar sessizlikler de önemliydi. Atatürk’ün sesini taşırken kendi sesimi geri çekmek, o dengeyi bulmak kolay olmadı. Bir diğer zorluk, ezberle anlam arasındaki o ince çizgiydi. Çocukların ezberlemesini değil, hissetmesini istedim.
Kitaptaki “düşün, düşle, çiz, yaz, canlandır” bölümlerinden söz ettiniz. Buradaki temel amaç ne peki?
Çocukların yalnızca okuyucu değil, katılımcı olmalarını istedim. Atatürk’ün sesini sadece duymak değil, o sesi kendi sesine dönüştürmek… Bu kitabın asıl amacı bu. Bu etkinliklerle çocuk, sadece tarihi öğrenmiyor; düşünmeyi, ifade etmeyi ve üretmeyi öğreniyor.
Bu kitabı okuyan çocuklar ne düşünsün ne hissetsin istersiniz? Ne duymak istersiniz mesela onlardan?
En çok şunu duymak isterim: “Atatürk bana da sesleniyor.” Bir çocuğun bu cümleyi içtenlikle söylemesi, kitabın amacına ulaştığı anlamına gelir. Çünkü Atatürk’ün hitabesi yalnızca bir metin değil, bir güven duygusudur. O güven, “Sen yaparsın” diyen bir bakış gibidir. Bir çocuğun “Benim de sözüm var” demesi, bu kitabın en büyük ödülüdür. Atatürk’ün sesini duyan her çocuk artık yalnız değildir; o sesi kendi sesiyle çoğaltır.
Peki, Cumhuriyet’in 102. yaşını kutlamaya hazırlanırken Atatürk’ün sesini çocuklara ulaştırmak size ne hissettirdi?
Derin bir minnettarlık, güçlü bir umut ve tarifsiz bir sorumluluk hissettim. Atatürk’ün sesini bugünün çocuklarına ulaştırmak aslında geçmişle geleceği birbirine bağlamak gibi. O sesi kalplere taşımak, bir emaneti devralmak anlamına geliyor. Cumhuriyet’in 102. yılına böyle bir kitapla katkı sunmak benim için onur verici. Çünkü bu yalnızca bir anma değil, bir hatırlama ve yeniden yaşatma eylemi.
Yazarak anlattığınız bu bilgiler çocuklarla sohbetlere de dönüşür mü? Planlıyor musunuz bu tür etkinlikler?
Evet, kesinlikle. Bu kitap zaten “birlikte konuşulsun” diye yazıldı. Her bölüm bir sohbet daveti gibi. Öğretmenlerin, anne babaların ve çocukların aynı metin üzerinde konuşmasını, düşünmesini, birlikte üretmesini istiyorum. Bu amaçla kitabın sonuna QR kodla erişilebilen 8 sayfalık bir yetişkin bölümü ekledim. Orada öğretmenler ve anne babalar için “kitapta konuşacağımız değerler” var: Adalet, vicdan, cesaret, özgürlük, dayanışma, umut… Ben de “Söz Yere Düşmesin” ve “Atatürk Gibi Düşün” başlıklarıyla bu buluşmaları başlatmak istiyorum. Çünkü Atatürk’ün sesini yaşatmanın en güzel yolu, o sesi birlikte duymak.
