Emmy kazanan 'Mare of Easttown'un yaratıcısı Brad Ingelsby, yeni dizisi 'Task' ile yeniden Delco’nun dünyasına dönüyor. Bu suç draması, sevdiklerini kaybetmiş iki adamın yollarının kesiştiği kasvetli ve güçlü bir hikâyeyi anlatıyor. Kanunun iki farklı tarafında olan bu adamları birleştiren bir diğer şey, çocuklarını koruma isteği taşıyan ebeveynler olmaları, almak zorunda kaldıkları güç kararlar ve hayatlarını sürdürebilme çabası.
Oyuncu kadrosu, güçlü senaryosu kadar dikkat çekici. Dört kez Oscar’a aday gösterilen ve 'I Know This Much Is True' ile Emmy kazanmış Mark Ruffalo, uyuşturucu çetelerini hedef alan soygunları yapanları bulmak için sahaya çıkan bir FBI ajanını canlandırıyor. Karşısında, 'Ozark' ve 'Banshee' dizilerinden tanıdığımız Tom Pelphrey var. Şehrin ve ailesinin yükünü sırtlayan ama kimsenin fark etmediği bir çöpçüyü oynayan Pelphrey, görünmez bir hayatın ağırlığını öyle sahici taşıyor ki performansı ödüllük. Genç oyuncular Emilia Jones ve Silvia Dionicio da en az başroller kadar etkileyici performans sergiliyor. Kadroyu tamamlayan isimler arasında Jamie McShane, Sam Keeley, Thuso Mbedu, Fabien Frankel, Alison Oliver, Raúl Castillo, Phoebe Fox ve Martha Plimpton var. Tüm merak ettiklerimizi dizinin yaratıcısı ve ekibine sorduk.
Brad Ingelsby – 'Task'ın yaratıcısı
Görünmez hisseden ama görülmek isteyenler

Hikâyeyi tasarlamaya hangi karakterle başladınız?
Tom’la başladım, dünyadaki acıyı anlamaya çalışan biri ilgimi çekiyordu. Evlat edinmeyi bir misyon gibi hissediyor ama yaptığı şey yaşamının en büyük trajedisine sebep oluyor. Bu fikri düşündüm. Sonra danışmanımla konuşurken bana postacılardan ve çöpçülerden bahsetti; insanların hayatını bilirler ama görünmezdirler. Bu, Robbie karakterine ilham verdi. Görünmez hisseden biri ama görülmek isteyen biri. Bu iki karakteri karşı karşıya getirmek istedim. Mare’de gerilim “katil kim?” sorusuydu. Burada ise iki karakterin çarpışma rotası oldu. Her bölümde birbirlerine yaklaşıyorlar. Seyirci hem Tom’u hem Robbie’yi seviyor ama ikisinin de kazanamayacağını biliyor. Bu gerilimi yaratmak istedim.
Dizide inanç, ahlak ve yön arayışı temaları var. Özellikle kuşlar ve dini semboller dikkat çekiyor. Bunları nasıl kullandınız?
Tom Brandes’in hikâyesini hep bir inanç yolculuğu olarak gördüm. Amcam da bir rahipti, sonra rahipliği bıraktı. Çok yakınız, bu Tom karakterini oluştururken bana ilham verdi. Katolik olarak yetiştirildim ancak bugün hâlâ inançla ilgili kendi yolumu bulmaya çalışıyorum. Tom da aynı sorularla boğuşuyor: “Tanrı’yı nasıl anlamlandırırım? Evlat edinmeye çağrıldım ama bu hayatımın en büyük trajedisine yol açtı. Dünyadaki acıyı nasıl açıklayabilirim?” Dizi buna kesin bir yanıt vermiyor ama finalde Tom’un bir inancı oluyor.
Kuşlara gelince… Amcam aynı zamanda bir kuş gözlemcisi, doğaya bağlı biri. Robbie’nin de suya ve doğaya derin bir sevgisi var. Bu, iki karakteri birbirine bağlayan bir şey oldu. Karşılaştıklarında paylaşabildikleri ortak bir alan, doğal dünyaya hayranlık. Bu motifleri geri getirmek, hikâyeyi sadece türün gerilimiyle değil, aynı zamanda bu temalarla da beslemek benim için çok önemliydi.
Başrol oyuncularının seçimini anlatır mısınız?
Tom için çok az oyuncu uygundu, çünkü hem ilahiyat geçmişi olacak, hem baba, hem FBI ajanı… Böyle birini canlandırmak için aklımdaki listenin başında Mark vardı. Bir akşam yemek yedik, karakteri konuştuk ve kabul etti. Robbie için 'Ozark' ve 'Banshee'den tanıdığım Pelphrey’i düşündüm. Bir sahne çekip gönderdi ve içinde hem hayalperest bir ışık hem de gerekli fiziksel güç vardı. Hem sert olabiliyor hem de babacan ve kırılgan bir yanı var. İkisi de rol için çok doğru seçimlerdi.
Tom’un inançlı biri olması sizin için neden önemliydi?
Tom aslında çok parlak bir FBI ajanı değil. Onu ilginç kılan, işe farklı bir gözle yaklaşması. Bir zamanlar cemaatin başında, insanlara şefkat gösteren, onların korkularını yatıştıran biri. Ama trajedi kendi başına geldiğinde ne yapacağını bilemiyor. Onu inancını kaybetmiş biri olarak başlatmak, finalde çocuğu teslim edip iyi olacağına inanmasını çok daha güçlü kıldı. Bu dini olmasa da inancının tazelendiğine dair bir eylem oldu.
