Belçikalı müzisyen Oscar and the Wolf, pop, R&B, elektronik ve alternatif tınıları harmanlayan büyüleyici sound’u ile son yılların en dikkat çeken isimlerinden biri. Dünya sahnelerinde yarattığı görsel şovlar, melankoli ve tutkunun iç içe geçtiği şarkılarıyla güçlü bir hayran kitlesine sahip olan sanatçı, Türkiye'de verdiği konserlerle de Türk dinleyicisi için özel bir yere sahip. Gerçekleştirdiğimiz özel röportajda, yeni single’ı ‘Ceiling’in hikayesinden çıkan ‘Taste’ albümüne, ilham kaynaklarından Türk dinleyicisiyle kurduğu güçlü bağa kadar pek çok konuya değindik.
Müziğiniz pop, R&B, EDM ve alternatif tınıları özgün bir şekilde harmanlıyor. Bu karışımı şekillendiren sanatçılar ya da ilham kaynakları nelerdi?
Genelde bir şarkının nasıl çıkacağını evrene bırakıyorum. Çok içgüdüsel bir süreç, sanki evrenin yapmak istediğini aktaran bir aracı gibiyim. İlham çoğu zaman birdenbire beliriyor; o anda yazmaya başlamak hayat memat meselesi oluyor. Ama çoğunlukla beni çok derinden etkileyen bir film ya da dizi izlerken geliyor.
‘Entity’den ‘Infinity’ye, oradan ‘The Shimmer’a ve şimdi ‘Ceiling’e... Albümleriniz ve single’larınızda net bir evrim var. Geriye baktığınızda, Oscar and the Wolf’un sound’u en çok hangi yönüyle olgunlaştı?
Sanırım şarkı yazma biçimim değişti. Artık bir şarkının çalışması için fazla uğraşmam gerekmiyor. On yılın birikiminden oluşan zihinsel bir kütüphane gibi… Oradan seçip hangi şarkıyı nasıl üreteceğimi ya da düzenleyeceğimi biliyorum. Artık biri benden metal bir şarkı istese yapabilirim; ya da bir Disney filmi için balad gerekse, arayacakları kişi ben olabilirim.
Şarkılarınızda melankoli ve tutku çoğu zaman yan yana ilerliyor. Sözlerde daha çok kişisel hikâyeler mi anlatıyorsunuz, yoksa duyguları sembolik ve gizemli bırakmayı mı tercih ediyorsunuz?
İkisi de. Hep derinden otobiyografik oldum, sadece bazı şarkılarda bu daha çok ortaya çıkıyor. Çünkü bazen melodinin kendisi gizemli kalmak istiyor. Kendimi yeni nesil bir beatnik yazar gibi görüyorum: metaforik, dramatik, romantik, biraz dengesiz ama aynı zamanda düzenli bir “anlamsızlık”.

Ceiling hayranlarınız tarafından hızla benimsendi. Bu parçanın ortaya çıkışında sizi hangi ruh hali ya da hikâye besledi? Sizin için özel kılan şey neydi?
Romeo Elvis’le yaz boyunca evimde vakit geçirdik. Hayatımda ilk kez kendimle çok ortak noktası olan bir sanatçıyla gerçekten bağ kurabildiğim bir yazdı. Bu çok nadir oluyor. Bu dostluk bana hayata, strese ve baskıya farklı bir açıdan bakmayı öğretti. Ceiling, kariyerimiz sayesinde elde ettiğimiz meyveler için duyduğumuz şükranı ve onları tatmanın keyfini simgeliyor.
Sahnedeki ışıklı, dramatik ve büyüleyici persona ile Max Colombie’nin gündelik hayatı arasında nasıl bir fark var?
Zihnim her gün bir miktar kurmacayla kendini gerçeklikten koruyor. Ben biraz bulutlu, hayalperest biriyim; rasyonel şeylerle pek bağ kuramıyorum. Gerçekliğin kendisinde beni heyecanlandıran pek bir şey yok. Evdeyse eşofmanlarıyla dolaşan rahat biriyim. Sahne stilini ise resim yapmak gibi eğlenceli bir iş olarak görüyorum. Her gün yapmıyorum ama hâlâ çok keyif alıyorum.
Kostümler, ışıklar, videolar… Görsellik müziğinizin ayrılmaz bir parçası. Son dönemde modada ya da görsel sanatta sizi en çok etkileyen neler oldu?
David Hockney’nin iPad çizimleri, Glenn Martens’in Margiela Couture koleksiyonu, Collina Estrada, Kurt Cobain, Basquiat.
İstanbul’da birçok kez sahne aldınız. Türk seyircisini canlı performanslarda benzersiz kılan şey sizce nedir? Bu kültürden ilham aldığınız oldu mu?
Orta Doğu melodilerine ve çölü andıran sound’lara hep yakınlık hissettim. Bunu bilerek yapmasam da sanırım içten gelen bir bağ vardı ve bu da Türkiye’deki dinleyicilerle çok iyi örtüştü. Türk hayranlarım artık benim için aile gibi. Onların enerjisi, duygusu ve bağlılığı inanılmaz. Karşılıklı bir sevgi var ve tarif etmek zor.
8 Ekim’de Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde konseriniz var. İstanbul’daki dinleyiciler o gece nasıl bir Oscar and the Wolf deneyimi beklemeli?
Onlara aşk üzerine yazdığım şarkılarla serenat yapacağım. O sevgiyi onlarla birlikte olmaktan duyduğum mutluluğa çevireceğim. O gece her şey duygular ve görsel drama üzerine kurulu olacak. Geri kalan her şey zaten hazır ve kendiliğinden akacak.
Türkiye’deki dinleyicilerinize ne söylemek istersiniz?
Güvende olun, nazik olun, sizden farklı olan şeylere açık olun. Ve canlı müziğin gücünü, tutkusunu asla unutmayın.