Rosalía Vila Tobella, kısaca Barselona yakınlarındaki küçük Sant Esteve Sesrovires kasabasından çıkıp dünya pop sahnesini altüst eden kadın. 30’larının başındaki bu Katalan sanatçı, kariyerine flamenko eğitimiyle başladı ama o geleneği müzede sergilenecek bir miras olarak değil, geleceğe dönüştürülecek bir enerji olarak gördü. Los Angeles’in (2017) kırılgan flamenkosundan ‘El Mal Querer’in (2018) deneysel tutkularına,’ Motomami’nin (2022) elektronik patlamalarına kadar uzanan çizgi, onu pop müziğin en özgür ve özgün sesi haline getirdi. Şimdi yeni albümü ‘Lux’ ile bambaşka bir sayfa açıyor. Hem klasik müzikle hem spiritüel temalarla flamenkoyu yeniden yoğuruyor. Albümde, kadınsı ilah, inanç ve aşkın şiddeti üzerine kurulu ve tam 13 dilde yazılmış şarkı yer alıyor. Rosalía bu süreçte Google Translate’ten profesyonel dil hocalarına kadar uzanan iki yıllık bir çalışmayla her dili kendi sesine adapte etmiş. Günümüz dünyasına da ufaktan değdiriyor: “Tamamen insan işi, yapay zeka yok, his var.”
Albümün prodüksiyonu da çok iddalı. Londra Senfoni Orkestrası, Pulitzer ödüllü besteci Caroline Shaw’un düzenlemeleri, Noah Goldstein ve Dylan Wiggins gibi isimlerin dokunuşlarıyla albüm bir sinema filminin müzikal yoğunluğuna ulaşıyor. Lux’teki her parça, Rosalía’nın deyimiyle “bir labirent”.
Albümün çıkış şarkısı Berghain, Vivaldi’yi hatırlatan yaylılar, gotik koro geçişleri ve Björk’ün “ilahi müdahale” niteliğindeki vokalleriyle başlıyor. Parçada ayrıca Yves Tumor da yer alıyor. Şarkının ismi çoğu kişinin yazdığı gibi Berlin’in ünlü kulübünden değil, kelimenin köken anlamı olan “dağ korusu”ndan geliyor. Rosalía için bu metafor, albümün ruhunu anlatıyor: “Hepimizin içinde bir orman var, bazen kaybolmak, ışığı bulmanın tek yolu.” Klibinde ütü yapan kadının aynı evde kendini Pamuk Prenses’in bir sahnesinde görmek de bu göndermelerden biri.

ŞARKILAR AKIŞTA MOLAYA DÖNÜŞÜYOR
Madonna’nın sosyal medyada övgüler yağdırdığı Rosalía’nın yaptığı şey müzik türlerini karıştırmak değil, onları yeniden tanımlamak. Bu süreçte klasik müzik çevreleri bile ikiye bölündü. Kimi eleştirmenler Lux’ü “yılın en önemli klasik müzik olayı” olarak överken, kimileri “fazla teatral” buluyor. Ama dinleyiciler, özellikle de genç kuşak, albümü bambaşka bir sebeple seviyor. Bu müzik, algoritmaların temposuna karşı duruyor. Şarkılar akışta birer molaya dönüşüyor. Bir TikTok kullanıcısının yazdığı gibi: “Rosalía ne yaşıyorsa ben de yaşamak istiyorum.”
Klasik müzik etkisiyle bile taze kalmayı başaran Berghain, TikTok’ta viral oldu; operatik yorumlar, remiksler, performanslar yayıldı. Rosalía ise bütün bu tartışmaları uzaktan izliyor ve “Ben bu dünyaya aitim. Yeni diller öğrenmek, yeni biçimlerde söylemek benim için isyan değil, merak” diyor. Onun için müzik bir dua biçimi olduğunu söylediği röportajda albümünü şöyle özetliyor: “Karanlık olmadan ışığın anlamı yok ve ben bu kez karanlıktan korkmadım.”
Björk’ün “türler arası kung-fu” diye tanımladığı Lux, dinleyiciden çok şey istiyor ama bir o kadar da veriyor: dikkat, sabır, teslimiyet. Rosalía dopamin ve algoritma çağının hızına meydan okuyor ışığı bulmak için yavaşlamayı, dinlemeyi, hissetmeyi hatırlatıyor. Geçen hafta Barselona’da bir müzede yaptığı kapalı dinleme partisi de bunun kanıtı. Metrelerce uzunlukta çarşaflar içinde uzanıp şarkılarını karşısında sandalyelerde oturanlarla dinledi. Bu etkinliğe telefon sokmaksa kesinlikle yasaktı!
Bu kadar konuşulunca “nasıl böyle bir iş çıkardı ne yaptı” sorusunu müzisyene de sorunlar oldu. Rosalía’nın cevabı hep aynı: “En sevdiğim sanatçılar bana istediğimi değil, ihtiyacım olanı verir. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum.”
