Sanat-kültür yazıyorum dediğimde çoğu kez “sanatı okuyoruz ama kültür bunun neresinde” sorularına muhatap oluyorum.
Satır aralarına kültürü de sızdırdığımı sandığım için soruya şaşırdığım da oluyor. Geçenlerde İzmir Valiliği’nin davetiyle katılma fırsatını bulduğum ‘Efeler Yolu’ nedeniyle ‘kültür yazısı’ talep eden okurları sevindireceğim.
İzmir’in Buca, Ödemiş, Çeşme ilçeleri yangının pençesine düşmeden sadece birkaç gün önce bir bölümünü gezdiğim ‘Efeler Yolu’ halen tutuklu olan İzmir eski Belediye Başkanı Tunç Soyer’in bir projesi olarak ortaya çıkıyor. Amaç turizm yoluyla yerel kalkınmaya katkı sağlamak… Çeşitli nedenlerden ötürü İzmir Valiliği’nin sahiplendiği proje Ege Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi’nden Prof. Dr. Özgür Özkaya tarafından tasarlanmış.
513 kilometrelik 28 etaplı ‘Efeler Yolu’ İzmir’in Bornova ilçesinden başlıyor, Nif Dağı ve Bozdağ sıradağlarını geçerek, Kiraz’ın yaylalarına ulaşıyor. Aydın sıradağları üzerinden Efes-Selçuk’taki Meryem Ana’da son buluyor. Özellikle Efe/Zeybek temasını işleyen ‘Efeler Yolu’ bakir yaylalar ve dağ geçitlerini kullanarak kültürel miraslarını, gastronomi geleneklerini günümüze taşıyan önemli köyleri de kapsıyor. ‘Efeler Yolu’ bu yıl Avrupa Konseyi Kültür Rotaları’nın Yaylacılık Patikaları ağına dahil edilmiş.
Gezimize alevlerden nasibini almış olan Ödemiş’e yarım saatlik mesafede, Bozdağları eteğinde, dağcı, fotoğrafçı ve doğa severlerin iyi bildiği -benim adını ilk kez duyduğum- Lübbey köyünden başlıyoruz. Denizden 500 metre yükseklikteki Lübbey, muhteşem bir doğanın içerisinde kayrak taşı ve ahşap karışımıyla inşa edilmiş, kırmızı kiremitli iki katlı evleriyle, daracık sokaklarıyla o kadar büyülü bir yer ki.
Lübbey’den Kültür Bakanlığına çağrı
Ödemiş’e yarım saatlik mesafede, Bozdağları’nın eteğinde, tarihi Lidyalılara dayandığı söylenen köy ne yazık ki ‘Hayalet Köy’ olarak biliniyor. Zira 1960’lı, 70’li yıllara köy halkı elektriğin çekilmemesi ve yaşamın giderek zorlaşması nedeniyle kalıcı olarak Çamyayla’ya ya da Ödemiş’e göç ediyor. Koruma altındaki Lübbey’de şimdi gelen gruplara hizmet için Çamyayla’dan köye tekrar dönen iki aile var. Kahvaltı yeri, çayhane, bir de küçük bir butik otel açılmış.
Lidya’nın başkenti Sardes’te hüküm sürmüş bir kralın oğlu Lüb’den adını aldığı rivayet edilen köyde artık yıkılmaya yüz tutmuş, renkli kalem işlerine sahip sevimli camiyi gezdiren köylü, Kültür Bakanlığı’nın söz verildiği gibi köye sahip çıkmasını talep ediyor. Avrupa Konseyi’nden ödüllü, Doğan Tekeli, Sami Sisa, Metin Hepgüler gibi değerli mimarların imzasını taşıyan Modern Mimarlık tarihimizin önemli yapısı Antalya Arkeoloji Müzesi’nin yıkımına karar veren ve yeni müze için 2.5 milyarlık projeyi devreye alan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy umarım Lübbey’e kulak verir.
Efeler Yolu’nun ikinci durağı Ödemiş’in Arkeoloji ve Etnografya Müzesi… Müze Müdürü Feride Kat’ın bizzat gezdirdiği müze, bereketli Menderes Ovası’nın barındırdığı medeniyetlerden nadide örneklere ev sahipliği yapıyor. Ödemiş’in coğrafi işaretli ‘Töngül Pidesi’ müze müdürünün ikramları arasında.
Daha sonra uğradığımız Ödemiş Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi barındırdığı 6 binden fazla taşınır kültür varlığıyla hayli zengin. 1926 yılında neo-klasik tarzda tasarlanan ve Yıldız Oteli adıyla hizmete açılan bina 2000’li yılların orasında restore ediliyor ve 14 odasına ilaveten komşu Keçecizade Konağının alt katıyla müzeye dönüştürülüyor.
