Türkiye’de müzik endüstrisi, özellikle pop sahnesi uzun zamandır erkek sanatçıların ve solo kadın vokallerin hakimiyetinde ilerliyor. Grup kültürü ise her zaman epey sönük kaldı. Hele ki bir “girl band” fikri, şimdiye kadar ya erken dağıldı ya da hiç ciddi şekilde yapılandırılamadı. Manifest, bu tabloyu değiştirebilir. Sueda Uluca, Hilal Yelekçi, Lidya Pınar, Zeynep Sude Oktay, Mina Solak ve Esin Bahat, Big5 Türkiye yarışmasını kazanarak Manifest’e giriş yaptı. Her biri farklı enerjilere sahip altı genç kadının oluşturduğu grup, yalnızca müzik yapmadı, aslında bir dijital evren kurdu. K-pop’tan ilham alan stratejilerle, TikTok çağının ruhunu yakaladılar ve Türkiye gibi bu tarz yapılar konusunda temkinli olan bir ülkede Rolling Stone’a kadar giden bir PR başarısına imza attılar.
Manifest’in müziği kulağa tanıdık geliyor: Elektronik altyapılar, rap geçişler, biraz R&B sosu ve Türkçe sözlerle harmanlanan pop sound. Ama kabul edelim, onları konuşmamızın nedeni bu değil. Asıl mesele, neyi temsil ettikleri: Cesareti, bireyselliği, kolektif enerjiyi ve çağın sosyal medya ritmini. Onlar, şarkıcı olmanın ötesinde, bir hikaye anlatıcısı, bir görsel dünya!
Hypers ve Tolga Akış Etkisi
Grubun arkasında dikkat çeken bir isim var: Tolga Akış. Kendisini sadece yapımcı, ajans yöneticisi olarak tanımlamak haksızlık olur. Daha önce yazmıştım; Zeynep Bastık için çizdiği yoldan da biliyoruz ki Akış, Türkiye’de dijital PR anlatısını şekillendiren isimlerden biri. Manifest’in sahneye çıkışı da bir müzik grubu keşfetme sürecinden çok, bir konsept yaratma operasyonuydu. Hypers’ın organize ettiği sosyal medya yarışması, klasik yetenek avından çok bir senaryo gibi ilerledi. İzleyiciyle birlikte yazılan bir hikayeydi bu: "Hangisini seçeceğiz değil, kimi birlikte yaratacağız?" Akış ve ekibi, müzik dinleyici ve tüketici kitlesinin ne istediğini bir bir bulup aynı potada eritti. Ortaya hem müzikseverlere hem de markalara heyecan veren Manifest çıktı.
Dans koreografileri, sahne kıyafetleri, klip estetiği, hatta ‘fan naming’ çalışmaları… Manifest’in her adımı K-pop’un fan engagement dinamiklerini hatırlatıyor. Ama bir farkla: Manifest, yerli kalabildi. Klibinde dolmuş var, şarkısında argo var, danslarında ise K-pop’un robotik disiplini yerine sokağın spontane hareketi. Bu da onları hem ulaşılabilir hem de “cool” kıldı. Onlara bakınca kendini gören Z kuşağı, hem temsil edildiğini hissetti hem de bir parçası olduğu kültürel üretim döngüsüne dahil oldu.
Yeni çağın ilgi alanları
Bir, Z kuşağının gözüyle üretildiler. İzleyiciden çok içerik ortağına ihtiyaç duyan bir dönemin ürünü olarak ortaya çıktılar. İki, sahne, klip, story, TikTok hepsi aynı evrenden besleniyor gibi. Yani izleyiciye çoklu evren deneyimi sunuluyor. Üç, her bir üyeyi farklı kılan detaylar var. Kimse aynılaşmadı. Herkes bir başka jenerasyon ikonunu çağrıştırıyor ama kopyalamıyor. Dört, Hypers, dijital çağın yapım şirketi gibi çalıştı. Bu bir müzik prodüksiyonu değil, bir ‘dijital kültür projesi’ oldu. Bugünün yerli müzik sektörü için de farkındalık yarattı.
Manifest’in daha derinleşmiş prodüksiyonlara, daha güçlü vokal performanslarına ihtiyaçları olduğu ortada. Ancak bu yolun başındaki grubu başarısız yapmıyor. Çünkü 2025’te müzisyenler yalnızca kulakla değil, gözle, kalple ve ekranla takip ediliyor. Manifest, bu gerçeği en erken anlayıp uygulayabilenlerden. Sırf bunları düşününce bu grubu takip etmek için müziğini sevmenize bile gerek yok. Yakında özel merch ve iş birliği çalışmaları dünyaya açılma potansiyeli olan tek isim de onlar. Bakalım sıradaki adımları ne olacak.