Basit Terapi-Düşe Kalka Yaşamayı Öğrenmek… Yazarı Klinik Psikolog Büşra Naz Fırat’ın deyimiyle, bu kitap, terapiye adım atmak isteyen ama nereden başlayacağını bilemeyen herkes için derin bir ilk adım. Şifanın, sağalmanın, fark etmekle başladığını düşünen Fırat, Timaş Yayınları’ndan çıkan kitabı ile okuru, suçlama, yetersizlik ve kurban psikolojisinden çıkıp sorumluluk almaya, kendi pusulasını bulmaya davet ediyor.
Bu kitap hangi yaralara parmak basıyor? Hangi yaralara şifa olmayı amaçlıyor?
Kitabımı yazarken; çocukluk travmalarından yetişkinlikte tekrar eden ilişki döngülerine, kaygıdan mükemmeliyetçiliğe uzanan birçok içsel yaraya ışık tutmayı amaçladım. Okuru bastırdığımız duyguları fark etmeye, iç sesimizin kökenini tanımaya ve duygusal yüklerimizi anlamaya çağırmak istedim. Şifanın, sağalmanın, fark etmekle başladığını düşünüyorum. Kitap suçlama, yetersizlik ve kurban psikolojisinden çıkıp sorumluluk almaya, kendi pusulamızı bulmaya alan açıyor. İlişkilerdeki yaralanmaları, kaygının sessiz çığlığını ve duygularımızla kurduğumuz ilişkiyi görünür kılmayı amaçladım. Bu kitap; terapiye adım atmak isteyen ama nereden başlayacağını bilemeyen herkes için basit ama derin bir ilk adım. Yazılma sebebi ise her insanın kendi ruhu için de bir kılavuza ihtiyacı olduğunu fark etmem...
Kitap yedi bölümden oluşuyor. Peki, adım adım ilerlersek, kronolojik süreçte okuru nasıl bir yolculuk bekliyor?
Kitap, okuru önce kendi yaralarını tanımaya davet ediyor. İlk bölümde duygusal farkındalık geliştiriliyor; suçlama döngüsünden çıkıp sorumluluk almakla başlıyor her şey. Ardından, ikinci bölümde kaygılarla yüzleşiyoruz ve öğrenilmiş çaresizliği sorguluyoruz. Üçüncü bölüm, iç sesimizi tanımamıza yardımcı olurken kendi pusulamızı oluşturma süreciyle devam ediyor. Dördüncü bölümde ise kaygıyı yeniden tanıyıp onunla ilişkimizi dönüştürmeyi öğreniyoruz. Beşinci bölüm, özgüven temelli meseleleri, karşılaştırma tuzaklarını ve mükemmeliyetçiliği sorguluyor. Altıncı bölüm, ilişkilerdeki yaralanmaları, toksik kalıpları ve sağlıklı ilişki dinamiklerini ele alıyor. Son bölümde ise yaşama sanatına geçiliyor; kriz anlarında kendini toparlama, eğlenmeyi hatırlama, hayatta kalmanın ötesine geçme becerisi kazandırılıyor. Kitap, içsel bir uyanışı hedefleyen bütüncül bir yolculuk sunuyor.
Peki, kitabın hazırlık sürecinde sizi en çok zorlayan şey neydi?
En çok zorlayan şey, kendi duygularım ve doğru bilgiyi harmanlayabilmekti. Yazarken sadece bilgi aktarmadım; yıllarca kendi üzerimde çalıştığım konulara, çuvalladığım ilişkilere, kendi üstüme gelişlerime, kayıplarıma da değindim. Bazı bölümler, yazmaktan çok yaşamak gibiydi. Terapist kimliğimle mesafeli kalmak ile insan yanımla samimi olmak arasında denge kurmak kolay olmadı. Bu konuda hâlâ zorlanıyorum. Kitap bir deneyim demeti diyebilirim. Bu zorluklar, aynı zamanda kitabın ruhunu da oluşturdu. En çok zorlandığım anlar, en gerçek satırların ortaya çıkmasını sağladı bence. Bu yüzden hem öğretici hem de dönüştürücü bir süreçti benim için.
Kitapta bir iyi oluş reçetesi var. ‘İyi olma’ halinin herkes için genel geçer bir reçetesi var mıdır? Ya da iyi olmaktan kasıt tam olarak nedir?