Tartışmalı ‘Varlık Vergisi’nin mücidi eski başbakanlardan Ödemişli Şükrü Saraçoğlu’nun özel odası, kaybolmaya yüz tutmuş meslekleri canlandıran bölümleriyle, Ödemişli varlıklı ailelerin hibe ettiği objelerle, Efe Kültürü’nün ayrıntılı belge ve fotoğraflarıyla uzun bir süre ayırabileceğiniz bir müze Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi…
Dünyanın en güzel köyleri arasında
Üçüncü durağımız 12. yüzyıldan beri her yüzyıla ve farklı medeniyetlere ait eserlerin olduğu, BM Dünya Turizm Örgütü’nün ‘2022 Dünyanın En Güzel Köyleri’ Listesi’nde yer alan Ödemiş’in Birgi Köyü. Anıt ağaçları, Bizans dönemi sur kalıntıları, konakları, camileri, mahalle fırınları, çeşmeleri ve ustaca elden geçirilmiş taş evleriyle gerçekten rüya gibi bir köy Birgi.
Seyahatimizin organizatörlerinden TÜRYİD Yönetim Kurulu Üyesi, İstanbul Ticaret Odası 17. Restoran, Yiyecek ve İçecek Komitesi Başkanı, işletmecilik dahil 10 parmağında 10 marifet Ebru Köktürk Koralı’nın Birgi’deki sürprizi bizi köy meydanında karşılıyor. Meydanda kurulan iki tezgahın birinde yöreye mahsus ‘oğlak güveç’ diğerinde ise dikdörtgen kalıplarla pişen ‘Kahrat’ diye anılan nohut mayalı ekmek var. Taze fırından çıkmış. Köy Meydanı’ndaki gastronomi şöleninden sonra dokuma tezgahlarına da uğradığımız Birgi iyi ki sit alanı ilanı edilmiş.
Günün son durağı ise Birgi’nin en değerli kültürel miraslarından biri olan, 1761 yılında yörenin varlıklı tüccarı Çakıroğlu Mehmet Bey tarafından yaptırılmış Çakırağa Konağı. Özenli bir restorasyon geçirdiği anlaşılan, niş ve yüklükleriyle Osmanlı sivil mimarisinin güzel örneği olan üç katlı konağın ahşap ve kalem işi bezemeleri, kapılardaki ve tavanlardaki geometrik şekilleriyle özellikle zevkli renkleriyle dikkat çekici.
İzmir Valisi Dr. Süleyman Elban’ın ev sahipliğinde, Çakırağa Konağı’nın avlusunda verilen daveti hazırlayan ise İzmirli ünlü şef Osman Sezener. Od Urla’dan sonra, Bodrum’da Kitchen’ı açan Michelin yıldızlı Şef Osman Sezener menüsünde yerel ürünler kullanmayı özellikle ön planda tutuyor. Nitekim Çakırağa Konağı’nın avlusundaki davetin menüsünde Tire’nin ünlü ‘çamur peynirine’, Ödemiş’in kuşkonmazı ve sakız enginarına, Bozdağ’ın patatesine yer vermiş. Davet tabii ki Efelerin gösterisiyle sona eriyor.
Tire pazarında 650 yıllık ahilik geleneği
‘Efeler Yolu’nun son durağı Hitit, Lidya, Pers, Yunan, Roma gibi sayısız medeniyete ev sahipliği yapan Tire. Şiş köftesi, tak tak kebabı, çamur peyniri, keşkek, sübye şerbeti gibi lezzetleri olan Tire’de kahvaltıda elbet ‘tak tak kebabı’nın tadına baktık. Gazianteplilerin kahvaltıda ciğer yedikleri gibi, Tireliler de kahvaltıda Tak Tak kebabına düşkün. Bu kebap kuyuda odun ateşinde pişen kuzu tandır. Tire’nin çarşısında Ali Usta’nın küçücük dükkanı sabahın erken saatlerinde Tak Tak kebabı ve suyuyla yapılan pirinç çorbası içmek için gelenlerle ağzına kadar dolu. Sabah sabah tandır yendiğini ilk kez Tire’de gördüm. Tak Tak adı tezgahın üzerinde kuyudan çıkmış tandırın kesilirken çıkan ses nedeniyle verilmiş.
Bu arada sabah kahvaltısından önce Türkiye’nin en büyük ve en eski açık hava pazarı olan Tire Pazarı’nın ilginç açılışına tanık olduk. Pazar 650 yıllık bir ahilik geleneği olan hoparlörlerden gelen “şükür, bereket ve helal kazanç” duasıyla açılıyor. Vaizin “Aldatmak ve aldatmaktan bizi koru Rabbim” diyen sesi hoparlörlerden yayılmaya başlayınca esnaf, pazarcılar ve pazarı gezmeye gelenler duaya başlıyor.
Tire Pazarı’nın en büyük özelliklerinden biri çoğu pazarcıların kadın olması. Bahçelerinde yetişen sebze, meyveleri satmak için pazara gelen kadınların çokluğu şaşırtıcı. Simit tezgahında bile kadın var. Pazar gezmesinden sonra İstanbul’da ürünlerini severek aldığım Tire Süt Kooperatifine uğruyoruz. 1967 yılında 11 üretici tarafından kurulan kooperatif gerçek bir başarı hikayesi.
Son durak Kaplan köyündeki Şef Lütfi Çakır ve oğlu Deniz Çakır’ın ünlü Kaplan Lokantası…
