Ozzy Osbourne’un sesiyle ilk karşılaştığınızda, onun bir şarkıcıdan çok, bir çağrının sesi olduğunu hissedersiniz. O çağrı, 1970’lerin başında İngiltere’nin sanayi sonrası karanlığında yankılanan bir çığlıktı: bir işçi sınıfı çocuğunun, dünya düzenine “Ben buradayım!” deyişi. 76 yaşında hayatını kaybeden Ozzy Osbourne, müzik tarihinin sadece en gürültülü figürlerinden biri değil, aynı zamanda en trajik, en tuhaf, en sıra dışı kahramanlarından biriydi.
Gerçek adıyla John Michael Osbourne, 1948’de Birmingham’ın Aston semtinde doğdu. Babası fabrikada çalışıyor, annesi gündelik işlerle evi geçindiriyordu. Hayatı kolay değildi. 11 yaşında iki erkek çocuğunun cinsel istismarına uğradı. Okulda disleksiyle boğuşuyor, çoğu zaman dışlanıyordu. Henüz 15 yaşında okuldan ayrıldıktan sonra kısa bir süre işçi olarak çalıştı, sonra suç dünyasına yöneldi. Ama burada da tutunamadı. Zira girdiği bir evde çaldığı televizyonun altında kaldı! Yakalanıp hapse girdi.
SUÇ DÜNYASINDAN MÜZİĞE
Müziğe ilk göz kırpışı yine ilginç, bir müzik dükkanının camına “Ozzy Zig needs a gig” yazılı bir kart yapıştırmasıyla başladı. Ardından Gitarist Tony Iommi ve basçı Geezer Butler ile Earth adlı grubu kurdu. Ama çok geçmeden Boris Karloff’un bir korku filminden ilhamla, Black Sabbath adını aldılar. Ve modern heavy metalin doğum anı böylece başlamış oldu.
Black Sabbath’ın müziği, o dönemin psychedelic çiçek çocuklarının aksine umutlu değil, kabustu. Şarkıları, savaşın, paranoyanın ve dini çöküşün karanlık gölgeleriyle doluydu. Ama belki de bu yüzden gerçekti. Çünkü Ozzy’nin sesi, eğitimli bir solistin pürüzsüzlüğünden değil, hayattın sillesini yemiş bir adamın iç çekişinden doğuyordu. Onların 1970 tarihli ilk albümünün açılış parçası Black Sabbath, o güne kadar kaydedilmiş en yüksek şarkılardan biriydi. Ardından gelen Paranoid, Master of Reality, Sabbath Bloody Sabbath gibi albümler, yalnızca müzikal olarak değil, bir dünya görüşü olarak da metalin temellerini attı.
Ancak yükseliş, çöküşü de beraberinde getirdi. Ozzy’nin alkol ve uyuşturucu kullanımı, grup içi sorunları tırmandırdı. 1979’da, artık dayanılamaz hale geldiğinde gruptan kovuldu. Kendi deyimiyle, “Otel odasında oturup elimdeki parayı içki ve uyuşturucuya yatırarak ölmeyi” planlıyordu. Ama tam o sırada hayatının aşkı Sharon Levy ile tanıştı. Eski menajerinin kızı Sharon, onu yalnızca hayatta tutmadı aynı zamanda yeniden yarattı.
SAHNEDEKİ YARASA KATLİAMI
Ozzy’nin solo kariyeri, rastlantıların birleşimiyle doğdu. Gitarist Randy Rhoads ile kurduğu uyum, Blizzard of Ozz ve Diary of a Madman gibi efsane albümleri doğurdu. Bu albümlerdeki Crazy Train gibi şarkılar, onun hem içsel karmaşasını hem de garip bir umut ışığını taşıyordu. Ozzy, şöhretin karanlık yüzünü de dinleyicisinden asla saklamadı. Aksine, kendi tarzıyla onun altını çizdi. Bir plak şirketi toplantısında barış simgesi olarak güvercinler salmak isterken, onları canice dişleriyle öldürdü. Sahnedeki bir konserinde kendisine atılan bir yarasanın kafasını ısırdı. Daha sonra bunun oyuncak olduğunu düşündüğünü iddia etti. Bu olaylar, onu yalnızca daha fazla ünlü yaptı ve ‘karanlık prens’ lakabına doğru götürdü.
