Biraz geçmişe dönersek, davul ritimleriyle ilk nasıl buluştunuz?
Ruhumda çalan davullar hep vardı ancak onları keşfetmek biraz vakit aldı diyebilirim. Davulla ilk tanışmam lisedeydi ama ona ruhumu üniversite yıllarında kaptırdım. O gün bugündür de benim serüvenimin en güzel parçası…
Önceleri piyano çalıyormuşsunuz, peki davul hayatınızda nasıl ön plana çıktı? Kısacası, neden davul?
Piyanoyla kendimi belli bir yere kadar ifade edebildiğimi fark ettim, bir şeyler eksik gibiydi. Sanki bir şeyleri keşfedememiştim tam. Ama davul bana tam olarak nihai hayat amacımı gösterdi. Onunla çalışmayı, pratik yapmayı, üretmeyi, sahnede olmayı çok seviyordum. Zorlukları olsa dahi onun her haline aşık oldum. Ben kimim, neden varım, bu hayatı nasıl daha iyi bir versiyonuma ulaşarak değerlendirebilirim… Bana bunları öğretti. O yüzden kendimi onunla tamamlanmış hissedip hayatımı ona adadım.
Müziğinizde yabancı ritimlerle geleneksel ezgileri bütünleştiriyorsunuz. Bu bilinçli bir tercih mi?
Ben Belçika’da doğup büyüdüm. Türkiye’ye geldiğimde buranın geleneksel ezgileri ve kültürü beni büyüledi. Özellikle 9/8 ve oryantal etnik tınılara aşığım. Bu yüzden her iki bakış açısını da kapsayan daha deneysel eserler üretmeyi çok seviyorum. Bu bilinçli ya da bir proje gibi diyemem, ruhum her iki kültürü de kapsıyor ve istemsiz bir şekilde sentezliyor. Bu da sanırım ortaya daha benzersiz şeyler çıkmasını sağlıyor.
Hayat karmaşasında kadın olmanın zorluklarını elbette hepimiz yaşıyoruz. Kadın bir davulcu için toplumda oluşmuş daha farklı görünmez önyargılar var mı peki? Neler söylemek istersiniz bu konuda?
Davul çalan bir kadın olmaktan ziyade sadece ‘kadın’ olmak dahi yeterince zor. Elbette avantajları da var dezavantajları da bu mesleği seçmemin. Kadın olarak çok fazla rastlanan bir meslek tercihi olmadığından ve toplum bu konuda başarılara alışkın olmadığından daha fazla eleştirilere maruz kalıyoruz. En başından itibaren toplum size kendinizi bu işi yapabildiğinize dair kanıtlamanızı istiyor. Oysa bir erkek müzisyen olduğunda bu normal bir şey ve doğrudan kabul görüyor, tam olarak eşitsizlik burada. Ben elimden geldiğince projem ‘Hit Like a Girl Türkiye’ ile beş yıldır, benim gibi hayallerinin peşinden koşan kadın davulculara ulaşıp, daha fazla kadına ilham ve cesaret olabilmemiz adına elimden geleni yapıyorum. Sayımız 500’ü geçti. Bu düzeni hep beraber değiştireceğiz, inanıyorum.
Sizce müzik endüstrisi enstrüman çalan kadınlara yeterince alan tanıyor mu?
Bu soruya 20-30 yıl önce olsa hayır derdim ama şu an bence bu konularda bilinç daha fazla güçlendi ve gelişiyor. Evet, hala yeterli değil, ama umutluyum.
Tüm bu olumsuz kalıpları kadınlar yaptığı başarılı işlerle yıkar. Siz de öyle yaptınız. Amerika’daki başarınız uzun bir süre daha konuşulacak gibi. Bize Nashville Music City Drum Show serüveninden bahseder misiniz?
Tek kelimeyle olağanüstü bir deneyimdi benim için! Büyük ihtimal hayatım boyunca oradaki her saniyeyi yüzümde kocaman bir tebessümle hatırlayacağım. İdollerim olan Slipknot, Korn gibi grupların davulcularıyla aynı sahneyi paylaştım. 9/8 Türk ezgilerini anlattım ve tüm dünyaya duyurdum. İnanılmaz heyecan verici bir maceraydı! Aldığım güzel tepkilere ne kadar mutlu oldum anlatamam. Güzel ülkemin güzel tarihsel ve kültürel mirasını dünyanın öbür ucuna Amerika’ya taşıyabildiğim için çok mutluyum. Dönerken havaalanında bile bana insanlar ‘düm tek tek’ diye bağırıyordu!
Orada ‘Hababam Sınıfı’ ve ‘Bizim Aile’ gibi unutulmaz bestelerini sahnede yeniden yorumladınız. Neden özellikle bu besteler?
Çünkü Türkiye’nin kendine özgü biricik kültürüyle örülmüş ezgileri ancak değerli bestecimiz Melih Kibar’ın eserlerinde bulabilirdim. Çok zengin sentezler ve besteler, göründüğünden çok daha komplike bir altyapıya sahipler. Çocukken televizyonda izlediğim filmlerin müziklerini orada çalmak daha da heyecan verici bir duyguydu.
Slipknot ve Korn gibi gruplarla aynı sahneyi paylaşmak nasıl bir histi sizin için?
Sahneden indiğimde bu insanların beni izlediğini söylemesi ve onlardan tebrik almak dünyadaki tüm mutluluklara bedel. Ama dürüst olmak gerekirse önceki hazırlık sürecinde beni ciddi panikleten ve heyecanlandıran bir durum oldu. Omzumda çok büyük bir sorumluluk hissettim. Her şey bittiğinde tüy gibi hafif ve özgürdüm. Kendime ve yapacaklarıma inancım bir adım daha artmıştı.
Bu tanışıklığın ardından belki özel iş birlikleri gelir Slipknot ve Korn ile birlikte, ne dersiniz?
Keşke… Umarım böyle güzel kapılar da açılır bir gün.
Yeni enstrümantal teklinize değinmeden de geçemeyeceğim. ‘Afterlife’ mitolojik bir pencere aralıyor diyebilir miyiz?
Evet, ‘Afterlife’ benim serüvenime tatlı mitolojik dokunuşlar yapıp kenara çekildi ve daha iyilerini yapmamı bekliyor. İyi ki oldu, iyi ki ruhumdan çıktı. Mısır ezgileri, oryantal tınılar ve dubstep tarzlarını birleştirirken yol arkadaşım Mert Ertunç vizyonuyla bana çok şey kattı. Müziği her dinleyişimde, hayalimde masmavi bir Medusa canlandı ve klipte hayallerimi resmettim, umarım sizler de beğenmişsinizdir.
Peki, son olarak önümüzdeki günler için yeni projeleriniz var mı?
Hem şarkı hem festival çok yorucu bir süreç oldu. Sanırım son iki ay bir gün dahi tatil yapamadan çalıştım, kesinlikle değdi ama biraz dinlenmek istiyorum. Sonrasında yeni şarkılarımı sizlerle paylaşmak için resmen can atıyorum.