Sylvia Dionicio – Emily
Dizinin kalbi, empatiyle ayakta duran bir genç kız
Emily, babasına ve kardeşine destek olurken bir yandan da kendi kimliğini bulmaya çalışan bir genç. Sylvia Dionicio, bu rolü “Mark Ruffalo’nun kızını oynamak büyük bir şanstı” diye tanımlıyor. Ona göre Emily, hikâyenin kalbi; hem ailesini bir arada tutmaya uğraşıyor hem de ergenliğin büyük sorularıyla boğuşuyor. Dionicio’nun kendi hayatından bazı unsurlar da karaktere yansımış. Brad Ingelsby ile sohbetlerinde, onun Dominik kökenli olmasını Emily’ye de eklenmiş; dizide açıkça vurgulanmasa da karakteri daha gerçek kılan bir ayrıntı olmuş.
Seti “aile gibiydik” diye anlatıyor. Rita’s sahnelerinde sabaha kadar dondurma yemelerini hiç unutmadığını söylüyor. Ruffalo ile sahnelerinde doğaçlamaya yer açılmış; ayrıca bir terapistle çalışarak evlat edinilmiş çocukların yaşadığı “hep minnettar olmalıyım” duygusu üzerine düşünmüşler. Emily’nin genç yaşına rağmen taşıdığı yük ağır ama içinde umut var; Dionicio da karakterin en çok bu yanına bağlandığını söylüyor.
Emilia Jones – Maeve
Kaybını içine gömen bir genç
Maeve, duygularını içinde tutan ama genç yaşına rağmen büyük bir sorumluluk üstlenen bir karakter. Ailesini ayakta tutmaya çalışıyor fakat kendi yasını yaşayamamış. Oyuncu “Benim için bu rolün cazibesi sadece Brad Ingelsby’nin yazdığı dünyanın parçası olmak değil, aynı zamanda Delco aksanını çalışmaktı. Çünkü bu sadece bir şive değil, tüm bölgenin enerjisini taşıyor. Philadelphia’da vakit geçirmek, Maeve’i kurmamı kolaylaştırdı” diyor.
Maeve’in ailesine bağlılığı kendisine tanıdık gelse de, kayıpla yüzleşmesi farklı bir deneyim olmuş. Genç oyuncuyu daha önce 'CODA'dan tanıyabilirsiniz. Orada Ruby sevgiyi taşırken, 'Task'te Maeve kaybın ağırlığını taşıyor. Bu farkın ona yeni duygular keşfetme fırsatı verdiğini söylüyor.
Raúl Castillo – Cliff
Sadakati güçlü ama kararları tartışmalı bir adam
Bu işte en tatmin edici olanın sette kurdukları sahici ilişkiler olduğunu söyleyen Castillo, “Önünde de arkasında da… Herkes işine ruhunu kattı, ben de en iyi performansımı böyle çıkarabiliyorum” diyor. Castillo, Cliff’in en tanıdık gelen yanının arkadaşına olan sarsılmaz bağlılığı olduğunu söylüyor. Ama birçok kararına katılmadığını da ekliyor. Diziyi izlediğinde ise kendisini bir hayran gibi hissetmiş; hikâyenin içine dalıp oyuncu olduğunu unutacak kadar.
Jamie McShane – Perry
Derin sevgisiyle tanıdık, şiddetiyle uzak bir karakter
“Bu kadar zengin bir senaryoda oynamak başlı başına bir ödüldü. Zorlukları düşünmedim bile” diye başlıyor söze McShane. Oyuncu, Perry’nin sevgisi ve sadakatiyle bağ kurabildiğini ama şiddet eğiliminin yabancı geldiğini söylüyor. Mark Ruffalo ile bir dövüş sahnesi var. “Çok uyumluyduk, birlikte sahneyi tasarladık, çok keyifliydi” diyor. Keeley ile mentor–çırak dinamiğini ise neredeyse kendiliğinden kurmuşlar; set dışında okçuluk yapıp bilardo oynamışlar. Finali izlediğinde hislerini “heyecanla kuyruğunu sallayan bir köpek gibiydim” diye anlatıyor.
Sam Keeley – Jason
Hedefi için her şeyi ikinci plana atan bir adam
Karakterinin gri alanlarda dolaştığını hatırlattığımda Keeley, Jason’ı öyle görmediğini anlatıyor: “Onun öncelikleri çok netti. Hedefine odaklandığında diğer her şey ikinci plandaydı. Bana daha çok siyah–beyaz hissettirdi.”
Jason’ın ailesine ve kulübüne bağlılığı, Keeley için tanıdık bir yan olmuş. Hazırlık sürecinde motosiklet çeteleriyle ilgili altı kitap dinlemiş; Sonny Barger’dan Hunter S. Thompson’a kadar. Rol arkadaşları gülerek ekliyor: “Sam bütün işi yaptı, biz faydalandık.” Ruffalo ile iki sahne paylaşmış: “Gerçekten olağanüstü bir insan. Doğru şeylere inanıyor, çok iyi bir oyuncu. Onunla çalışmak mesleğe olan inancımı güçlendirdi.” Finali izlediğinde ise şaşkınlığını saklayamamış: “Aklımı kaçıracaktım, gerçekten bunun bir parçasıyım diye düşündüm.”