Ama trajedi hiçbir zaman uzağında değildi. 1982’de Randy Rhoads, turne sırasında geçirdiği bir uçak kazasında hayatını kaybetti. Aynı yıl, Sharon’ı boğmaya çalıştı. Gözünü açtığında hapisteydi ve kendine ne yaptığını sordu. Sharon, onun hakkında şikayetçi olmadı, ama bu olay Ozzy’nin kişisel cehennemine inen en karanlık merdivenlerden biriydi. Defalarca rehabilitasyon merkezlerine girdi, defalarca geri döndü. Yine de, hiçbir zaman “temiz” bir rock yıldızına dönüşmedi. Çünkü Ozzy, hiçbir zaman steril bir kahraman olmadı.

TELEVİZYONLA KİTLESİNİ BÜYÜTTÜ
2000’li yıllar, onu yeni bir kitleyle tanıştırdı. O da onlara MTV’de yayınlanan The Osbournes adlı reality şovuyla ‘eğlenceli’ yüzünü gösterdi. Ozzy’yi artık sahnede değil, mutfakta gösteriyordu. Portakal suyu döken, cümle kurmakta zorlanan, köpeklerine terapist çağıran, ama her şeyin ortasında hala o meşhur ‘Ozzy’ olan bir adam… Genç nesil onu eğlenceli, hatalar yapabilen ama sağlam bir müzisyen olan ‘baba figürü’ olarak tanıdı, ama o hala “I am Iron Man” diye bağırıyordu.
Osbourne, son dönemde İsrail yanlısı tavrıyla da gündemdeydi. 2010 ve 2018 yıllarında İsrail’de sahne almayı tercih eden Osbourne, boykot çağrılarına rağmen konserlerini iptal etmemişti. Ayrıca geçtiğimiz yıllarda antisemitizme karşı açıklamalarda bulunmuş ve bazı İsrail karşıtı hareketleri eleştirmişti. Bu tutumu, özellikle Gazze’de yaşanan trajedinin yoğunlaştığı bir dönemde, sosyal medyada pek çok eleştiriye yol açtı.
Filistin'de devam eden ölümler ve ağır insani kriz bağlamında, çoğu Osbourne’un bu yaklaşımını “duyarsız ve insalıktan kopuk” buldu. Ancak kimileri de sanatçının duruşunu “bireysel özgürlük” çerçevesinde değerlendiriyor. Tartışma, müziğin siyasetten ne ölçüde ayrılabileceği sorusunu bir kez daha gündeme getiriyor.
İLERLEYEN SAĞLIK SORUNLARI
Son yılları sağlık sorunlarıyla geçti… Omurilik ameliyatları, Parkinson teşhisi, kazalar… Yine de sahneden kopmadı. Bu yıl, Birmingham’da düzenlenen ‘Back to the Beginning’ konserinde, orijinal Black Sabbath kadrosuyla sahneye çıktı. 40 bin kişinin önünde, yarasa süslemeli bir tahtta oturarak War Pigs’i söyledi. “Ben altı yıldır yattım, nasıl hissettiğimi tahmin bile edemezsiniz,” dedi gözyaşları içinde. Üç hafta sonra da hayatını kaybetti.
Ozzy Osbourne’un hikayesi, bir efsanenin iniş çıkışlı değil, sürekli düşüp kalktığı bir yolculuktu. Onu bu kadar benzersiz yapan da belki buydu. Ne zaman yere düşse, hayranları onunla birlikte düştü. Ne zaman ayağa kalksa, dünya onunla birlikte alkışladı. Rock’n’roll tarihinin en renkli, en karanlık ama bir o kadar da değişik figürlerinden biri artık aramızda değil. Ozzy yalnızca metalin karanlık prensi değildi.