İyi oluşun tek bir formülü yok çünkü herkesin geçmişi, kırılganlığı ve ihtiyaçları farklı. Bazı noktalar çerçevesinde kendi reçetemizi oluşturmanın mümkün olduğunu düşünüyorum. Bazı evrensel ilkeler var: Kendini tanımak, duygularını bastırmadan yaşayabilmek, sınır koyabilmek, ilişkilerde dengede kalabilmek ve anlam duygusu oluşturmak gibi. Kitaptaki “iyi oluş reçetesi” bu temel taşları hatırlatıyor. İyi olmak, sürekli mutlu ya da pozitif hissetmek değil; duygusal iniş çıkışlarla baş edebilme becerisi geliştirmek... Acıya da, neşeye de yer açmak. Gerçek iyi oluş, güçlü görünmek değil; incinebilirliğe alan tanıyabilmek... Kendi değerini başkalarının onayına göre değil, içsel pusulaya göre belirleyebilmek... Yani iyi oluş; kontrol etmek değil, akışta kalmayı öğrenmekle ilgili. Reçete kişiye özel ama yön hep içe, ‘kendiliğe’ doğru akıyor.
Peki, insanlar mutluluk peşinde koşarken yanlış mı yapıyor? Aslında hedef başka mı olmalı? Mesela dengede olmaktan söz ettiniz az önce…
Mutluluğu tek hedef yapmak, doğal ve geçici duyguları kalıcı kılmaya çalışmak gibi. Bu da insanı yetersizlik hissine sürükleyebilir. Oysa hayat inişli çıkışlı ve her duygunun bir yeri var. Sürekli mutlu olmayı beklemek, üzüntüyü ya da kaygıyı “başarısızlık” saymak anlamına gelebilir. Bu da kişiyi düzenli bir strese maruz bırakmaya yol açar. Kitapta vurguladığım “denge” hali, duygular arasında salınımda sağlam durabilmek... Ne acıya saplanıp kalmak ne de sadece iyi hissetmeye çalışmak. O yüzden asıl hedef mutluluk değil; denge, farkındalık ve duygusal esneklik olmalı. Bunlar varsa, mutluluk da ihtiyacımız olduğu kadar uğrar.
‘Sen çok değerlisin, biriciksin’ olumlamaları bir miktar baskı yüklüyor üstümüze… Böyle bir cümleniz var kitapta. Aslında herkes gibi sıradan insanlarız, çok da ciddiye almayın mı diyorsunuz yani…
Bazen olumlamalar bile üzerimizde performans baskısı yaratıyor. “Özel olmalıyım, fark yaratmalıyım” gibi gizli yükler taşıyor. Kitapta söylediğim şey şu: Hepimiz bazen yetersiz hissederiz, bazen kendimizi başarısız görürüz, bazen parıldarız. Bu, insan olmanın doğasıdır. Hayatın her anını anlamlı ve çok özel kılmak zorunda değiliz. Kastettiğim; hayata daha sade bir yerden bakabilmek. Çünkü kendimize nefes alacak alanı orada açıyoruz. Asıl özgürlük, özel olmaya çalışmaktan vazgeçip kendi var oluşumuzu her yönüyle görebildiğimizde başlıyor. Sıradanlık, çoğu zaman ruhun dinlendiği yerdir.
İnsan psikolojisi gibi derin bir konudan söz ediyoruz ama yine de zor zamanlarda hatırlayıp tekrarlamak adına söyleyebileceğimiz altın kelimeler var mı?
Zor zamanlarda bizi merkeze çekecek bazı telkin cümleleri yardım edebilir. Mesela: “Şu an zor geliyor, gelebilir, zorlanabilirsin, buna iznin var.” “Bunu yaşayan tek kişi ben değilim.” “Bu duyguyu hissetmek beni kötü/ başarısız bir insan yapmaz.”
“Korksam da ilerleyebilirim.”
“Şu an sadece bir adım atmam yeterli.” Bu cümleler, zihni susturmaz ama ona eşlik eder. Kabul etmeyi, kaçmak yerine kalabilmeyi hatırlatır. Altın kelimeler bir tür duygusal pusuladır; bizi hem kendimize hem de ana geri getirir.
Peki, kitabınızı baştan sona okuyup bitiren biri sizce kendi adına nasıl bir farkındalık yaşayacak?
Kitabı bitiren biri, bence önce kendini daha yakından tanıma merakını yakalayacak. Duygularının nedenini, tepkilerinin kökenini ve iç sesinin kime ait olduğunu duyabilecek. Sadece yaşadıklarına değil, onları nasıl taşıdığına da bakacak. Sorumluluk almanın, sınır koymanın ve şefkat göstermenin gücünü keşfedecek. Kitap, sihirli çözümler sunmuyor ama güçlü sorular soruyor. Ve bu sorular, kişiyi ezberlenmiş yanıtların dışına çıkarıyor. En önemlisi de şu farkındalık oluşuyor: “Ben kırılmış olabilirim, düşebilirim, değişebilirim, iyileşebilirim, kırıklıklarımla da yürüyebilirim.” Yani kişi, kendi hikâyesinin sadece kurbanı ya da kahramanı olmadığını, tüm sahnenin ve hikayenin ona ait olduğunu hatırlıyor.
