İzleyiciyi karanlık bir kölelik dramına değil, bir çocuğun gözünden anlatılan umut dolu bir yolculuğa davet: Washington Black... Görsel olarak da oldukça zengin bu yapım, yaz günlerinde ailece izlemek için ilham verici bir seçenek.
Konusuna gelirsek: Barbados’ta bir plantasyonda doğan küçük Wash, henüz 11 yaşında ama içinde bulunduğu dünyanın çok ötesini görebilen biri. Onun dünyasında acı ve haksızlık var ama bir yandan da sonsuz bir merak. Ona göz kulak olan, zaman zaman kollayan Kit’in varlığı bu dünyayı biraz daha yaşanır kılıyor. Derken plantasyondaki ‘efendi’sinin kardeşi, çılgın bilim adamı Titch ortaya çıkınca ufaklığın hayatı kökten değişiyor.
Titch, Wash’a el uzatan ilk beyaz adam. Onu gerçekten dinleyen, hayatında ilk kez bir söz hakkı olduğunu hissettiren biri. Ancak her iyi niyetin arkasında çözülmemiş çelişkiler olabilir. Bilim insanı babasının takdirini kazanamamış olan Titch, döneminin ilerici fikirlerine yakın olsa da, Wash’ı önce deneyine uygun kiloda olduğu için yanında istiyor. Ne var ki Wash’ın özellikle çizim konusundaki doğal yeteneği, bilime duyduğu ilgi ve açlığı görülünce, aralarındaki ilişki çıraklık ve dostluğa evriliyor. Wash da bu bağ sayesinde hayatı için bir yön duygusu geliştiriyor.
Barbados’ta yaşanan trajik bir olay, Wash’ın kaçmasını zorunlu hale getiriyor. Titch’in kendi elleriyle yaptığı, Cloud-cutter adını verdiği icadı bir çeşit balon, onların kaçış aracı oluyor. Her ikisi için de özgürlük anlamına gelen bu icat, ne kadar uzağa gitseler de geçmişin izlerini silmenin kolay olmadığını hatırlatıyor. Balonun kısa süre sonra bir gemiye çarpması, hayallerin yönünü değiştirse de yolculuğun asıl yükünün hala omuzlarında olduğunu gösteriyor.
Titch’in iyi niyeti, kendi içindeki çözümsüzlüklerle ve ait olduğu dönemin sınırlayıcı düşünceleriyle sınırlı. Köleliğe karşı olsa da, yürüttüğü bilimsel çalışmaları finanse eden servetin kaynağı yine kölelik sistemi. Wash zamanla bu çelişkileri daha net görmeye başlıyor.
Mini dizi her bölümünde farklı coğrafyalar ve Wash’ın hayatını etkileyen figürlerle zenginleşiyor. Biraz Jules Verne tadı veren bu yolculukta, Barbados’un boğucu sıcağından Kuzey Kutbu’na, Kanada kıyılarından Londra’nın sisli sokaklarına, oradan da Fas’ın çöl rüzgarlarına sürükleniyoruz. Her yeni durak, Wash’ın hem fiziksel hem de duygusal olarak başka bir eşiğe adım attığı bir dönüm noktasına dönüşüyor.
Kişisel bir proje
Dizinin başrollerinden biri olan Sterling K. Brown, bu projede sadece oyunculuk yeteneğini değil, kişisel tarihine temas eden bir hikayeyle de bağ kuruyor. This Is Us dizisindeki Randall rolüyle Emmy ödülü kazanan oyuncu, The People ve O.J. Simpson’daki performansıyla da büyük takdir toplamıştı. PBS’in ‘Finding Your Roots’ programında atalarının köleleştirildiğini öğrendiğinde yaşadığı duygusal anlar hala hafızalarda. Bu bağlamda Washington Black, onun için hem profesyonel hem kişisel anlamda önemli bir proje haline geliyor.
Brown’a, yetişkin Wash rolüyle ilk çıkışını yapan Ernest Kingsley Jr. eşlik ediyor. Wash’ın çocukluğunu canlandıran Eddie Karanja ise oyunculuğuyla kalbinizi kazanıyor. Kadroda ayrıca Lucifer dizisindeki unutulmaz şeytan rolüyle tanınan Tom Ellis, The Witcher’dan Sharon Duncan Brewster, Sherlock’tan hatırladığımız Rupert Graves ve Killing Eve ile A Discovery of Witches gibi yapımlarda rol almış Edward Bluemel yer alıyor.
Senaryo, The Twilight Zone ve Naomi gibi projelerden tanıdığımız Selwyn Hinds tarafından Kim Harrison’la birlikte kaleme alınmış. Ancak, uyarlama sürecinde romanın tarihi arka planı korunmuş.
