Homeland, Turkish Detective, WIR ve daha pek çok yapım. Tüm bu serüvende biraz başa sarıp oyunculuk hikayenizin nasıl başladığını sormak isterim. Her şey nasıl başladı?
Çok küçük yaşlarda Yavuz Turgul’un ‘’Eşkıya’’ filmini izlemiştim ve resmen büyülenmiştim. Ama o zamanlar "Ben oyuncu olacağım!" diye bir aydınlanma yaşamadım tabii. O yaşlarda öyle net kararlar vermiyorsunuz ama bazı şeyler bilinçaltınıza işliyor. Yıllar içinde izlediğim filmler, karşılaştığım hikâyeler ve içimde o ismini koyamadığım heyecan beni oyunculuğa itti.
Ama asıl kırılma noktam Türkiye’de bir yol bulamayınca "Tamam, o zaman bu yolu ben çizerim!" dedim ve bir gün ansızın Almanya'ya gitmeye karar verdim. O güne kadar hayatımda ne kamera önüne geçmişliğim ne de sahneye çıkmışlığım vardı. Yani düpedüz bir delilikti benimkisi! Üstelik ailem dahil kimse oyunculuk yapmak istediğimi bilmiyordu ama içimde "Bu benim yolum" diyen bir ses hep vardı. Ben de onu takip ettim.
Özellikle yurt dışı deneyimi olan oyuncular Türkiye’ye döndükten sonra sektör şartlarında değişimler gözlemleyebiliyor. Siz ne söylemek istersiniz bu konuda?
Türkiye sineması ile televizyonu hızlı bir şekilde gelişip değişiyor. Türkiye, dünyanın en önemli dizi üreticilerinden biri olup inanılmaz yetenekli oyunculara ve ekiplere sahip. En büyük fark ise burada işlerin çok daha hızlı ilerlemesi. Bazen bildiğim halde bazı olaylara yine yeniden şaşırıyorum. Burada bir projeye başlayıp bir ay içinde ekrana görebiliyorken, Avrupa’da veya Amerika’da bu süreç bazen yıllar sürebiliyor. İki farklı dünyayı da deneyimleyebildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum.
Es brennt filmiyle yönetmenlik koltuğuna oturdunuz ve film birçok festivalde yer almayı başardı. Bu başarı size kamera arkası için ilham kaynağı oldu mu?
Kesinlikle! Üstelik müthiş bir deneyim. Yönetmenlik, hikâyeye çok daha bütüncül bir gözle bakmayı sağlıyor hatta bunu zorunlu kılıyor. Oyuncu olarak bir karaktere ve onun etrafında gelişen olaylara odaklanırken, yönetmen olarak bütün dünyayı kurup ona hakim olmak zorundasınız. Tüm detaylarıyla! Bu hem büyüleyici bir deneyim hem de büyük bir sorumluluk.
Yönetmenlik, bana oyuncu olarak yönetmeni, yönetmen olarak da oyuncuları daha iyi anlama fırsatı sundu. Setin iki tarafında da yer aldıkça, bir sahnenin nasıl daha verimli çekilebileceğini, oyuncuya nasıl daha doğru bir alan açılacağını daha iyi kavradığımı düşünüyorum.
Es Brennt, benim için bir ilk film olmasına rağmen seyirciden ve eleştirmenlerden aldığı olumlu geri dönüşler bana şunu gösterdi: “Demek ki anlatabiliyormuşum ve anlatmaya devam edebilirim.” Bu yüzden evet, bu yolda ilerleyebilmek için çalışmaya devam edeceğim.

Kamera arkası ve önünde farklılıklar var mı?
Dağlar kadar! Oyuncu olarak bir sahneye girersiniz oynarsınız ve setten çıkarsınız. Kamera önü oyuncuya büyülü bir alan sunar. O anı kullanır, karakterinize ve hikâyenize odaklanırsınız ve o an bittikten sonra işiniz de biter. Ama kamera arkasında ise tam anlamıyla bir organizasyon, ekip yönetimi ve sanatsal kararlarla dolu pozitif bir kaos var.
Başarınızın kaynağı nedir size göre peki?
Bugüne kadar geldiğim nokta için şunu söyleyebilirim: Durmadan çalıştım, koşturdum ve inişlerde pes etmemek için elimden geleni yaptım. Bence eğer inanıyorsan, tutkun da varsa ve yapmak istediğin şey için disiplinli bir şekilde çalışıyorsan, eninde sonunda oluyor. Pes etmemek gerekiyor yani ve buna başarı deniliyorsa, benim formülüm de bu.
Halihazırda Türk dizilerinde de rol alırken aynı zamanda Berlin’deki ikinci filminize hazırlanıyorsunuz. Bize filmle ilgili biraz ipucu verebilir misiniz?
Evet şu anda ikinci filmim üzerinde çalışıyorum ve şunu söyleyebilirim, “Es brennt”ten tamamen farklı bir atmosferi olacak. Kendimce yeni bir şey denemek istiyorum. Şimdilik sadece şunu söyleyebilirim: Gerçek ile kurmacanın iç içe geçtiği, seyirciye hangisi gerçek, hangisi kurgu sorusunu sordurtmaya çalışacağım bir film olacak.