Fransız Devrimi’nin eşiğindeki 18. yüzyıl Paris’inde, ‘Tehlikeli İlişkiler’ yalnızca yasak arzuların değil, bilgi ve itibar savaşlarının da romanıydı. Mektuplar dönemin sosyal medyasıydı; yazıldığı anda artık sahibinin değil, toplumun malı hâline gelirdi. Merteuil ve Valmont gibi karakterler bu mektupları entrika aracına dönüştürerek aristokrasinin gücünü dedikodu ve manipülasyonla sürdürüyordu. Her kelimenin bir bedeli vardı; o bedel çoğu zaman itibar ya da kalp kırıklığıydı.
İşte bu hikâye, HBO Max Fransa’nın orijinal yapımı olarak altı bölümlük bir diziyle yeniden hayat buluyor. Görkemli bir dönem atmosferiyle gelen ‘Seduction’, 18. yüzyılın salonlarından bugüne uzanan bir yankı gibi; kimliğin, arzunun ve gücün şekil değiştirdiği ama asla yok olmadığı bir hikâye. Bu başrol oyuncuları Vincent Lacoste ve Lucas Bravo ile bir araya geldik; ikisi de bu yeni dünyada erkek olmanın, arzunun ve kontrolün sınırlarını Hafta Gazetesi’ne anlattı.
Les Liaisons Dangereuses klasik bir hikâye değil; baştan çıkarma, güç, manipülasyon ve özgürlüğün bir aynası gibi. Bu güç ve haz dünyasına adım atarken sizi en çok heyecanlandıran şey neydi? Sizce bu temalar neden hâlâ bu kadar güncel hissettiriyor?
Lucas Bravo: Bence arzu her dönemde merkezdeydi. Aşk, korku, arzu... Bunlar hep insanlığın yönünü belirledi. Burada bir kadının arzuyu bir araç olarak kullanarak amacına ulaşmasını izliyoruz, hem de o dönemin ağır ataerkil yapısı içinde kendi adaletini yeniden kurarak. Bu yüzden hikâye çok güncel. Çünkü hâlâ eşitsizliklerle uğraşıyoruz, hâlâ hikâyeyi dengelemeye çalışıyoruz. Eserin bu kadar güçlü olmasının sebebi de bu: Her on yılda bir yeniden yorumlanabiliyor. Bu versiyonda Valmont’u romantize etme, Merteuil’e empatiyle bakma şansımız oldu. Onların nasıl o oyuna dâhil olduklarını, neden o hâle geldiklerini görmek istedik. Dizi bize filmlerde söylenmeden kalan o küçük anların içine girme fırsatı veriyor.
Vincent, karakterin Valmont manipülatif, ama aynı zamanda kendi imajının esiri olmuş durumda. Baştan çıkarmayı bir tür hayatta kalma biçimine dönüştürmüş bu karaktere yaklaşımını nasıl kurdun?
Vincent Lacoste: Valmont dönemin en büyük libertin adamı, ama en büyük libertin için olabilecek en kötü şey nedir? Aşık olmak. Bu hikâyede beni en çok çeken şey buydu. Normalde gücünü insanları manipüle etmek için kullanıyor ama burada daha karmaşık bir portre var. Çünkü tüm sezonda Tourvel’i baştan çıkarmaya çalışıyor ama sonunda gerçekten âşık mı yoksa oyunun bir parçası mı, emin olamıyorsun. Ben karakteri bu ikili belirsizlik üzerine kurdum. Hem içten hem de stratejik olabilir; zaten bu ikilik onu ilginç kılıyor. Roman zaten bu açıdan müthiş bir kaynak; her dönemde yeniden yorumlanabiliyor, her seferinde başka bir anlam kazanıyor.
Daha az romantik olun!
Lucas, Gercourt romanın orijinalinde sadece arka planda kalan bir karakterdi, ama bu dizide gerçek bir güce dönüşüyor. Onu nasıl tanımlarsınız? Kötü mü, yaralı mı?
Lucas Bravo: “Yaralı bir adam” demek daha doğru olur. Çünkü kötü adam diye yaklaşamazsın, öyle yaparsan sadece taklit edersin. Onu anlaman gerekir. Ben Gercourt’u sevgiden yoksun büyümüş, varlık içinde ama duygusal olarak terk edilmiş bir çocuk gibi düşündüm. Böyle biri büyüdüğünde sürekli görünür olmaya, beğenilmeye, onaylanmaya çalışır. Bu da kendini eleştiren, yargılayan bir yetişkine dönüştürür. Yani Gercourt’un kibri aslında bir savunma. Gücü elinde tutmak istiyor çünkü kaybetmekten korkuyor. O yüzden bence o da “yaralı”, ama hikâye onu haklı çıkarmaz; sadece nereden geldiğini anlamamıza izin verir.
Dizi, baştan çıkarmayı hem bir sanat hem de bir savaş biçimi olarak gösteriyor. Siz hangisini keşfetmekten daha çok keyif aldınız?
Vincent Lacoste: Sanatı sanırım. Çünkü burada baştan çıkarma sadece bedensel değil; stratejik, duygusal, hatta politik.
Lucas Bravo: Benim için savaş kısmıydı. Çünkü iktidar oyunları aslında insanın sevgiye duyduğu açlıkla başlıyor. Savaş ve baştan çıkarma arasında çok ince bir çizgi var.
Ekranı iki güçlü kadınla paylaşıyorsunuz: Diane Kruger ve Anamaria Vartolomei. Onlarla çalışmak nasıldı, enerjileri sizin performansınızı nasıl etkiledi?
Lucas Bravo: İkisi de olağanüstü. Diane’le çalışmak müthişti çünkü diyaloglar çok karmaşık ve dil açısından da zorlayıcıydı. Biz Fransızlar için bile zorlanırken onun Almanca ana diliyle bu kadar doğal oynaması inanılmazdı. Çok dikkatli, çok netti.
Vincent Lacoste: Anamaria ise bambaşka; çok enerjik, çok içgüdüsel. Bir bakıma karakteri Merteuil’e benziyor: Ne istediğini bilen, hedefinden sapmayan bir kadın. Onunla sahne paylaşmak gerçekten keyifliydi.
Son olarak, genç kadın ve erkeklere aşk, güven ve belki biraz da tehlike hakkında ne tavsiye verirsiniz?
Vincent Lacoste: Daha az romantik olun.
Lucas Bravo: Kendinizden başka biri olmaya çalışmayın. Karşınızdakini değiştirmeye de kalkmayın. Koşulsuz sevgi… O zaten en büyük oyun.
Jessica Palud’un yönettiği Seduction, geleceğin Markizi Merteuil’in “suç ortağı” olacak Valmont ile tanışmasını ve Diane Kruger’ın canlandırdığı Valmont’un halası Madame de Rosemonde aracılığıyla liberten dünyanın kurallarına adım atışını anlatıyor.